KEDİ MİLLETİ – HOPİ – GÖKHAN KORKMAZGİL

Günlükbaşı’nı geçtim, Çatalarık’tan yukarı, Değirmenbaşı’na doğru pedal basıyorum. Okaliptüs ağaçlarının arasından cırcır böceklerinin bitimsiz korosu doğanın bestelerinden birini seslendiriyor. Hava öyle sıcak ki yanımdan hızla geçen arabaların rüzgârından medet umuyorum. Birden, ayağımın altındaki pedal boşalıyor, zincir atıyor. Bisiklet duruyor, ben iniyorum, sıcak daha beter bastırıyor. Sürerken iyi kötü rüzgâr oluyor, yoksa da ben havayı yararken yapıyorum, ben durduğumda hava da duruyor. Çömelip bakıyorum, parçalanmış bir araba lastiğinin ufacık ama kalınca parçası nasıl olduysa zincirle dişlinin arasına girmiş, zinciri yerinden çıkarmış. Pedalı bir tur geri sarayım, lastik parçasını aradan çıkarayım, zincir yerine oturur, ben devam eder giderim.

© Şükrü Mehmet Ömür

O sırada, bir kedi çıkageliyor. Yolun karşısında belediyenin hayvan barınağı var, çevresinde de onlarca köpek çetesi; buralarda havlama sesleri hiç eksik olmaz, bu yalnızcan ne arıyor düşman topraklarda? Yanıt, bir olasılık biçiminde aklımda beliriveriyor: Az önce önünden geçtiğim bakkalın kedisi olmalı. Salınarak, telaşsız adımlarla yürüyüp yaklaşıyor, beş metre ötemde dört pati bir popo, kaldırıma oturuyor, gözlerini dikip bakmaya başlıyor. Tarçın rengi benekleri olan, siyahlı beyazlı, alacalı bulacalı bir dişi. Yüzünde bir ciddiyet, iri gözlerinde alabildiğine masumiyet. Bisikletin çantasından yarım litrelik su şişesini çıkarıyorum, azıcığını yere damlatıp avucuma su dolduruyor, ona doğru uzatıyorum, acaba su mu istiyor? İlgilenmiyor, hem, bakkalın kedisiyse suyunu oradan içiyordur.

Bakkal buna ne yediriyordur? Kediler için balık sever derler, bir de kedi ciğerle neredeyse özdeşleşmiştir. Bence külliyen yalan. Kedi balıkçı mıdır ki gidip balık tutsun, oturup ayıklasın. Her şeyden önce kedi sudan hoşlanmaz, ayağı bile suya değse silkelemeden oradan uzaklaşmaz. Bence balıkçılar satamayacakları küçük balıkları kediye atmıştır, o da afiyetle yutmuştur. Adı da balıksever kalmıştır. Ciğer konusu ise daha büyük yalan. Kedi gidecek, koyunu danayı avlayacak, ciğerini sökecek, oturup yiyecek. Bu hiç olmaz. Bence ciğerle ilgili olan da şudur: Kasaplar hayvanı parçalayıp ayırırken kimseye satamadıkları akciğerleri kediye vermiş, kedi “istemem, karaciğer ver” mi diyecek, havada yakalayıp yemiş. Oldu mu sana kediler ciğer sever? Hatta daha da iyisi, ciğercinin kedisi!

© Temmuz Korkmazgil

Alacalı kedi gözlerini sıkıca yumup ağzını kocaman açarak bir güzel esniyor, “mik” diyor, bakmayı sürdürüyor. Yok, bir şey istemiyor, kulaktan kuyruğa, saf bir merak olmuş orada oturuyor. Şimdi ben de merak içindeyim, bu kürklü kişinin benimle ne işi var? Kızılderili Pueblo kabilesinden biriymişim gibi davranıyorum, çünkü Pueblo’lar şöyle der: “Soru sorma, gözle, dinle, bekle! Cevap sana kendiliğinden gelecektir.” Bekliyorum, öylece bakışıyoruz, cevap mevap gelmiyor. Duramıyorum, soruyorum: “Ne istiyorsun? Susadın mı?” O ise Hopi kabilesinden olmalı, çünkü Hopiler de şöyle der: “Cevap vermemek de bir cevaptır ve ustaca bir cevaptır.” Böylece, anlaşamıyoruz, yok, bir dakika, belki de gayet iyi anlaştık, birbirimize ilişmedik, bulaşmadık, belki de en iyisi budur. Hopi kabilesinden arkadaşı ardımda bırakıp yola devam ediyorum. Kedinin adını bilmiyorum, onun haberi yok ama ben ona “Hopi” adını koyuyorum.

Yorum, görüş ve önerileriniz