KEŞKE BÖYLE OLSAYDI – 11 / BİROL GANİOĞLU
Naci Dayı’yı bu defa da misafir edemeyeceğiz anlaşılan. Bazı işleri çıktı. Ben de çok üstelemedim.
Hani Kale’nin yanındaki alan ile ilgili, protokole bağlanan proje ile ilgili, onun hafızası benden daha iyi, dediğim proje. Bunu yazmak onun boynunun borcu oldu.
Ben bu kez Kayaköy’ü yazayım diyorum. Kayaköy bir yazıda biter mi bilmem ama deneyeceğim. Yıllarca Kayaköy’de yaşamış biri olarak oraya daha bir duygusal yaklaşıyorum. Üstelik ben Fethiye’ye ilk geldiğimde, Likya duygusunu ilk Kayaköy’de hissetmiştim. Likya için üç kitap yazdım. Bunların ikisi Kayaköy’de yazıldı. Üçüncünün tasarımı da Kayaköy’de aklımda oluştu. Bir yanda bu duygular ile Kayaköy var. Hemen yanında gidenleri, duyguların en derininde, yaşatan ev kalıntıları, duvarlar…
Kayaköy deyince aklıma İsmail Zerman gelir. İsmail, Ölüdeniz’de işlettiğim kampta tanıştığım, kendi çabası ile Fransızcasını geliştirmiş bir arkadaşım idi. Aslında o beni Likya ile tanıştırdı. Bir gün bunları daha uzun yazmak istiyorum ama şimdi konuyu dağıtmayayım. İsmail o zamanlar Kayaköy’de ilkokul öğretmeni idi. Fethiye’deki evinden, eğer aracı olan arkadaşları ile gidemedi ise, okula yürüyerek giderdi. Aynen Likyalılar gibi. Dedim ya bunları başka bir yazıda yazmak gerek.
Kaya’ya döner isek. Kaya’da bana göre en önemli açılım; “İnterreg 3” diye adlandırılan, Avrupa Birliği’nin özel bir proje çağrısı ve fonu. Bir zamanlar bir grup “aklı evvel” bu fona başvuralım, proje hazırlayalım diye yola çıktı. Haa bu arada diyeyim. Ben bu işin yancısı idim. 🙂
Bu dediğim işleri kim bilir, hatırlar derseniz, Naci bilir. İnci bilir. Bu proje konusunu onlar yazsın, Oktay Ekinci’yi yad etsinler ve benim konuğum olup, burada yazsınlar. Bu durumda gelecek ay ve sonraki ay benim yazılarımdan mahrum kalacaksınız ama size iki yıldız getirmiş olacağım. Keyfini çıkartın.
Şimdi dönelim Kayaköy’e. Kayaköy ile tanışıp, sonra orada yaşayıp, öğrenmeye başladığımda en çok sıkıldığım konu, bize Kayaköy’ü anlatsana diyen dostlar olmuştu. Ayaküstü nesi anlatılır ki? Kendimce anlatıyordum. Bir süre sonra bu işten yoruldum. Benim anlattıklarım ile onların beklentileri uyuşmuyordu. Benim önceliklerim ile onların beklentileri farklı idi ve bu ayak üstü anlatılacak gibi değildi. Sonunda bir karar verdim, yeni kitabım; Kayaköy, Fethiye ve Mübadele üzerine olacak.
Kayaköy’e uzun bir giriş oldu. Ama içimi dökmem gerekti. Yoksa rahatlayamazdım. Kayaköy için “Keşke Böyle Olsaydı” yazısı yazmak için artık çok geç.
İnci veya Naci o projeyi yazsın istiyorum. Sırf bir zamanlar birilerinin buraya bir şeyler yapmak istediklerinin unutulmaması için. Böyle bir proje niye başarısız oldu yazılmalı. Yazılmalı ki, bu yollara baş koyanların ufku açılsın diye. Böylesine çok özel bir projenin içine Kayaköy insanını katmak adına neler yapıldığının anlatılması için yazılmalı. Yazılacaklar, benim kızgınlıkla unutmak istediklerimi yeniden bana hatırlatmak ve umut duymam için gerekli. Bugün Kayaköy’e yeniden bakacak isek bunları bilmek gerekli.
