KEDİ MİLLETİ – KEDİ GİBİ DÜŞÜNMEK – GÖKHAN KORKMAZGİL

© Gökhan Korkmazgil

Stéphane Garnier, kedisi Ziggy’e adadığı Kedi Gibi Düşünmek ve Davranmak adlı çoksatar kitabının başında, kedileri tanımlayan sıfatlar sıralamış: Özgür, sakin, meraklı, gözlemci, güvenli, sebatkâr, ihtiyatlı, zarif, sessiz, karizmatik, gururlu, bağımsız.

Özgür demiş de… Siz onu deli deli gezen, aklının estiği yere giden, akşamı nerede bulduysa orada sabahı eden biri gibi anlamayın. Ev kedilerinin çoğu evden çıkmayı istemez, belli bir köşesi, bir minderi vardır, başka yeri yeğlemez, her gün başka yerde oturayım demez.

Sakin demiş, doğrudur. Bir kediyi sessizce otururken, dakikalarca sabit bir yere bakarken, uzun uzun uyurken görürsünüz. Peki, uyuklayıp dururken, biri onu dürtmüş gibi, gözlerini kocaman açıp, koridordan tin-tin-tin yürümesine, evin öte ucundaki pencereden dışarı bakmasına ne demeli? Durup dururken, sanki onu arı sokmuş gibi fırlayıp gitmesine, salonun köşesindeki koltuğu tırnaklamasına, deli dana gibi geri koşmasına ne anlam vermeli? Sakin kişi bunu yapar mı yahu? Hele bir de mama kutusunu tıkırdatın, sonra on saniye kadar kabını doldurmadan bekleyin. Ayaklarınızın dibinde küçük bir fırtına gibi dolanır, ağzına geleni sayar, miyavlayıp söylenir. Sakinlikmiş, pöh!

© Özlem Aslı Okkaoğlu

Meraklı demiş de… Şimdi oldu, bu tastamam doğru. Uyurken bile, en ufak sese dahi kayıtsız kalmaz. Öteden bir çıtırtı mı geldi, hop, kulağın biri o yöne döner. Bu tarafta biri nefes mi aldı, öbür kulak bu yöne çevrilir. Radar anteni gibi mübarek. Sokaktan birileri mi geçiyor, hemen zıplayıp camın berisine mevzilenir, iki patisini öne, geri kalan her şeyini arkaya koyup oturur, geçenler sokağın sonunda kaybolana dek onları izler. Sonra çatıdaki rüzgârın sesine kulak kabartır. Camın dışındaki dünyada ne varmış, her şeye bakar. Yahu, sen uyuyup duran bir kedisin, bırak çıtırtılar, pıtırtılar gelsin, elleme insanlar gelip geçsin, bunlar seni niye ilgilendirsin? Hele benim gibi yazı filan yazıyorsanız masaya çıkıp yanınızda dikilir, bir denetmen edasıyla kalemin kâğıt üzerindeki hareketlerini izler. Hiç ses çıkarmadan durur, sanki her yazdığınızı okur. Bazen de, uzanıp çenesini patilerine koyar, bilgisayarın klavyesinde hangi tuşa kaç kez baktığınızı sayar!

Gözlemci demiş de… Aslında doğada, gözü olan her canlı gözlemcidir. Kedi bunu daha özenle yapar, o kadar. Gözlerini gezdirdiği hiçbir nesneye öylece bakıp geçmez, bakışlarını sabitler, yani bakmakla kalmayıp görür, sonra başka bir nesneye odaklanır. Bakmakla görmek aynı şey değildir, bilirsiniz, asla “kedi boş boş bakıyor” diyemezsiniz. Neden her şeye bu kadar dikkatle bakıyor, onu bilemezsiniz.

Güvenli demiş… Evet, kedi kendinden emindir, neleri yapıp neleri yapamayacağını gayet iyi bilir. Bir kediyle yaşıyorsanız ona güvenirsiniz, arkanızdan iş çevirmeyeceğini bilirsiniz. Ama bunu insanlar için söyleyemezsiniz! Bazılarımız kediyi gördüğü anda dehşete kapılır, “arkamdan koşup zıplayacak, beni ensemden ısıracak” sanır. Böyle saçma şey olmaz, asılsızdır. Kedinin damarlarında iyilik dolaşır, iyi bir varlığın sevgisi koşulsuzdur.

Sebatkâr demiş… Buna ne kadar katılırım bilemiyorum. Hayatı boyunca –yani on beş yıl kadar- aynı koltuğun kenarını cırmaklayıp durmayı sebat sayıyorsanız onu da bilemem. Zaten bu cırmaklama işini azimli olduğundan yapmıyor, doğada dolaşsaydı tırnaklarını ağaçlarda bileyip törpüleyecekti. Ya da yaşadığı sürece kuru mama kemirmeyi de sebatkârlıktan saymamak gerek, o da mecburiyetten. Sebat demişken, ben sözünden veya kararından dönmeyen, bir işi sonuna değin sürdüren insan da görmedim hiç. Neyse, bu sebat işini daha fazla deşmesek daha iyi.

