Merhaba,
Fethiye yöresindeki zeytinler nasıl marka yapılır, diyerek, yeni fikir ve projeler için bir çağrı yapmıştım. Henüz kimseden bir haber yok ama bir süre beklemiyorum. Deprem bizi o kadar vurdu ki, ben başka bir şey düşünemez hale geldim, “herkes de aynıdır” diye düşünüyorum.
Geçen yazımda, kaleden Fethiye’ye bir hayalci ve bir plancı gibi bakınca çok güzel projeler düşünülebileceğini yazmaya çalışmıştım. Aklımda o dönemde çok önemsediğim ve hem medyada hem de yetkililer ile paylaştığım başka bir hayali yazmak vardı ama deprem bunu da geriye itti.
Fethiye’de yıllardır, neredeyse otuz yıldır, kapsamlı bir imar planı yapılmıyor. En son Özer Olgun zamanında bir plan yapılmıştı. İşte ben bu plan ile ilgili o dönemdeki önerilerimi ve korkularımı yazmak istiyorum. Öncelikle söyleyeyim. Ardında kötü bir kasıt ve/veya aptallık yok ise her plan, plansızlıktan daha iyidir. Bu nedenle bu çalışmayı önemsiyor ve Özer Olgun’u minnet ile anmak istiyorum. Ondan sonra, biri uzun sure olmak üzere iki başkan geçti ve üçüncü başkan da görevde ama Fethiye’nin planlı geleceğine yönelik bir çalışma hala yapılmadı. Bu konuda yetkisizlik, olanaksızlık gibi pek çok şey söylenebilir ama durum bu.
O zamanki plan çalışmaları sırasında, daha çalışmalar bitmeden Belediye Başkanımıza düşüncelerimi anlatmıştım. Plan sanırım 1994 yılında uygulanmıştı. Demek ki, 1993 yılında bu konuyu konuşmuşum. Planı şehir plancısı Hüseyin Ülkü’nün ekibi yapıyordu. Onun ile de konuşmuştum.
Bugün artık nasıl olduğunu bildiğimiz planın o sıralar nasıl olacağı yavaş yavaş belli olmuştu. Aklımda plana yönelik iki öneri vardı. Birincisi; plan, Fethiye’deki rüzgâr hattını kapatmamalıydı. Tersine rüzgâr yönlerine doğru, yeşil alanlardan oluşan akış koridorları düşünülmeliydi. Ankara’yı bilenler bu söylediğimi daha iyi anlayacaklardır. Geçmişte Ankara’da ciddi bir hava kirliliği vardı ve rüzgâr akış hattı olmadığı için bu kirliliği doğal olarak önlemek olanaklı değildi ve bundan çok çekmiştik. Aynı şeyin Fethiye’de de olmasından korkuyordum. Korktuğum o kadar çok olmasa da oldu. Bir kış sabahı çıkın kaleye ve Fethiye’ye bakın; Fethiye’nin üstünün bir sis ve duman ile kaplı olduğunu görürsünüz. İnsanlar bu dumanı soluyor. Yapılacak şey çok basitti. Beş ya da altı tane, Karaçulha’ya doğru bir yeşil kanal gibi parklar yapılabilirdi ve rüzgâr bu soğuk hat üzerinde duman ve sisi alıp, dağıtabilirdi. Üstelik Fethiye, şimdiki gibi güdük yeşillikler gibi değil, günlük ağaçlarının yeşili ve kokusu ile kaplı, inanılmaz güzellikte parklara, kültür alanlarına sahip olabilirdi. Bu konu açılmış iken Erdal Orhan’ı da özlem ile anmak istiyorum. Bu önerimi defalarca yazılarında ve programlarında gündeme getirmişti.
İkincisi ise; bu parkların arasında oluşturulacak imar adaları arasındaki yoğunluk idi. O günlerde, (gerçi hala da öyle ya) alçak bina yapılır ise hem çevre korunur hem de deprem riski azalır sanılıyordu. Benim önerim belirttiğim bu park koridorlarının arasına üçer adet dizili imar adaları konulması, parka yakın olan adalara iki kat, ortadaki imar adasına ise beş kat imar verilmesi idi. Düşünülen konut sayısına ulaşılamayacak ise beş paralel imar adası düşünülüp, ortadaki adaya yedi kat bile verilebileceğini söylemiş idim. Böylece ortadaki adadaki apartmanlarda yaşayan insanların hem yeşil alan ve hem de deniz manzarası şansı olabilecek idi. Dikkat edin denize göre Fethiye’de ikinci sıradaki evlerin deniz manzarası, dolayısı ile Fethiyelinin deniz ilişkisi çoğunlukla yoktur. Depreme karşı koruma adına iki katlı binalarda geniş temel önermiştim. Genellikle temeller bina dış duvarlarından en fazla bir metre genişlikte yapılır. Eğer temel daha geniş olur ise bina ağırlığı daha geniş bir alana yayılacağı için, risk azalacaktır ve bu nedenle geniş temel önermiştim.
Apartmanlarda ise kazıklı temel şartının konulmasını önermiş idim. Kazıklı temel, sağlam zemin bulununcaya kadar yere kazık çakılıp, temelin bu kazıkların üzerine oturtulması yöntemidir ve Fethiye için uygun bir yöntem idi. Eğer bir bina doğru proje ile yapılmış ve uygulaması aynı doğrulukta ise can kaybına sebep verecek şekilde yıkılmaz. Ama bunun yanısıra binanın da ayakta kalması, mal kaybının olmaması da önemli. Bunun için binanın zemine göre projelendirilmesi gerekir. Geniş temel ve kazık temel önerilerim bu nedenle idi.
Bu iki önerim de dikkate alınmadı. Ben bu iki düşüncemi ve başka düşüncelerimi yakın bir dostum ile konuşuyor ve ondan da sağlamasını alıyordum. Yani benim ile aynı fikirde olan bir bilen daha vardı. Rahmetli Gürol Gürkan. ODTÜ mezunu hem şehir plancısı, hem de mimar. O da benim ile aynı fikirde idi ve pek çok televizyon programında bunları paylaşmış idik.
Diyeceksiniz ki; nerden bilelim bunları söylediğini? 1995 yılında “Fethiye 2000” ve “Fethiye Meydanı” adında iki televizyon programında danışmanlık yapmıştım. Bu programları Milenyumdan beş yıl önce yapmıştık. İki bin yılına Fethiye, düşünsün, hazırlansın diye yapmıştık. Orhan Okutan ve Seyran Sucu bu programları yapan arkadaşlarımdan ikisi. Orhan’ın omuzunda o ağır kamera ile bu anlattıklarımı ve değişik yazılarımda anlatacağım pek çok hayalin çekimlerini yapmıştık. Yapılan çekimlerin üzerine, daha sonra yeniden kayıt yapıldığı için bu programların bir bölümü artık yokmuş ama merak edenler onlara sorabilir.
Sevgi ile kalın.