MAHALLE ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Ne kadar tanıdık, bildik bir sözcüktür mahalle. Gündelik yaşantımızda sıklıkla kullanırız. Neredeyse tüm adreslerde geçer, ama içeriğinin üzerinde pek de durmayız.  Anadolu’da kırsal yerleşimlerde, kasabalarda, kentlerin de büyük bölümünde var olan çok insansı ve doğal bir oluşum biçimidir mahalleler. Aslında basit bir yapıdır. Evlerini, barınaklarını bir arada inşa eden, birbirine yakın konuşlanan insanlar ister adı köy olsun ister kasaba, hemencecik birer mahalle oluverirler.

Mahalle, kendi içinde kapalı bir toplumsal yapıdır. Hemen herkes birbirini tanır, izler, gidip gelir, ortak işler yapar. Yardımlaşma ve dayanışma duygusu bu yakınlıklardan kaynaklanır ve kendiliğinden gelişir. Zira kimse komşusuna ilgisiz kalmak istemez. Bilir ki, bu, karşılıklı bir alışveriş ve iletişimdir. Eskiden, yani telefon gibi hızlı iletişim araçlarının olmadığı dönemlerde; görerek, canlı, karşılıklı konuşarak ve hatta dokunarak iletişim temeldi ve çok güçlüydü. Beraberinde, çocukların neler yaptığının, bahçelerin, hayvanların ne durumda olduğunun, herkesin ev içlerinde olan biteni izlediği, hatta ne piştiğinin bile bilindiği bir tablo çıkardı ortaya. Neredeyse organik denebilecek bir doğallık oluşurdu bu yakınlıklarla. İnsan, kendi akrabasıyla olmadığı kadar yakın hissedebilirdi komşusuna. Mahalleli kapısının önüne çıkar, gelen geçenle laflar, sosyalleşme ihtiyacını giderirdi. Ayaklarının dibinde mahallenin kedileri olur, yiyecek veren birileri mutlaka bulunurdu. Sorunlar, konular genelde ortak paydalarda oluştuğundan konuşacak çok da şey yakalanırdı. Arada bolca dedikodu yapılırdı. Güzeldi elbet, ama yakınlıklar sorunlar da getirirdi beraberinde. Ciddi kavgaların yaşandığı, en azından ağız dalaşlarının sık sık karşılaşıldığı akıllardadır. Bu tatsızlıklar sırasında, ortalık bağlık bahçelik olunca da kimsenin başkasını rahatsız etmek gibi bir kaygısı neredeyse olmaz!

How To Become A Bodybuilder estrogen blocker bodybuilding bodybuilder who murdered police officer used home-made weapon to stab prison guard

Apartman tarzı yaşantıya geçince, hele aradaki mesafe ‘yalnızca bir duvar kalınlığı’ kadar olunca, mahalleye benzer fiziksel yakınlık fazlasıyla oluştu. Ama köy, kasaba tipi yerleşimlerdeki mahallenin kökeni daha eski, temelden gelen komşuluklara dayandığı için daha yerleşik olurken, apartmanlarda birbirini hiç bilmeyen insanların, sırf o daireyi kiraladıkları ya da satın aldıkları için bir araya gelmeleri hiçbir geçmiş barındırmaz ve zorunluluk hâlinde komşuluklar gelişir. Süre uzadıkça ve kişiler birbirlerini daha iyi tanıdıkça belki biraz daha yakın ilişkiler ortaya çıkar. Yine de her şey çok zorlama gelişir. En fazla karşı kapı en yakın komşu olur. Arada, bahçe paylarının ortadan kalkmasıyla bir ara duvardan daha fazla bir engel olmaması hem aşırı bir iç içelik yaratırken beri yanda aşırı bir bireyselliği koruma güdüsü oluşturur ve bu da kendi içinde ilginç bir çelişki barındırır!

