DOSTLAR – BÖLÜK PÖRÇÜK ANILAR – EKİN DURU BÖLÜM 10

AHMET – GÜLÜMSER GÜLHAN

Ahmet Gülhan
Gülümser Gülhan

Daha önce belirttiğim gibi, Gülümser’i Dostlar Tiyatrosu’nun düzenlediği kurslara katıldığında tanıdım. Daha sonra ilişkimizde bir kopukluk oldu. Bu arada o Ahmet Gülhan’la evlendi. Bir gün ikisiyle Fethiye’de karşılaşıp kucaklaştık. Kalkan’da bir evleri olduğunu ve yazları orada kaldıklarını söylediler. Hafta sonları fırsat bulduğumuzda onları ziyaret edip birlikte yüzdük. Özdemir’in zıpkınla avladığı ahtapotları, müren balığını onların evinde pişirip afiyetle yedik. Özdemir’e kansere tanısı konması üzerine kemoterapi için önceleri İstanbul’a otobüsle gidiyorduk ama daha sonraları uzun yolda yorulduğu ve duman altı olduğu için uçakla gidip gelmek zorunda kaldık. Bu arada dükkâna sürekli ve düzenli sahip çıkamadığımız için satışlarımız düşmeye başladı. Sıkıntımızı fark eden Gülümser kendi imalatımız olan kolyelerden bir miktar seçip satmak üzere İstanbul’a götürdü. Bir sonraki kemoterapi seansına gittiğimizde hepsini satmış olduğunu gördük: alıcılar arasına o sırada ciddi bir rahatsızlık geçiren Adile Naşit’i bile katmayı başarmıştı. Sağ olsun dostlar!

Yıldız Kenter
Müşfik Kenter

YILDIZ-MÜŞFİK KENTER

Kendileriyle yarı profesyonel tiyatro yaşamımda belli bir oranda tanışıklığımız vardı ama asıl yakınlaşmamız 1960’ta geçirdiğim kaza nedeniyle Fransız Hastanesinde yatarken Yıldız ile Şükran Güngör’ün ziyaretime gelmesiyle başladı. Hastaneden çıktıktan sonra Yıldız beni arayıp Site Sineması’nın çatısındaki tiyatroda Antigone’yi sahneleyeceğini, benim de sütnineyi oynamamı istediğini söyledi. Kazada sağ bacağımdaki sinir koptuğundan ayak bileğim fazla oynamıyor, bu yüzden de topallıyordum: yani yaşlı bir sütnine rolüne uygundum. Gündüzleri gene sekreterlik işimi sürdürürken akşamüstü işten çıktıktan sonra nefes nefese tiyatroya ulaşıyordum, çünkü tiyatronun kulis girişi olmadığından salona seyirci alındıktan sonra ancak yangın merdiveninden sahne arkasına girebiliyorduk. Karlı ve soğuk bir kış günü geciktim. Yangın merdiveninin başına geldiğimde basamakların buz tutmuş olduğunu fark edip panikledim. Merdivenin baçına oturup ağlamaya başladım. Sesimi duyan rahmetli Kamran Yüce hemen yanıma tırmandı ve korkumu bastırmak için sürekli konuşmak suretiyle beni yüreklendirerek kulise indirdi. Bu dostluğunu her zaman minnetle anarım.

GÖKSEL KORTAY

Göksel Kortay

Göksel Kortay, kolejden arkadaşım. 1951’de okulun hazırlık sınıfına yatılı olarak girmiştim. 16 kişilik yatakhanede ilk kez ailemden uzak kalıyordum; İstanbul’un yabancısıydım, kalabalığa alışık değildim; hele kolejin havasına hiç hazırlıklı değildim. İçime kapanıklığımı da belli etmek istemiyordum. Bu nedenle olaya balıklama dalmaya, kalabalığa seslenmeyi denemeye karar vererek 29 Ekim kutlamaları çerçevesinde Robert Kolej’de (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi) sahnelenecek olan Reşat Nuri Güntekin’in Taş Parçası seçmelerine katıldım. Karma bir kadrosu olan oyunda kızların hiçbiri yaşlı rolü üstlenmek istemiyordu. Bu nedenle oyunun baş kişisinin sütninesi olarak seçildim. Göksel’le dostluğumuz o dönemde gelişti gündüzlü idi; hafta sonları bazen annesi ve anneannesiyle birlikte yaşadığı evine gider, annesinin onu “benim kayısı kızım” diye sevmesini izleyerek aile yuvası özlemimi giderirdim. Zaman içinde hem Göksel’in hem de benim tiyatroya olan tutkumuz arttı. 1960’larda Amerika’da eğitim için verilen Fulbright bursları yeniden canlandırılınca ikimiz de başvurduk ve kazandık. Uçağa bineceğimiz tarihte ise ben kaza geçirmiş, hastanede yatıyordum; o tiyatro eğitimi almak için Amerika’ya gitti. Yıllar içinde yollarımız kesişti. Eşi Kerem Yılmazer’i o alçakça bombalama olayında yitirdiğinde Fethiye’den kendisine ulaşmaya çok çalıştım, sonunda dostlar aracılığı ile mesajımı ilettim. En son 2006’da mezuniyetimizin 50. Yılında okulda bir araya geldik, sanki dün ayrılmış gibiydik…

MİNA URGAN

Mina Urgan

Mina Urgan’ı üvey dayım Berna Moran, Gencay Gürsoy gibi dostların katıldığı Mavi Yolculuklar dolayısı ile tanıdım. Halet Çambel – Nail Çakırhan çiftinin çok yakın arkadaşı olması tanışıklığımızın daha da gelişmesine yol açtı. Akyaka’da düzenlenen Nail Çakırhan gecesinden sonraki yemekte yan yana düştük. Tam karşımızda Halet Abla oturuyordu. Akyaka’nın sivrisinekleri ünlüdür. Çoğunluk şort giymiş olduğundan önlem almak gerekiyordu ve bende Off isimli krem vardı. Önce Halet Abla’ya verdim, sonra da Mina’nın bacaklarına sürmek için eğilirken “biraz çapkınlık yapayım” diye şakalaştım. Mina eliyle ağzını maskeleyerek bana “Halet benim açık saçık hikâye anlatmama kızıyor, onun için sana gizlice anlatayım,” dedi ve bana şu fıkrayı aktardı: “Bir karı-koca kızlarını evlendiriyor. Bir süre sonra anne kızını özleyip görmeye gidiyor. Bakıyor ki kapıyı açan kızı anadan doğma. “Kızım bu ne hal?” sorusu üzerine kız kıkırdıyor, “anneciğim, bu benim aşk elbisem.” Kadın eve döndüğümde düşünüyor; artık bir Köroğlu bir Ayvaz kalmışlar, o da kızı gibi davranmaya karar veriyor. Akşam eşi eve geldiğinde kapıyı anadan doğma açıyor. Adamcağız dehşet içinde bakakalırken kadın kıkırdıyor: “şekerim, bu benim aşk elbisem.” Kocası bir kez daha bakıyor ve “keşke,” diyor, “giymeden önce biraz ütüleseydin…”

Halet Çambel – Nail Çakırhan

Mina, Bir Dinozor’un Gezileri isimli kitabının 278. sayfasına Özdemir’le benim de bulunduğum bir fotoğraf eklemiş. Dostlarla birlikte o kadar az fotoğrafımız var ki bunu eşsiz bir armağan olarak değerlendiriyorum.

Yorum, görüş ve önerileriniz