Kayaköy için bir hayalim vardı. Yaklaşık 900 civarındaki o evlerin küçük bir bölümünün, yaşayan bir müze gibi yaşatılması hayalim idi. Kalan evlerin gidenlerin anısına, olduğu gibi, yani yıkık hali ile ama daha fazla yıkılıp yok olmadan korunması gerektiğini düşünüyordum. Gidenlerin anısına bir müze kurulması hayalim idi. Torunları geldiklerinde yabancılık çekmesinler diye bir müze olsun istiyordum. İki kilisenin, barış için, barış dilekleri dilenmesi için, onarılmasını istiyordum. Bu hayallerimi pek çok dostum da paylaşıyor, geliştiriyordu.
Bunu için bir şans tesadüf eseri doğdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı burayı tahsis için ihaleye çıkarttı. Ben yurt dışına gidiyordum ama duyunca çok sevindim. Gitmeden önce ihale şartnamesini inceledim ve sonra gittim. Ön kabulde bazı şartlar vardı. Kim kabul edilir ise, önce evlerin rölevesini çıkartacak, üç boyutlu görüntülerini alacak ve Anıtlar Kurulu’na verecekti. Böylece evlerin durumu belgelenecekti. Kurul bunları kabul ettikten sonra, ön kabulü alan firma projesini Anıtlar Kurulu’na sunacak, proje “Kabul” gördükten sonra kesin “Kabul” yapılıp, ihale sonuçlanacaktı. İçim rahat olarak gittim.
Ancak bunların yanı sıra, eğer ihaleyi alırlar ise zoraki bir ortak almalı gerektiği bilgisine daha sonra da ulaştım. Kayaköy için olabilecek en anlamlı çözüm, bir yandan “çevrecilerimiz”, bir yandan da zoraki ortak zorlamasını yapan çete eliyle yok edildi.
Döndüğümde olanlar tam bir hüsrandı. Bizim aklı zayıf çevre “sevici”lerimiz, “Koç” burayı alacak, bütün evleri tatil köyü yapacak gibi, gerçekle ilgisi olmayan tezviratlar ile, buna karşı çıkmış ve bir otelde toplantı yapmışlardı. Sonuna kadar mücadele kararı almışlardı.
Oysa araştırdığımda; ön kabulü alan firma Anemon Otel grubu idi. Bunlar, iki kazı ve bir restorasyonu finanse eden bir firma idi. O denilenlerin hiçbirini yapmazlardı. Önce konu ile ilgili tanıdığım bir dostu aradım. O bana 150-200 kadar evin onarılacağı bilgisi verdi. Diğer evlerin korunması gerektiği, aksi halde değer kaybı olacağı anlattı. Bir müze düşünülmesi gerektiği anlattı.
Otellerinde bir dönem gruplarım kaldığı için, Anemon Otellerin sahiplerini tanıyordum. Aradım ve “çevreci” arkadaşların tepkileri konusunda yardımcı olabileceğimi söyledim. Bana teminatlarını yakıp, bu işten vazgeçtikleri anlattı. Kayaköy’ün kayalarında, altyapı yatırım maliyetinin çok yüksek olduğu anlatıldı. Bu işe para kazanmak için girmedikleri anlatıldı. Tepkiler üzerine vazgeçtikleri söylendi.
Bunlardan sonra Kayaköy’de yaşamaktan soğudum ve oradaki mülkü satıp, uzaklaşmak istedim.
Artık, sevgili Işık’ın Kayaköy’ü yok. O Kayaköy, öykülerde kaldı. Gidenlerin öykülerinde, kalanların öykülerinde. Kimilerinin yalnızca aklında, duygularında…
Her şey o kadar bozuldu ki, artık yeni bir gün ve yeni şeyler yazma zamanı cancağızım.
Yeni şeyler için yeni yazı gerek.
Sevgi ile kalın.