Okuryazar Güncesi * Balıkçı ve Oğlu – Zülfü Livaneli / Gökhan Korkmazgil

Livaneli romanın giriş bölümünde, Muğla türküsü deniz üstü köpürür eşliğinde sakin bir Ege kasabasını betimliyor. Türkü devam ediyor, –kayığa da binsem götürür-, ihtiyar balıkçı denize açılıyor, okuru kayığa bindirip götürüyor. Üç gündür körfezi çalkalayan fırtına dinmiş, ışıltılı mavilik balıkçının önüne serilmiş. Tekne ustasından kalma, motoru kıçtan takma. Balıkçı güneşten meşin gibi olmuş ellerine bakıyor, yıllar geçtikçe ustasınınkilere benzemiş, rahmetlinin elleri de güçlü, kendisinden bağımsız iki deniz canlısına benzermiş.

© Ömer Öner

Romandan başımı kaldırıp şimdiki Fethiye’ye bakıyorum, otuz yıl önceki bir günü anımsıyorum. Buraya yerleşmeye o gün karar vermiştim. Sabahın erken bir vakti, körfez ışıl ışıl, masmaviydi. Antik tiyatronun önünde, birkaç balıkçı teknesi kıyıya balık çıkarıyor, denizin bereketini kaldırıma seriyordu. Beride çipura, levrek, orfoz, ötede ahtapot, kalamar, granyoz. Mercanların pulları pembe beyaz menevişlerdi, lopaları balıktan sayıp buraya getirmemişlerdi. Ne trafik, ne gürültü, ne de kalabalık; dağlar orman, gök bulut, deniz balık. Dedim ki ben burada kalayım, artık bir Fethiyeli olayım.

© Gökhan Korkmazgil

Livaneli sahil kasabalarının ortak kaderini yazmış, bakıyorum, bizim körfez de bundan nasibini fazlasıyla almış. Fethiye’ye güney Ege mi dersiniz, batı Akdeniz mi, fark etmez, olup biteni, yitip gideni zerrece değiştirmez. Denizin dibini kazıyan tekneler suda dolaşmaya başladığında, zaten burası da kitlesel turizm hareketliliğine ve ranta kurban edilmişti. Üç beş kişi cebini doldursun diye sahil boyunca dizilen pahalı restoranlarda gece yarılarına kadar müzik adı altında korkunç gürültüler yayılıyor. Bir zamanlar halkın sofrasında olan balık, bu restoranlarda bir gecede bir maaş bırakılan masalara meze oluyor.

© Bünyamin Şahiner

Ege’de olursunuz da nasıl görmezsiniz? Koyları mahveden balık çiftliklerini, ormanları katleden maden ocaklarını, zeytinlikleri, tarım alanlarını yok eden rant temelli yapılaşmayı? Kötü kentleşme, çevrenin kirletilmesi, geçim güçlüğü gibi, sıradan hale gelmiş dertlere kafa yorarken, balıkçı Mustafa denizin ortasında iç yakıcı başka bir derde denk geliyor. Motora yol vermiş giderken, mavi sularda ilerlerken, denizin her haline alışkın gözleri ilerilerde bir nesne seçiyor. Uzaktan kütüğe benzeyen şeyin, yaklaştığında ölü bir genç kadın olduğu anlaşılıyor. Kadını tekneye alıyor, -hiç kimse mezarsız bırakılmamalı-, bir de ölü genç adam görüyor. Onu tekneye alamıyor, teknesi küçük, iple bağlayıp çekmeye koyuluyor, dönüşe geçiyor. Artık teknesi bir cenaze kayığına benziyor. Kos, Kalimnos, Leros şuracıkta, bizim Ege kıyıları buracıkta, demek ki bir mülteci botu batmış karadan biraz açıkta. Derken berrak suların içinden lacivert gövdeleriyle yunuslar çıkageliyor. Yunuslar her zamanki gibi oyunbaz değil, çok dikkatli yüzüyor. Baba Yunus burnuyla bir cankurtaran simidini itiyor, içindeki minik bebeği getirip balıkçı Mustafa’ya teslim ediyor. Anneyle baba engin sularda can vermiş, iki aylık bebeğin yüzü güneşten yanmış, son nefesini vermemek için direnmiş. Deniz balıkçı Mustafa’nın oğlunu yedi yaşındayken almış, şimdi ona küçücük bir can göndermiş.

© Şükrü Mehmet Ömür

Livaneli’ye göre lacivert derinliklerden gelen su kıyıya yaklaştıkça turkuaz rengi oluyor, kıyıyı yalarken iyice camgöbeğinden açık maviye, sonra beyaz köpüklere dönüşüyor. Biz burada Fethiye Körfezi’ne bakıyoruz, yeşille kahverengi arası bir su çalkalanıyor, aşağıda ne var bilmiyoruz, dibi görünmüyor. Tabi bu sularda balık filan da olmuyor, tek tük çıkarsa o da altın fiyatına restoranlara gidiyor. Balıkçı Mustafa’ya göre deniz öylesine bereketliymiş, köyün önündeki küçük adaya, balıklara basa basa suyun üzerinden yürüyüp gidilebilirmiş! Bana göre ise bundan sonra insanlar temiz denizi, bol balığı ancak hayallerinde görebilirmiş!

© Şükrü Mehmet Ömür

Yayınevi kitabın sonuna Livaneli ile yapılan bir söyleşiyi de eklemiş. Livaneli 1970’lerde yazdığı Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm romanında bir karakterine söylettiği sözleri anımsatıyor: “Açlık çeken ülkelerden insanlar sallara, köhne motorlara binecek ve Avrupa kıyılarını zorlayacaklar. Afrika ve Asya kıtalarının insanları, Avrupa’ya, Amerika’ya akacak. Bir süre sonra kimse başa çıkamayacak bu göçle.” Ve ekliyor: “…kehanet gibi görünen bu cümleler aslında dünyanın gidişini okuyabilmekle ilgiliydi.” Ona hak vermemek elde değil.

Bir yanda yüz milyonlarca doları banka hesaplarında tutan büyük emek hırsızları, öte yanda artan nüfus, yemeğe, ilaca, temiz suya erişimi olmayan yüz milyonlarca insan. Belli ki dünyanın düzeni böyle olmamalıydı.

Keşke her şey olduğu gibi kalsaydı, insanlar da yunuslar kadar iyi olsaydı…

İnkılap, İstanbul, 2022, 134 sayfa  Fethiye, 1 Haziran 2023

Yorum, görüş ve önerileriniz