Profesör Cem Behar, Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (1494-2008) adlı kitabında mahalle kavramı üzerine önemli vurgular yaparak, “Bugün İstanbul’da mahalle kavramı kalmadı ki.” diyor ve nedenini de şöyle açıklıyor: “Sokaklar, evler müsait değil. İnsanların birbirleriyle ilişki yoğunlukları azaldı. Vakitlerini bir arada geçirme fırsatları azaldı. Televizyon, internet gibi etkenler nedeniyle iletişimler başka yerlere kaydı. Mekândan bağımsız iletişimler ağırlık kazandı. Bulunduğunuz mekânın bir iletişim aracı olması ve mahalle ruhunu yaratması artık mümkün değil. Bu kadar temel değişikliklere uğramamış, eski mahalle yaşamını Anadolu ya da Trakya şehirlerinde bulabilirsiniz. Edirne’de, belki Bursa’nın bir bölümünde, belki Sinop’ta, mutlaka Amasya’da bulursunuz. Ama geleneksel mahalle yaşamını, sanayileşmenin ve modernizmin fazla etkilemediği şehirlerde aramak lazım, İstanbul’da değil. Bugün mahalle, artık bir nostalji konusu. Yerli film ve dizilerin set dekoru, yaşlıların anlattığı bir dönemin konusu…  Bugünün ve yarının yaşamına dair bir içeriği kalmadı mahalle kavramının. Canlandırılabileceğini de sanmıyorum.” Bence de özellikle İstanbul’da en iyi, en gerçek mahalle yaşantısı örneği artık yalnızca 70’li yıllardaki Yeşilçam filmlerinde kaldı.

Bu konuya neden geldim: Son zamanlarda bazı inşaat şirketlerinin reklamlarında, eskinin site ve toplu yaşam kavramlarına yapılan vurgu yerine artan biçimde allayıp pullayıp mahalle hatta köy kavramı işlenmeye başlandı. Yapılaşmalarının adını mahalle adı altında pazarlamaya döndürdüler. Hatta bazılarında müstakillik, bahçe payı, hobi alanlarının da olduğu konutlar daha ön plana çıktı. Yani eskinin mahalle olgusuna, göçlerle dağı(tı)ldığı için şimdi bir dönüş yapılmak isteniyor gibi geliyor bana. Zira kentlerin kocaman apartman ve sitelerinde eksik olan bir şey olduğu fark mı edildi acaba? Tamam,  her şey çok konforlu, güvenli, eksiksiz ve modern olabilir; ama içinde insanların yaşadığı bu devasa mekânlarda içtenlik, sıcaklık ve insani ilişkiler son derece zayıf ve artık yeni bir akım olarak sunulan bu gereksinim, inşaat şirketlerince keşfedildi ve ilgili konuklara pazarlanıyor. Bir tür arz talep dengesi de denebilir. Artık apartmanlarda oturmak da sıradanlaştı. Daha zengin olanlar kendilerini gerçek müstakil konutlara yerleştirdiler ve varlıklı olduklarını belgelediler. Ama kalan çoğunluk içinde de bir değişiklik arzusu oluştu. Şimdi kentlerde ya da gelişkin, büyük ilçelerde bu tür yerleşimler artmaya başladı. Çocukların daha göz önünde olabildiği parklar, katların arasına sıkışıp kalmamak, daracık balkonlar yerine biraz daha geniş mekânlar, belki birkaç meyve ağacı dikilebilecek, toprakla uğraşılacak alanların olması filan insana, yitirdiği/yitirmeye başladığı duyguyu geri kazandırabilir. Evet, elbette kimse köyündeki alışkanlığını buralara taşıyıp bahçesinde tavuk yetiştirme, salça kaynatma gibi ayrıcalıklara sahip olamaz, ama en azından biraz daha mahalleli olmayı sağlayabilir mi acaba? Bence yine büyük bir yapaylık içinde olacaktır bu.

