Zortana iyi güzel de devletin bazı konulardaki tasarruflarını anlamak, benim gibi bir yabancı için gerçekten zor. Benim bulunduğum Captain’s Town kenti doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle görülesi bir yer. O nedendir ki, sahip olduğu değerleri koruyabilir ve planlı şekilde kullanabilirse ilerde dünya turizminde parlayan bir yıldız olabilir. Düşünebiliyor musunuz? Kentin içinde 15 kilometrelik bir sahil şeridi var. Çevresinde onlarca Rip Sea gibi doğal güzelliğe sahip. Üstelik neredeyse 3000 yıllık süreklilik içinde var olmuş, üzerinde çeşitli uygarlıkların filizlendiği, farklı kültürlerin bir arada dostça, kardeşçe yaşadığı bir kent. Lumiere uygarlığının eserleri, günümüzde de adeta bir örtü motifi gibi yaşayıp gidiyor. Kentin içinde dolaşırken karşınıza çıkan yapı kalıntıları sizi bir çağdan ötekine taşıyor. Şaşırtıcı değil mi? Bu satırları okuyunca eminim ki bu güzel kente gelip görmeyi arzu etmişsinizdir…
Ancak sanırım Zortana’nın yöneticileri bu güzelliklerin farkında değil. Öyle ki, antik dönemlerden günümüze ulaşan mimari yapıları onarıp, restore etseler, diğerlerini şöyle modern geniş bir müzede, bir arkeopakta sergileseler- hani ışık ve ses efektleri filan – ziyaretçi sayısında British Museum’a bile fark atarlar. Müze gelirleri kentin altyapısında yıllardır süregelen sorunları çözmeye yeter de artar bile. Ama ne yapmışlar? O antik dönemlerden beri gelen kalıntıları depolara tıkmışlar, zaten bir süredir de ziyarete kapalı. Sergileme için 2 + 1 apartman dairesi büyüklüğünde bir mekânı kullanmışlar. İlgisizlikten mi, yoksa mekânda mı sorun var, bilemiyorum artık…
Doğal güzelliklerine de hoyratça yaklaşımlar var, yöneticiler engellemiyorlar. Hatta çevre katliamına varacak uygulamalara izin veriyorlar. Geçenlerde Captain’s Town yakınlarında White Mountain Pass isimli çok güzel bir ormanda maden arayıcısı bir şirket yüzlerce ağaç keserek, yüzlerce yıldır bölgede yaşayan köylülerin tepkisine neden olmuş. Zortanacayı bilmediğimden ve öğrenmek de istemediğimden (İngilizcem bana yetiyor) TV haberlerinde ne olup bittiğini anlayamadım. Hatta Captain’s Town’dan birçok insan konvoylar halinde oradaki halka destek olmak için White Mountain Pass’a gittiler.
Dayanamadım tabii, rehber arkadaşım, kankam Freed’i aradım. Sağ olsun eve geldi, oturup konuştuk. Freed olayı özetledi: Bir şirket allem edip, kallem edip o bölgede maden çıkarmak için ağaçları kesmeye izin istemiş. Normalde dünyanın hiçbir yerinde ormanlara dokunulmaz. Ormanlar bizim ak ciğerlerimizdir, oksijen kaynağımızdır ama değil mi? O bölgede yaşayan halkın en önemli geçim kaynağı olan ormana bu durum reva görülünce amcalar, teyzeler, yeğenler de gidip ağaçlara sarılmışlar; bu orman hepimizin, vicdansız eller onları kesmesin diye! Dört bir yana da haber salmışlar; “” diye. Zortana’nın her tarafından o nedenle birçok insan gelmiş “ormanımız kestirmeyiz” demek için…
Feed’e “yürü, biz de gidiyoruz” dedim. Kankam şaşırdı tabii. Neyse, atladık Freed’in arabasına birkaç saat içinde White Mountain Pass ormanına varıp, ahaliyle kucaklaştık. Gönüllü olarak desteğe geldiğimiz söyledik. Manzara kötüydü. Bir yandan Zortana’’lı güvenlikçiler ormanseverleri bölgeden püskürtmek için barışçıl yollarla insanları itip kakıyorlar, diğer taraftan da halkın içinden parayla tutulmuş şahsiyetlerin ağaçları kesmesine yardım ediyorlardı.
Bu adamlar ormanı yok etmenin çevre, ekosistem ve toplum üzerinde ciddi etkiler yaratabileceğini düşünmüyorlar herhalde. Varsa yoksa dertleri para, daha çok para!
Orman gönüllüleri, yabancı olduğum için beni çevre konusunda uzman zannettiler, elime bir mikrofon tutuşturup, konuşma yapmamı istediler. O an benim Freed’e, Freed’in de bana acınacak bakışlarımızı görmeliydiniz. Kaçacak delik yok ki, mikrofonu iade edelim! Kankamla tandem işi hallettik. Ben konuştum, o tercüme etti.
Birden tepem attı, mikrofonda bağırmaya başladım:
“Ulan” dedim. “Ormanlar, birçok türün yaşam alanıdır ve doğal dengeyi sağlar. Ormanların kesilmesi, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olabilir. Ekosistemler bozulabilir ve bu da biyoçeşitliliği azaltabilir.
Ormanlar, toprak erozyonunu önleyen doğal bir bariyer görevi görür. Ağaç kökleri toprağın tutulmasına yardımcı olur. Ormanların yok edilmesiyle, toprak erozyonu artabilir ve verimli toprak tabakalarının kaybına yol açabilir.
Ormanlar, yağmur suyunun toprakta emilmesine yardımcı olur ve suyun yeraltı sularına geçişini sağlar. Ormanların kesilmesiyle suyun akışı hızlanabilir, seller ve kuraklık riski artabilir. Bak şimdi buradaki su kaynaklarından hemen yakındaki turistik Basement kasabası da etkilenecek ve susuz kalacak. Üstelik Ormanlar havayı temizleyen oksijeni üretir ve hava kalitesini iyileştirir. Ormanların kesilmesi, hava kirliliğinin artmasına neden olabilir.
Ulan hadi bunları geçtik, yahu ormanın bu bölgede yaşayan halkın geçim kaynağına ve kültürel bağlarına katkıda bulunduğunu da mı görmezden geliyorsunuz?”
Hançeremi yırtarcasına yaptığım konuşma Freed’i de öylesine etkiledi ki, o da benimle beraber hançeresini yırttı.
Gerçi başka bir tarafımızı yırtsak da asıl anlaması gerekenlerin kulaklarına sesimizi kaçıramıyoruz ama olsun! Varlığımız oradaki ahaliye moral oldu. Bendeniz de TV haberlerinin yıldızı oldum. Bir ilgi, bir alaka ki, sormayın. Bu arada güvenlik güçlerinden de nasibimizi aldık. İfademizde “çevre değerlerinin evrenselliğinden”, “o ormanda hepimizin hakkı olduğundan”, “yaş ağaca balta vuran elin onmadığından”, “bize acımıyorlarsa kurda, kuşa, karıncaya acımaları gerektiğinden” dem vurup, kendimizi akladık.
Şimdi “eee, sonuç ne oldu?” diyeceksiniz.
Ne desem, bilmem ki?
Bizde böyle şeyler olmaz! Ama burası bir garip memleket. Kanun, kitap, hukuk, guguk benim anlayabileceğim gibi değil…