Masal, bilinenle bilinmeyenin, bilinemeyenin karşılaşmasıdır. Bu hep, insanın esas meselesi olagelmistir. Bilinenle bilinemeyeni bir araya getirmenin üzerine hep yazılıp çizilir. Bunun belki de ilk adımı kadın olmakla erkek olmayı anlamaktır. Temelde yatan şey bu iki farklı bilginin karşılaşamamasıdır. İnsan olmak ortak paydadır ama bu payda bile, bir farklılığa, cinsiyet farklılığına referans gösterilmeden işaretlenemez. Çünkü bu anlamda cinsel farklılık, insan olmanın sıfır noktasındaki tarifidir: insan olmak demek kesinlikle cinsel farklılıklar üzerinden ayrışmak demektir. Öyleyse bu farklılaşmanın bilgisi belki bize bilinmeyenle ile bilinemeyen arasındaki farklılığa dair bir şeyler anlatabilir.
Kadınlarla ve erkekleri anlatan en eski hikâyelere baktığımızda kadınla erkeğin iki farklı bilginin taşıyıcısı konumunda tasvir edildiği görülür. Bu coğrafyada olsun Orta Çağ Avrupa’sında olsun hikâyelerde ve efsanelerde düzlem ve yapı aynıdır. Hakikatin temsilcisi kadın, gerçekliğin temsilcisi erkektir.(*)
Çocuğun doğadan kültüre geçişi demek olan sembolleştirme dili kazanmasıyla başlar, çocuk doğadan koparak dilin sembolik dünyasına girer. Yani gerçekliğin inşası başlar. Efsanelerin ve hikâyelerin kültürün sembolik düzenini kurguladığı açıktır. Bu anlamda hikâyelere ve efsanelere o dili konuşanların kendi kişisel ve sosyal sembolik düzenlerini çekip kullandıkları bir rezervuar gibi bakılabilir.
Batının bilgi yapısı ve dolayısıyla insan tasarımı Antik Yunan’a ve sonrasındaki Yahudi – Hristiyan bilgi yapısına oturur. Bir batı bilgisi olarak Psikanalitik modelin oturduğu insan tasarımı da haliyle aynı yapıya dayanır. Bu bilgi yapısının kaynağı da Antik Yunan’ın ve Avrupa’nın efsane ve hikâyeleridir. Sözgelimi bilmeden annesiyle evlenen Kral Oedipus’un hikâyesi ile Ateşi Tanrılardan çalan Prometeus’ un hikâyesi bugünkü gündelik batılı bilgiye, insan tasarımına yansımaları açısından hemen akla gelen ilk örneklerdir.
Bu efsanelerin mekânı Anadolu olmakla birlikte Anadolu, üzerinden binlerce yıldır gelip geçenleri ya da kalıp yerleşenleri kendi hikâyeleriyle birlikte mayalar. Hiçbir hikâye aslına sadık kalamaz, Anadolu bunları diğerleriyle mayalar, sütün peynire dönüşmesi gibi dönüştürür, farklılaştırır. Anadolu, binlerce yıldır farklı kavimleri birlikte yaşatan topraklardır. Grekler, Türkler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar hepsi hikâyeleriyle bir arada sürekli örülür. Aslında bu hikâyelerin çoğu zemin ve yapı olarak Orta çağ Avrupa’sının hikâye ve efsaneleriyle paralellikler taşır. Benzerlikler tesadüfî olmaktan çok bu hikâye ya da efsanelerin ardındaki mantık düzenini yansıtır. Ama dikkat çekmesi gereken bu benzerliklerin kendisi değil, benzerliklerin daha sonraki zamanlarda başlarına gelenlerdir. Çünkü bu efsane ve hikâyelerle taşınan bilgi, Batı dünyasının Orta Çağ sonlarından itibaren yaşadığı sekülarizasyon ve modernite süreçleriyle, kırılmalara uğramıştır. Bu kırılmaların en başında da bilginin tekilleşmesi yani bilimsel bilgi kökenli sağduyu bilgisine dönüşmesi gelir.
Bir anlamda hikâyeler bitmiş, önce tanrılar, tanrıçaları yeraltına sürmüş dünyadaki iktidarlarını ilan etmiş. Sonra Prometeus’ün ateşi tanrılardan çalmasıyla da erkek yeryüzünde Tanrıların iktidarını tek başına devralmıştır. Nihayetinde de kutsalı kovarak, aklın sahibi kendini gerçeklik üzerinde omnipotant ilan etmiştir.
Anadolu’da ise aynı süreçler farklı yaşanmaktadır. Anadolu modernite ve sekülarizasyonu kendine özgü bir tarzda işletmektedir. Bu kendine özgülüğün en basit göstergesi, batıda olanların tersine, geleneksel bilgi ile modernist-seküler bilginin birlikte gidiyor olmasıdır. Bu anlamda bilgi burada hala ikilidir ve paralel değildir, her iki bilgi yapısı birbirinin içinden sürekli gelip geçer. Dolayısıyla insan tasarımları, zihin, bilinç, bilinç dışı batının tersine tekil bir bilgiye bağlı olmaksızın çoklu kaynaktan kendini besleyebilmektedir. Bu anlamda buranın insanları sembolik düzenlerinde bilinmez ile bilinemezliği, gerçek ile hakikati, ya da batılı anlamda gerçek ile gerçekliği bu ikili bilgi içinde, batılı insanın tersine, daha rahat bir şekilde kabul eder, hikayelerinin parçası haline getirir.
Not: (*)
Gerçek, (hakikat) tektir. Gerçeklik yeniden kurulandır.
Gerçeklik, hakikatın değişen veçheleridir ve ikisi de ‘bilinmeyen’den beslenir. Hepsi birarada, ‘bütün’ü, ‘bir’i , ‘sır’rı oluşturur.
Masallar, hakikat ve bilinmeyenden bahseder. Hakikat sır olandır, göze görünmeyendir. Ancak sembolleştirilebilir, dille anlatılamaz. Gerçeklik, gözümüze görünen haliyle dünyadır, aklın, bilimin, sözün açıkladığı dünya. Hakikat, bunun çok ötesindedir. Hakikatın peşine düşeriz, gerçeklik zaten elimizin altındadır.
Bilinmeyen de iki türlüdür aslında; şu anda bilinmeyen ve asla bilinemeyecek olan. İlkine erişme şansımız vardır bir gün, herkesin bilinmeyeni farklıdır; biri için bilinir olan, sır perdesinin aralandığı, bir başkası için bilinmeyen olabilir. Bilinemeyen ise, bu düzlemde bizi aşandır, herkes için ‘sır’ olandır, bir an yanına yaklaşsak bile, nutkumuzun tutulduğu, gözlerimizin kamaştığı, ele, dile gelmeyen, kimseye anlatılamayacak olandır. Masal, ancak bunun yolunu gösterir…