© Barış İncesu

İhtiyatlı demiş… Öyle sayılabilir. Tanımadığınız bir kediye elinizi uzatsanız, o da burnunu uzatır, parmaklarınızı koklar, az geri çekilip bu elin tanımadığı sahibinin yüzüne bakar. Sizi çözmeye, niyetinizi anlamaya çalışır. Temkinlidir yani. Başka bir zaman, mutfak tezgâhına çıkar, en üstteki rafa gözünü diker, uzun uzun bakar. Ihlamurların durduğu teneke kutuyla kuru kayısı kavanozunu, o an dünyanın en önemli şeyleriymiş gibi dikkatle inceler. Oturur, düşünür, bir iki minik adımla biraz yaklaşır. Yüksekliği ölçer, sinüsünü kosinüsünü hesaplar, azıcık poposunu oynatıp biraz daha düşünür. Emin olun, o rafı oraya monte eden usta bile bu kadar düşünmemiştir. Sonunda kararını verir, bir zıplayışta üstteki rafa ulaşır. Yukarıda duracak, hatta tutunacak yer yoktur, kayısı kavanozuyla birlikte tezgâha düşer. Kedi havada dönüp patilerinin üstüne iner, kavanozun böyle bir şansı yoktur, nasıl denk geldiyse öyle düşer. Kayısılar her yana saçılır. Kedi yediği halttan pişman, tezgâhtan yere sıçrar. Peşlerinden düşen teneke kutunun tangırtısından ödü kopar, can havliyle evin kim bilir hangi köşesine kaçar. Yani, ihtiyatlı olmak da bir yere kadar!

Zarif demiş… İşte buna söyleyecek bir şey yok. Kedi, zarafetin tüylü halidir. Koridorda, kırmızı halının üstünde yürüyüp giderken ardından bakın, podyumların kraliçesi dersiniz. Hareketleri ahenkli, minik adımları sessiz, yürüyor mu, havada mı süzülüyor belirsiz. Zarafet doğuştan gelir, zaten hayran olunacak bir dolu özelliği bulunan kediye bir paye daha verir.

Sessiz demiş… Bu da doğru. Ama, öyle taş gibi bir sessizlik değil, söyleyecek çok şeyi varmış da söylemezmiş gibi. Boşa konuşmaz, kelime israfı yapmazmış gibi. Dünya bu denli gürültülüyken fazladan sese ne gerek var, söyleyecek bir sözün varsa konuşursun, hepsi o kadar. Bence kediler sessizce konuşur. Varlığıyla söyler, bakışlarıyla anlatır. O da anlayana elbet. Ha, sessiz dedik ama, Mart aylarını bunun dışında tutmak gerek!

Karizmatik demiş… İşte bu! Eğer kedi de etkileyici değilse hiçbir şey karizmatik sayılmaz o zaman. Bir kedi, üstüne spot ışıkları çevrilmesine gerek olmadan, sadece duruşuyla, hatta salt var oluşuyla karizmatiktir. Fenomen haline gelmiş sosyal medya maymunlarına bakın, onların yarısı videolarında kedi bulunduğu için fenomen olmuşlardır.

© Şükrü Mehmet Ömür

Gururlu demiş. Gurur nedir ki? Kendini beğenip büyüklenmektir, kendine güvenmekten gelen iftihardır, kurum satmaktır, hatta kibirdir. Kedinin gururla ne işi olur? Kedi gururlu gibi görünse bile bundan haberi olmaz. Bu, ancak bizim gibi, gururlu olmayı değerli sayan insanların kediye yakıştırdığı bir sıfat olmalıdır. Ya da, bir insan kedisi olduğu için gurur duyuyordur! Kedi, gururdan onur duymayacak denli yükseklerde yaşayan bir canlıdır. Öte yandan, kedi ve gurur sözcüklerinin en fazla yan yana durabileceği durum, olsa olsa açken karnının guruldamasıdır!

Bağımsız diye yazmış… Burada durum biraz karışık. İyi bir şeye bağımlı olmak sizi alçaltmaz, kötü bir şeye bağımlı olmaksa düpedüz kötüdür. Kedi, kendine sahip seçtiği kişiye bağımlı yaşar. Kendi alışkanlıklarını onunkine uydurur, neredeyse onunla birlikte nefes alıp verir. Gider onunla uyur, mama istemek için bile onun uyanmasını bekler. Zaten kedi evine de bağlıdır, hatta evin gerçek sahibidir. Öyle ki, kediyle birlikte yaşayan bir dostum şöyle demişti: “Ev sahibimiz çok iyi biri, bizden kira bile almıyor. Biz de kirayı ona mama olarak ödüyoruz!”

Öte yandan, mesele kendi kendine yetmekse, nedenini bir tek kendinin bildiği şekilde aklına eseni yapmaksa, apaçık bağımsızdır. Bazen üç – beş kediyi bir arada görseniz de, kediler sürüler halinde yaşamaz. Dünyada tek başına ver olmayı bilir, hatta yalnızlığın kitabını yazmıştır. Bazen bir insanla birlikte yaşar, bazen bir köpeğe dost olur, ama her zaman kendine ait özel bir alanın içinde durur.

Bu listeyi, belki de dildeki tüm sıfatlar bitene kadar uzatmak mümkün. Çünkü dünyada kaç tane kedi varsa o kadar da kedi huyu vardır. Hepsi birbirine benzese de, dört pati bir kuyruktan ibaretmiş gibi göründe de, hiçbir kedi diğerine benzemez.

Yorum, görüş ve önerileriniz