KEDİ MİLLETİ – YALNIZ – GÖKHAN KORKMAZGİL

Ona Bahriye Üçok Parkı’nın köşesinde rastladım, adını bilmiyorum, doğrusu, bir adı var mı onu da bilmiyorum, ben ona Yalnız diyorum.  Sokakta yaşayan, kendi başına dolaşan, herkesin dilediği isimle seslendiği bir kedi o. Hırpani görünümlü, sert bakışlı genç bir tekir, hemen kucağıma alayım, azıcık seveyim diyemiyorsunuz. Sokağın kurallarını biliyor, kedi okulunu ortalıkta tamamlamış, kendi kurallarını da sokağa salmış. Kim bilir nerelerde dolanmış, çıkıp gelmiş, enli bahçe duvarının üstüne upuzun yatmış. Arka ayaklarıyla kuyruğunu sanki iyice gerinmiş de öyle bırakmış, geriye uzatmış. Ön ayaklarını da ileriye uzatıp, geniş bir yay gibi olmuş. Başını yere yan koymuş, öylece uyumuş. Karnı usul usul inip kalkıyor, bazen ön patilerinden biri hafifçe kıvrılıp eski haline dönüyor, kuyruğunun ucu azıcık kalkıp iniyor, omuzu seğiriyor. Yakınlardan bir ses duyulduğunda bir kulağı o yöne dönüyor, kendi uyumaya devam ediyor. Sanırım rüya görüyor. Kediler rüya görür mü? Bence görür. Yoksa ne diye uyuyup dururken aniden kalkıp gitsin, bir yerlere uzun uzun baksın, köşe bucak koklasın, sonra gelip tekrar yatsın? Derin uykudayken birden gözlerini fal taşı gibi açıp kafasını kaldırsın, dikkatle bizim duymadığımız sesleri dinlesin? Bence kediler bu dünyadan olmayan bir şeyleri işitip hissediyorlar, rüya biçiminde olsa da.

© Barış İncesu

Uzaktan bir adamla bir köpek görünüyor, uzunca bir kayışın iki ucundalar, ağır ağır yaklaşıyorlar. Sanırsınız adamı köpeğe bağlamışlar; adam hafif kilolu, adımlarını gönülsüzce atıyor, ayaklarını sürüyerek yürüyor. Köpekse uzun bacaklı, çekik karınlı, tazı gibi bir şey, sırtı siyah, karnıyla burnu kahverengi. Yerinde duramıyor, burnuyla çimenleri tarıyor, orayı burayı kokluyor, kayışı çekiştirip adamı peşinden sürüklüyor. Görülen o ki köpek adamı gezintiye çıkarmış.

Köpeğin boynuna plastik bir koni takmışlar, demek ki birilerini pek fena ısırıyor. Burnu yerde seğirtip gezelerken dört ayaklı bir huniye benziyor! Bir ara durup başını kaldırıyor, iki kez havlıyor. Bu haliyle de ucuna dört ayak bir kuyruk takılmış bir megafonu andırıyor!

© Şükrü Mehmet Ömür

Köpekle adam, kediye ilişmeden uzaklaşıp gidiyorlar. Bu kez bahçe duvarının öte yanından iki çocuk beliriyor. Alçak sesle konuşuyorlar, muzır yüzleri bir fısıltı bulutunun içinde birbirine yaklaşıyor. Bir arıza çıkacağı baştan belli, çocuk dediğin sessiz olmaz, bağırıp çağırmadan konuşmaz. İki büklüm olup küçük adımlarla kediye yaklaşıyorlar. Kedi bu, yer mi, bir gözünü bile açmasa da, bir kulağını onlardan yana çeviriyor. Henüz bir tehlike sezmemiş, uyumayı sürdürüyor. Çocuklar daha fazla duramıyor, ikisi birden havlamaya başlıyor: “Hav! Hov! Houu, hov!” Kedi şimşek hızıyla gözlerini açıp başını kaldırıyor, çevrede köpek arıyor. Köpeği bulamayınca çocuklara dönüyor, gözlüklerinin üstünden bakan bir sınıf öğretmeni gibi çocukları süzüyor. Bakışları “gerçekten mi? Bu mu yani?” diyor. Çocuklar, kediyi tam korkutamadıklarından yarım olan kahkahalarını alıp uzaklaşıyor. Kedi arkalarından bir süre bakıyor, ne düşündüğü bilinmez, bilinir de şimdi burada söylenmez, uykusuna geri dönüyor.

Kediler konuşmaz, daha doğrusu pek az konuşur, onu da bir tek kedice bilenler anlar. İnsanlar konuşuyor da ne oluyor, bir insanın ağzından bin tane laf çıkıyor, kaçı doğru kimse anlamıyor. Hem, insanın nasihat verecek dili çalışacağına, dert dinleyecek kulakları açık olsun yeter. Kedi milleti iyi dinleyicidir, inanmazsanız siz de sınayın. Onu karşınıza alın, konuşun da konuşun, gözlerini sizinkilere diker, kulaklarını açar, dinler de dinler. Emin olun, ağzını açıp bir şey demez, nasihat vermez. Bir zaman sonra ağzını kocaman açıp esniyorsa, bilin ki yeterince konuşmuşsunuzdur, artık susabilirsiniz. Ne kadar güç olsa da!

Yorum, görüş ve önerileriniz