Okuryazar Güncesi 1 – Gökhan Korkmazgil
Görseller: © Şükrü Mehmet Ömür
Güz Kokulu Günahlar – Hakan Yaman
Aşk için, intikam için neleri göze alırsın?
Yedi kutsal kilise, üç günahkâr insan ve bir kararsız kurşun…
Roman, İzmir’in Levanten çevresinde, 19. yüzyılın sonlarında geçiyor. İzmir o yıllarda en parlak ticaret limanlarından biridir. Redhouse, Levanten’i şu şekilde tanımlar: “Memalik-i Osmaniyye’de doğmuş, büyümüş Frenk adamı. Levanten ya da argo tabiri ile Tatlısu Frenki, Osmanlı Devleti içinde büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan Hristiyanları tanımlamak için kullanılır.
İtalyan Levanteni tüccar Alfredo Vitelli ve karısı Isabella, yakın dostlarıyla birlikte Yedi Kiliseler gezisine çıkarlar. İncil’de adı geçen Yedi Kilise, Hristiyanlar için en kutsal gezilerden birini oluşturur; aslında bir hac yolculuğudur. Güz Kokulu Günahlar, okuru bu sıra dışı yolculuğa ve bir günlüğün sayfaları arasına götürüyor.
Yedi Kilise, Erken Hristiyanlık döneminin yedi büyük kilisesidir; İzmir, Manisa ve Denizli sınırları içindedir. Anadolu’nun Roma Dönemi’nde Hristiyan azınlık, çoktanrılı pagan yönetimi altındaki güçlü ve zengin şehirlerde sıkıntı içindedir. Aziz Yuhanna Efes’te bu dönemin kutsal önderlerinden biridir. Buradaki misyonerlik faaliyetleri nedeniyle bir süre Efes tepelerinde zindanda tutulduktan sonra bugün Yunan Adalarından biri olan Patmos’a sürgüne gönderilir. Patmos’ta sürgündeyken Batı Anadolu’daki yedi cemaate mektuplar yazar. Yani Aziz Yuhanna, İsa’nın vahiylerini Anadolu’daki yedi ‘metropolis’e gönderen bir aracıdır. Bu mektuplarda adı geçen ve kıyamette ayakta kalacağına inanılan bu kiliselere ise Apokaliptik Kiliseler denilmiştir. Bir başka deyişle “Mahşerin Yedi Kilisesi” olarak adlandırılır. Bu kiliseler ve bulunduğu yerler şöyledir: Efes (Selçuk), Smirna (İzmir), Pergamon (Bergama), Sardes (Salihli), Filadelfiya (Alaşehir), Laodikya (Denizli) ve Tiyatira (Akhisar).
Alfredo’nun içinde bulunduğu grup, tek tek bu kiliseleri gezecektir. Yolculuk trenle başlar, zaman zaman atlı arabalarla ve katır sırtında devam eder. Isabella gezi başlarken bir günlük tutarak geziyi, olayları, kişileri yazar. Kırsal Ege manzarasını Isabella’nın günlüğünden okuruz. Gezi boyunca kasabalardan, köylerin dışındaki dar yollardan geçerler. Her yerde göz alabildiğine üzüm bağları görürler. Bağ evleri, küçük köyler manzarayı tamamlar. Manzara Isabella’nın evindeki tablolarda olduğu gibidir, ama buralardaki yaşamlar onlara yüzyıllar kadar uzaktır. Isabella’nın yazdıkları giderek bulanıklaşır; gerçekten yaşadıklarını mı, yoksa olmasını istediği şeyleri mi yazıyor, belirsizleşir. Isabella günaha batmış gündüz düşlerini günlüğüne yazmaktadır. Daha gezinin başlarında, kocasının dostlarından ayyaş şair Luca’nın sevgilisi Gabriella’yı gözü tutmamıştır. Kadın çok güzeldir, esmer, çekici bir İspanyol dilberidir. Kocasının, kendisini Gabriella ile aldattığından emin olur.
Bu andan itibaren günlük adeta alev alev yanmaya başlar. Isabella kıskançlıktan kendini kaybeder. İntikam için fırsat kollamaya başlar, kocasına aynı şekilde karşılık vermezse içi soğumayacaktır. Bu bir kadının tutkuyu arayışı mıdır, yoksa intikam gerekçesiyle kendini haklı çıkarma çabası mıdır? Altıncı kiliseye kadar avını belirler, adımlarını atar. Gözü intikam ateşiyle öyle kararmıştır ki hiç düşünmeden, hiç tereddüt etmeden kocasının en iyi dostu Nicolo ile sevişir. İntikam, kızgınlık, eşitlenme ve ödeşme isteklerine suçluluk duygusu, yalan ve günahkârlık eklenir.
Isabella her gün yazar, günlüğünün sayfalarını doldurur. Yazmazsa mutlaka birilerine anlatacaktır. Ancak yazınca rahatlamaktadır. Hokkasındaki mürekkep azaldıkça zehir vücudundan çıkıp kâğıda dökülür, kâğıdı zehirler. Günahkâr düşünceleri aklından çıkıp mürekkeple birlikte akarak günlüğün sayfalarına dolar.
Bu yedi kilisenin her birinin farklı hikâyeleri vardır. Sadakatsizliğin gerçekleştiği Tiyatira’nın hikâyesi ise manidardır: Tiyatira’da kendini azize ilan etmiş Izebel isimli bir kadın yaşamaktadır. Oysa İzebel ahlak düşkünlüğü, fuhuş, şehvet, iffetsizlik ile anılan biridir.
Roman boyunca karakterleri yedi ölümcül günah olan kibir, kıskançlık, intikam duygusu, tembellik, açgözlülük, oburluk ve şehvet ile eşleştirebilirsiniz. İnsanın siyah ya da beyaz olmadığını, gri bir varlık olduğunu, hatta grinin tonlarından oluştuğunu düşünebilirsiniz. İnsanın içinde farklı farklı, bazen birbirine zıt kavram, duygu ve isteklerin bir arada bulunduğunu, koşullara göre insan davranışlarını yönlendirdiğini görürsünüz. Hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmayabileceğini anlarsınız.
Isabella’nın yıllar boyunca gizli kalmış günlüğü, kovduğu bir hizmetçisinin marifetiyle Alfredo’nun eline geçtiğinde, Alfredo karısının yirmi yıl önce kendisini en yakın dostu ile aldattığını öğrenir; silahını eline alır. Kendini mi öldürecektir? Karısını mı? Nicolo’yu mu? Her ikisini de mi? Böylece romanın başlarında elinde dolu bir silah bulunan Alfredo için geri sayım başlar. Anton Çehov şöyle demişti: “Eğer ilk perdede duvarda asılı bir silah varsa, o silah ikinci veya üçüncü perdede mutlaka patlar.” Silahın gerçekten patlayıp patlamayacağını romanın sonuna dek öğrenemiyoruz. Öte yandan Isabella’nın günlüğüne yansıyan iç dünyasındaki gerilim romanın temposunu belirliyor. Günlükte, gerçekle gerçek olmasını istedikleri ayırt edilemez hale geldiğinde yazar olup biteni nesnel biçimde yeniden anlatıyor.
Aşk, gurur, kıskançlık ve ihanet. Zaten aşkın olduğu yerde kıskançlık eksik olmuyor; ihanet ister gerçek olsun, ister olmasın…
Hakan Yaman – Güz Kokulu Günahlar
Doğan Kitap, İstanbul, 2021, 272 sayfa