OKURYAZAR GÜNCESİ – KIZIL SİS – HALUK TEKELİ / GÖKHAN KORKMAZGİL

Haluk Tekeli bir anı – roman yazmış, Türkiye devrimci gençlik hareketinin 1977 – 1982 yıllarından bir kesit alıp sayfalara aktarmış. İlk sayfada “varlığı ile sürekli değişim ve yenilenme mecburiyeti yaratarak çok şey borçlu olduğum sevgili kızıma ve çağdaşlarına” demiş, gelecek kuşaklara olan umudunu ve inancını dile getirmiş. Nazım Hikmet “gelmiş dünyanın dört bir ucundan / ayrı dilleri konuşur, anlaşırız / yeşil dallarız dünya ağacından / gençlik diye bir millet var, ondanız” demiş ya, işte o gençlik milletinin hikâyesi bu.

“İzmir’in denizi kız, kızı deniz / sokakları hem kız hem deniz kokar”. O yıllarda İzmir’in denizinde özgürlük çalkalanır, sokakları devrim kokardı. “İzmir’in dağlarında çiçekler açar / altın güneş orda sırmalar saçar”. Şimdi, İzmir’in dağlarında çiçek kalmadı ama, bu dizeler dillerde özgürlük marşı oldu. Roman, anlatıcı konumundaki başkişi Ateş’in gözünden kurgulanmış. Ateş İzmir’de bir lise öğrencisidir, erken yaşta taraf olmaya zorlanan bir kuşağın temsilcisidir. Gençlik milletinin kanı deli akar, çevresinde gördükleri içini yakar. Haksızlıklar karşısında içi isyan duygusuyla dolup taşar, barikatlara, eylemlere elinde bayrakla en önde o koşar. Doğduğun yeri, aileni seçemezsin, nüfus kâğıdına işlenmiştir, dilini, dinini seçemezsin, sen doğmadan belirlenmiştir, nasıl büyüyeceğini bilemezsin, böyle olmuş, öyle denk gelmiştir.

Neyin içine doğduysan osun. Mahalledeki abiler nereye bakıyorsa oraya bakarsın, evdeki ablan neyi gösteriyorsa onu görürsün, ona göre akıncı veya ülkücü olursun. Dayın yiğit bir devrimci ise sen da sosyalizmin yoluna koyulursun. Ailenden ayrısın, yoldaşına ölümüne bağlısın, okulun umurunda değil, hayatın bile sana bağlı değil.

© Şükrü Mehmet Ömür

Devrimci olmayla iş bitmiyor, örgütlü olmayınca devrimci olunmuyor. Örgüt dediğin bir tane değil, sayısını kimse bilmiyor. Bölüne bölüne çoğalmışlar, çoğaldıkça hep yine bölünmüşler. Bölününce bir kural işlemeye başlıyor, en büyük düşman içinden çıktığın örgüt oluyor. Soldaki örgütler, kendi aralarında kapıştıkları kadar, sağdakilerle mücadele etmemiştir, kuralın sonucu da bu oluyor. O buna “teslimiyetçi” diyor, bu öbürüne “işbirlikçi”. Öbürü beridekine “sosyal faşist” diye bağırıyor, berideki yanındakine “goşist”. Hepsi “revizyonist”, bir kendi doğru, başkaları “oportünist”. Birine göre diğerleri “halk düşmanı”, sonuçta herkes birbirinin düşmanı. Devrimci grupların çekişmeleri her şeyden beterdi. Kişiler ve gruplar arası ilişkiler “o bunu beğenmez, bu onu hiç sevmez” şeklinde sürüp giderdi.

Bir daha yinelenmesi asla mümkün olmayan zamanları cömertçe harcayan gençlik”. Sömürüye öfkeyle karşı çıkan, eşitlik, adalet, özgürlük kavramlarını bayrak edinen, alabildiğine yücelten, hatta uğrunda ölmeye değer bulan gençlik. Vatan sevgisini, insanlık onurunu benliğinde çelik bir bıçak haline getiren, keşke’leri, pişmanlıkları olmayan, sadece bugüne bakan, hakça bir düzen hayal eden gençlik. Bu uğurda kendini ve ailesini hiçe sayan, bireysel kurtuluş diye bir şey tanımayan, yerinde duramayan, korkusuzca ileri atılan gençlik.

“Oğlum okulunu bitir, bir mesleğin, bir işin olsun”. “Ana ben profesyonel devrimciyim, küçük işlerle uğraşamam”. “Kızım baban çok üzülüyor, gitme şu mitinge”. “Sen gitmesen, ben gitmesem, kim sahip çıkacak sokaklara”. “Yeğen, bu yaz köye gitsen, tarlada adam lazım olacak”. “Sen merak etme amca, fabrikalar, tarlalar hep emeğin olacak”. “Çamaşır, bulaşık, evi temizleyelim, yemek yapalım”. “Az kaldı, devrimden sonra her şey kendiliğinden hallolacak”.

© Şükrü Mehmet Ömür

Gençler üniversite sınavını ciddiye almıyor, okuyup da ne olacak? Zaten üniversite tercihlerine örgüt karar veriyor, hangi fakültede güçlenmek gerekiyorsa sempatizanlar oraya yönlendiriliyor. Sınavı kazanınca da okumaktan daha önemli işleri var; forum, boykot, gösteri, sosyalizm mücadelesi işleri. Gidip halka devrimi öğretmek dururken oligarşinin profesörlerinden bir şeyler mi öğrenilir? Sen büyük devrimcisin, gerekirse hayatını hiç etmelisin.

Romantizmi sınıf mücadelesinin içinde aradılar, tüm hayallerini devrim sonrasına bıraktılar. Işığa uçan pervaneler gibi kendilerini yaktılar, yanarak ışık oldular. “…bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı / güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı / hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı / gittiler akşam olmadan ortalık karardı…

© Şükrü Mehmet Ömür

Haluk Tekeli, Gazete Duvar’da yayınlanan Namık Alkan’la söyleşisinde “’Kızıl Sis’ bir İzmir anlatısı. 1977-1982 yılları arasında tamamı bu kentte, bu kentin okullarında, meydanlarında, sokaklarında, karakollarında, adliyelerinde, sahillerinde geçiyor. O dönemde memleketi ve dünyayı değiştirmeye cüret eden bu kentte yaşayan çocukların hikâyesi. Türkiye’nin en sancılı, en kaotik döneminde öne atılan bu genç kadınlar ve erkekler adına herkes bir şeyler söyledi. Hepimizin ortak öyküsünü gördüklerim, yaşadıklarım üzerinden anlatma ihtiyacı ile yazdım” demiş. Bence altını çizmenin önemli olduğu sözleri ise şöyle: “Unutmamamız gereken konu şudur ki, bizim siyaset ile ilgilenmiyor olmamız, siyasetin bizim yaşantımızı belirlediği gerçeğini değiştirmiyor”.

Kitabın adının, dönemin yön bulunamaz belirsizliği ve rengine harika bir gönderme olduğunu düşünmüştüm. Roman başkişisi Ateş’in, ilk kez gittiği, ahşap zeminli metruk bir binadaki dernek merkezinde göz gözü görmez sigara dumanları arasında kızıl bir türkü duymasına indirgendiğini okuyunca hayal kırıklığı yaşadım. Bu, belki de benim beklentilerimle ilişkili bir durumdur, kim bilir?

Sakin Kitap, İzmir, Ekim 2023, 422 sayfa

Yorum, görüş ve önerileriniz