DOSTLAR – BÖLÜK PÖRÇÜK ANILAR – EKİN DURU / BÖLÜM 9
HALDUN DORMEN
1958 yılında İstanbul’da Mobil Oil şirketinin çıkarttığı derginin editörü olarak çalışmaya başladım. Bir yandan da Haldun’un Cep Tiyatrosu’na devam ediyordum. O yıl Haldun, Refik Erduran’ın yazdığı Cengiz Han’ın Bisikleti oyununu Küçük Sahne’de sergilemeye hazırlanıyordu. Oyun sanki Haldun kadrosu için yazılmış gibiydi. Ancak Nisa – Metin Serezli çifti boşanınca Cengiz Han’ın ilk karısını canlandıracak birisi aranmaya başladı Haldun rolü bana önerdi. Şirkette alışma saatlerimle çatışmadığı için seve seve kabullendim. Oyunda kimler yoktu ki: Başrolü Ulvi Uraz, ikinci hanımını Ayfer Feray, üçüncü hanımını Gülriz Sururi, dördüncüsünü ise Yıldız Alpar canlandırıyordu; diğer rolleri de Metin Serezli ve Altan Erbulak üstlenmişlerdi. Oyun müthiş başarılı oldu, hatta izdiham yüzünden son hafta çok daha geniş olan Atlas Sineması’nda oynadık ve o yılki İzmir Fuarı’na turneye gittik. Turnede Gülriz’le aynı odada kaldık. Yanımızdaki otelde ise onun babası Lütfullah Sururi, annesi Şükran Sururi, amcaları Celal ve Ali Sururi’nin yanı sıra Muzaffer Hepgüler, Toto Karaca gibi sanatçılardan oluşan İstanbul Tiyatrosu kalıyordu. Oyundan sonra onların yanına gider, keyifli sohbetlerine katılırdık. Daha sonra Engin Cezzar ile evlendiğinde dostluğumuz daha da derinleşti. Engin, Kolej’den arkadaşımdı. Okulda iken Othello’da birlikte oynamıştık. Engin Amerika’da tiyatro eğitimi aldıktan sonra dönüşünde Muhsin Ertuğrul’un önerisi ile İstanbul’da Hamlet’i oynadı. Bunun sonucunda inanılmaz bir hayran kitlesi ve imzalı fotoğraf istekleri ile uğraşmak zorunda kaldı. Bir süre gönüllü olarak ona gelen mektupları yanıtladım. Fethiye’ye yerleşmemizden sonra Gülriz ve Engin bir mavi yolculuk gezisinde bize dükkâna uğradılar. Gülriz orijinal parçalardan oluşturduğumuz gümüş bir gerdanlık aldı ve adını “Ekin kolye” koydu. Daha sonra beyin kanaması geçiren Engin’e inanılmaz oranda özenle baktı. Her ikisini de rahmetle anıyorum…
CAHİT IRGAT – ALTAN KARINDAŞ – SAFA ÖNAL
Evlenmeden önce bir süre tiyatro çalışmalarına ara vermiştim. Oda Tiyatrosu’nda bir oyun izlemeye gittiğimde Safa Önal ile karşılaştım. Onu karikatürist Bedri Koraman ile aynı dönemde tanımıştım. O zamanlar Yelpaze Dergisi’ne öyküler yazıyordu. Daha sonra askere gitti ve bana asker mektupları gönderdi. O gece bana, “Senin yerin seyirci koltuğu değil ramp ışıklarının arkası olmalı” diye sitem etti. Kısa bir süre sonra aldığım bir öneri üzerine Semih Sergen ve Cahit Irgat’la birlikte Şafakla Gelen Kadın oyununda başrolü üstlendim. Bu benim yaşlı bir kadını canlandırmadığım rol oldu. Temsilden sonra karikatürist Halim Karabulut, Altan Karındaş, Cahit ve ben fuayede oturup sohbet ederdik. Bir gece şaraplarımızı yudumlarken her birimizin bir dizesini söylediği bir şiir oluşturduk:
Sacre-coeur
Sacre-coeur
İki absent
Bütün kapılar kapalı
Dua etmek, yavaş sesle haykırmak demektir…
Boğazını sıkacak yaşanmamış acılar.
Ters dikilmiş düğmelerim
Ters kapanmış kapılarım.
Sacre-coeur
İki absent
Bir gölge…
İnsanlık salkım saçak gözlerinde
Şehirler büyük oluyor
Kimse kimseyi tanımıyor
Suyla akan kum gibi
Gün oldu, gün olacak derken
İnsanlık salkım saçak gözlerinde
Sacre-coeur
İki absent
Bir gölge