Fethiye’ye bahar geldi. Bunu en çok papatyaların ve gelinciklerin pıtrak gibi her yerde açmasından anlayabiliyoruz. Her tarlayı en meşhur ressamın bile hiçbir zaman tam olarak yansıtamayacağı renklere boyayan gelincikler ve her biri sanki ayrı bir karaktermiş gibi, her biri bize gülümsermiş gibi yollar boyu serpilmiş papatyaların bize bakışlarından çıkarabiliyoruz.
Elbet Fethiye’nin çiçekli bitkileri bu iki renkli bahar habercisinden ibaret değil. Çançiçekleri, Kantaronlar, Süsenler, Ballıbabalar ve daha niceleri bahar müjdecisi olarak çiçeğe durdular bu sıralar. Her biri ayrı renk ve kokuda olan bu çiçekli bitki türleri kısa köy yürüyüşlerinde ya da biraz şehirden uzaklaşınca, yol kenarlarında bizi karşılamaya hazırlar artık.
Memlekete baharın gelişi şimdilik ertelense de tüm doğaya baharın kokuları yayılmaya başladı bile. Doğa her koşulda kendi düzenini sürdürüyor. Biz insanlar “her ne kadar” kimi tarihsel aralıklarda ilerlemeyi bir kenara bıraksak da eninde sonunda ilerlemek zorunda olan zamanın ve bizi bu zaman içerisinde sürükleyen doğanın tastamam dışında değiliz. Hem her gecenin gündüzü var hem de her kışın bir baharı.
Fethiye çiçekli bitkiler açısından çok şanslı bir coğrafik konumda. Elbet Anadolu’nun hemen her yeri, yeryüzünde başka yerleriyle karşılaşamayacağımız kadar çok sayıda çiçekli bitkinin anavatanı. Fakat memleket Fethiye olunca hem kayırmamıza hem de ister istemez yakından tanıdığımız yerlere odaklanmamıza neden oluyor bu durum. Çoğu kez bahçede ot yolarken ya da bir tarlayı adımlarken her seferinde beni etkileyen şeylerden birisi, bu topraklarda ne çok bitki olduğunu görmek oluyor. Botanikçiler için bir metrekarede yer alan bitki türü sayısının çokluğu o bölgenin zengin bir canlı varlığı olduğunun doğrudan bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Bunu Fethiye’de yaşayan her birimiz, muhtemelen her ilkbahar test ediyoruzdur. Bir park, bir tarla ya da apartmanımızın bahçesi olsun metrekareye düşen bitki sayısını tekrar bu gözle değerlendirmenizi öneririm.
Bu sayısal çokluk bir yandan da mevsimsel değişimlerle de farklılık gösterebiliyor. Mesela aynı noktadan bir iki ay arayla tekrardan gözlem yapmanızı da isterim. Mevsimler değiştikçe, o aynı “bir metrekare”de her ay farklı bir bitki grubu ile karşılaşmanız çok olası. Dolayısıyla o “bir metrekare” hem her seferinde o mevsimin bitkileri arasındaki evrimsel yer değiştirme sıralaması ile hem de yaşadığımız coğrafyanın zengin botanik sermayesi ile inanılmaz renkli bir dönüşüm geçirecek.
Bu “bir metre kare” meselesini de biraz açmak lazım. Aslında yaşam, insanın ölçü birimleriyle ölçülen bir şey değil. Onu baştan belirtelim. Bu sınır ancak bizim doğayı anlamak için kullandığımız değerlerden biri. Elbet hiçbir bitki, sınır olarak belirlediğimiz o “bir metre kare” ile ölçülen mikro dünyada yaşamıyor. Bu mikro sınırlar türümüzün, büyük evreni anlaması için kavramsal ölçüler veriyor hepimize o kadar. Bu yazıda sıkça lafını ettiğim bu ölçü aslen Fethiye’nin botanik zenginliğini tastamam anlatmaya da ne yazık ki yetmeyecek. O yüzden rotamızı hem bahar vakti çiçek açmayan hem tarlalarda göremeyeceğimiz, hem de kendi soyu içinde ayrı bir yere sahip olan çiçekli bitkiye çevireceğiz.
Pancratium maritimum
Adında geçen “mari”, denizdir. Bu Latince isim onu denize bağlar. Hem Latince isminde yer alan Mari, hem de Yunan efsanelerinde geçen anlatılarıyla, bu bitki gerçek bir ilgiyi hak ediyor. Peki, Fethiye ile nasıl bağlayacağız? Hem çok kolay hem çok zor. Önce efsanesinden başlayalım; Hera uyurken, dönemin meşhur zamparası Zeus, yeni doğan bir bebeği onun kucağına bırakır. Daha sonra Herakles olacak bu bebek o kadar süt emer ki, etrafa sıçratır Hera’nın memelerindeki sütü. İşte etrafa damlayan her süt damlası Kum Zambağı’na dönüşür.
Kum Zambağı Fethiye’de azın azıdır. Bir iki sahil dışında ne yazık ki sayılı olarak varlığını sürdürüyor. Tabi bu arada başka bir özelliğini de yazmadan olmaz; bilimsel olarak dâhil olduğu familyanın deniz kıyısında varlık gösteren tek türüdür. İlkbahar dışında çiçek açan az sayıdaki bitkiden biridir. Çoğu kez adını duyduğumuz bu güzel şimdi, doğal yaşam alanı olan Belcekız, Karaot gibi sahillerde yaşam mücadelesi veriyor.
Nasıl bizim memleket her seferinde baharın gelmesini beklerken, her ne olduysa sonbahara döndüyse; sonbaharda çiçek açan Kum Zambağı’nın, deniz kenarında inat eden halini hatırlamak bize iyi gelecek. Kum Zambağı değiliz, fakat her seferinde yeni bir yol bulmak bizim işimiz. Bir metre kareye sığmayacak kadar çoğuz. Bunu değerlendirmeliyiz.