Zaman gösterecek. Ne var ki Anadolu’nun kadim tarım yaşantısından gelen kültürel birikim, bu kentlere göçle birlikte yitecektir; aranmayacak, konfora yenik düşecektir. Şimdiki gibi her şey, “gezen tavuk” figürünün “acaba gerçekten gezen tavuk mu bu, ne kadar geziyor, köylerdeki gibi mi geziyor” tartışmalarına dönüştüğü bir komedi yaşatacaktır. Son kırk, elli yılda geldiğimiz yol bize –bence- yapılanların doğru politikalar olmadığını gösteriyor. Kocaman bir tarım ve hayvancılık alanı olan Anadolu toprağı neredeyse bırakılıp mevcut kentler şişirilip, yeni yeni kentler yaratıldığı sürece bunun cezasını çekmeye başladığımız ortada! Burada yenice ortaya çıkan bir gerçek görülüyor; dünyada tarım öyle ya da böyle zorunlu bir üretim biçimi. Tıpkı petrol, kimya devleri gibi burada da tekelleşme yoluyla üretimler devasa şirketlerin elinde toplanıyor. Verimli tarım toprakları kiralama ya da satın alma yoluyla bu şirket üreticilerine geçiyor. Yani, küçük çiftçi dediğimiz ve yüzyıllardır geleneksel yöntemlerle insanlığı doyuran tarım emekçilerinin yerini artık modern makinelerle donanmış ve binlerce dönümlük arazilerde tek tip tarım yapan işletmeler almakta. Mahalle ile nasıl da paralellik ve karşılıklı bağlantı gösteriyor tablo: Geneli köylü olan çiftçi kentlere göçüyor. Apartman denen dev ve aşağı yukarı standartlaştırılmış ölçekte, büyük ve yapay alanlara yerleşiyor. Boşalan topraklara bahsettiğimiz şirketler el koyuyor, endüstriyel tarım yapıyor; göç etmiş bu köy kökenli insanları, oralarda kurduğu yine dev marketler yoluyla doyuruyor. Bir de son zamanlarda acımasızca artan alışveriş merkezleri var ki, o ayrı bir sosyolojik inceleme konusu.

Gerçek mahalle önemlidir, ikinci en küçük toplumsal birliktir. Sonradan oluşturulan yapay denebilecek mahallelerle eski duyguların oluşmayacağı açıktır. İnsanlar da tıpkı diğer canlılar gibi kendi toplumsal alanlarını kendileri yaratmışlardır. Mutlaka ortak paydaların çokluğu ile sağlanır bu ve uyum ile uzlaşmalarla kolaylaşır, karşılıklı anlayışlar temelinde yürür gider. Ama yapay mahallelerde bunu yaratmak, sıfırdan kurmak ve sağlıklı bir gelişme olmasını beklemek ne derece doğru?

Göçlerin zorunlu ve kaçınılmaz sonucu olarak önceleri gecekondu denen kaçak yapılaşmalar ya da düşük gelir grubunun yerleştiği çok katlı, standart, ucuz dikey yapılar ile başlayan süreçle birlikte kimi yerlerde de büyük apartmanlardan oluşan mahalleler, siteler ortaya çıkar. Biliriz ki, insanlar oralarda işlerine gidip gelmek üzere programlanmışlardır artık ve zorunlu alışverişlerini en yakınlardaki yerlerden “kolayca” yapabilirler.

