Şehirleri özel kılan, orada yaşayanları da yaşamayı seçenleri de geniş kanatları altında toplayan ve yakınlaştıran; o şehirde sizden önce yaşanmış hayatların birbirine karışan ayak izleridir.
Her gün ayni yere düşen gölgelerde soluklanmak, ayni dağın ardından doğan Güneşe merhaba demek ve hep ayni tepenin ardından uğurlamak en değerli hemşerilik bağıdır.
Daha da önemlisi; bu aidiyet bağlarının nesiller arasında devir teslimini yapacak sözlü ve yazılı tarihi “Kent Mirası“ haline getirebilmek ve hikayeleri ile yaşatarak “Kent Hafızasını“ oluşturmak yerel yönetimlerin de, sivil toplum inisiyatiflerinin de en önemli görevlerinden birisidir.
Fethiye, son otuz yıldır derin bir yanılgı ile geçmişi ile bağlarını koparmak için hoyrat bir çaba içinde.
Hikayesini unutan şehirleri yağmalamak daha kolay çünkü…
Mevcut imar parselleri ve Eski Şehir dokusu üzerinde sıkışan şehrin imar baskısı kaçak yapılaşmaya göz yumarak, Kişiler özel imar planı değişikleri ile içinden yerel siyasetin finansmanının da çıkartıldığı düzenek olarak yıllardır işletiliyor.
Bu kirli pazarın patronları kazanırken Fethiye kaybediyor.
1957 Depreminin büyük yıkımına rağmen Fethiye de sivil mimari örneği olarak korunacak ve hikayeleri ile yaşatılacak çok yapı vardı ve ne yazık ki yok olmayı bekleyen son birkaç örneğin dışında insan eli ile yok edildiler.
Mekanlarla birlikte, sözlü tarihi öykünenler birer birer eksildikçe bu şehir tıpkı git gide hafızasını kaybeden bir yaşlı gibi yalnızlaşıyor. Bu yalnızlığı hissettiğim zamanlarda, Fethiye’nin yaşlı kalbinin hala sıcacık attığı sokaklara, gölgelere doğru yürürüm.
Tepesidelik ve Çarşı Caddesi Yamaçlarında daracık sokaklara düşen gölgelerin içine usulca sızmış biraz rutubet, biraz soba dumanı, birbirine karışmış yemek kokularının içinden geçerek Çarşı Caddesinin cumbalı evlerinden taşıp, ince bir sızı gibi içinize değen nihavent şarkının peşine takılıp şekerci Mustafa’nın rengarenk şekerleri ile dolu geniş karınlı cam kavanozların etrafında ateş böcekleri gibi toplanmış çocukların arasından Bezmi’nin Dükkanına ulaşınca hala burnuma baharat kokularına karışmış kök boyaların kokuları gelir. Bir zamanın üstüne sıkıca kapanmış kepenklerin ardında bir saz, bir darbuka, bir mandolin ve sıra sıra dizilmiş kırkbeşlik plaklar yerli yerinde duruyorlar mı acaba? Diye geçiririm içimden…
Çarşı Caddesinin devamındaki Hamam Sokağının İtalyan Stili balkonlarındaki zarif hanımlar ve beyler gideli çok oldu ama anıları ve ayak izleri duruyor bu şehirde.
Hoyrat para kazanma kavgalarına tutuşmuş “yeni nesil Fethiyeliler“ için bu incelikler para etmez elbette.
Ancak, hatırlayanların ve bu şehri bir süreliğine yönetme emanetini teslim almış olanların birlikte bir gönül borçları vardır Fethiye’ye. Belediye Hizmet Binasının, iş yerlerinin duvarlarına, asılan Eski Fethiye fotoğraflarında bu şehrin mimari kimliği de sosyolojik anatomisi de gizlidir.
Hiç değilse hatırlanan bir sokağı, birkaç evi kurtarıp anıları ile birlikte yaşatamıyor yerel yönetim ve sivil inisiyatif. Fethiye, hafızasını giderek kaybeden bir yaşlı gibi geleneklerini, inceliklerini, anılarını unutarak hoyrat, değer bilmez, paralı yeni yetme toraman oğlan çocuklarının elinde hırpalana, hırpalana ruhunu teslim ediyor…