İnsanları bir arada ve tek biçimler, tek kurallar bütünü altında toplamak, yönetilmelerini kolaylaştırır. Dağınık bir yaşama tarzından gelen ve öyle yaşayan insanlara devletin ulaşması, kapitalist sistemin mal satması gibi kimi zorluklar vardır. Üç yüz, beş yüz, bin kişilik dağınık evlerin olduğu bir köy ve bunun gibi yüzlerce köyün, kasabanın potansiyeli, kapitalizm açısından değerlendirilmesi gereken bir kaynaktır; ama oraların her birinde mal satış yerleri açmak ve sürekli sevkiyat yapmak, personel istihdamı vs. maliyeti yüksek ve zahmetli, dolayısıyla kârı düşüren bir iştir. Sistem, bu insanların bağını bulundukları yerlerle keserek onların kentlere göçmelerini sağlamak üzerine birtakım politikalar üretince ve buralarda onlara toplu yaşama olanakları sununca, bu ulaşılması zor potansiyeli kendi ayağına getirmiş olur. Dolayısıyla, diyelim bin kişinin “daha derli toplu” yaşadığı bir ortamda mal satmak kolaylaşır. Zaten artık “kendi yağıyla kavrulabilen” insanlar olmamaları önemli bir fırsat yaratmıştır! Yalnızca dünyadaki anormal süt üretimi fazlasını bile, onu süt ve süt ürünleri olarak işleyerek eritmek ciddi kazançların göstergesidir. Ama tüm köylü –eskiden olduğu gibi- kendi sütünü üretirse böylesi bir gelirden sistem mahrum kalacak! Zira süt ineklerinin birer süt makinesine dönüştüğü üretimhanelerde sütün maliyeti de geleneksel, doğal yöntemlere göre katbekat düşmüştür ve kârlı bir iş haline gelmiştir. Dolayısıyla, tarım ve hayvancılıkla, kente göç ve yerleşim biçimleri arasında doğrudan bir bağlantı olduğu ortaya çıkıyor.

Dönelim mahallenin teorik kavram haline: Mahalle, “mahal”den gelir. Yani yöre, çevre demektir. Mahallede bulunanlara, yaşayanlara mahalleli denir. Ev içinde yaşayanlarla birlikte yapılan şeyleri belirtmek için maaile (ailece) denir. Bu kadar yakın iki sözcüğün bir bağı da vardır diye tahmin ediyorum. Ama mahalle aynı zamanda resmi bir anlam da içerir. Mahalle, 5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre; belediye sınırları içinde, ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri arasında komşuluk ilişkisi bulunan idarî birimdir. Kavram olarak yakın komşuluk ilişkilerinin kurulabildiği en küçük sosyal yapıdır. Muhtar adında bir de devletçe yetkilendirilmiş sorumlusu bulunur. Yerel seçimler sırasında seçilir. Mahalle muhtarlığı eskiden, daha mahallesini bilen bir pozisyondu, zira devletle aradaki yegâne bağı sağlardı. Ama sonraları devreden epey çıkarıldı, yerini yeni iletişim araçları ve kurumların doğrudan yurttaşa ulaşması aldı.

Mahallenin varlığı beraberinde bağlantılı başka kavramlar da getirmiştir elbette. Eskiden mahallelerde kabadayılar vardı. Sonraları ortadan kalktı, ama mahalle kahveleri yine toplanma yerleri olarak varlıklarını sürdürüyor. Mahalle kavgaları çok meşhurdu; mahalleli gençler aidiyet duygusunun getirdiği sahiplenme ile nedeni ne olursa olsun diğer mahallelilerle kimi zaman kavgalara tutuşurdu. En başta futbol olmak üzere mahalle maçları çok önemliydi. Buradan büyük futbolcu olarak çıkacakmış gibi oynanırdı. Mahallenin onuru olurdu kazanılan maçlar. Her mahallenin gece bekçisi vardı, arada düdüğünü öttürüp güvenlik içinde olduğumuzu hissettirirdi. Değişkenlik gösterse de eskiden çok daha belirleyici olarak her mahalleye özgü ve hâlen de karşılaşılan mahalle baskısı kavramı vardı, yazılı kurallar biçiminde değil de sözlü bir yaptırımdı bu. Günümüzde artık iyice “kozmopolit” hâle gelen yerleşimler ve çalışan kesimin artması sonucu bu baskılar azalmış görünse de, aslında merak bile tek başına kolayca yenilen bir duygu değildir! Gerçekte kimin deli, kimin normal olduğu tartışma konusu olsa da en unutulmaması gereken herhalde her mahallenin bir delisi olduğu gerçeğidir!

Yaşasın gerçek köyler ve mahalleler!

Yorum, görüş ve önerileriniz