UĞUR MUMCU

Uğur Mumcu
Uğur Mumcu

Kimi yazarlar vardır ,yazılarının tiryakisi olur, yakın bir dost gibi benimser, hayalinizde ona bir kişilik giydirirsiniz. Uğur Mumcu, Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Mustafa Balbay benim için öyleydiler. Bu kişilerle karşılaşmaktan neredeyse kaçınırım, ya gerçek yaşamda hayalimdekinden farklı çıkarlarsa diye. Bir tarihte Özdemir’le birlikte Fethiye’den İzmir’de yaşayan annemi ziyarete gittik. Oradaki dostlarımızdan Nejat-Nigar İzar çiftini aradığımızda o gece Uğur Mumcu’nun evlerine geleceğini söyleyip bizi de çağırdılar.  Doğrusu biraz gergin ve kuşkuluydum giderken. Oysa Uğur tam da düşündüğüm gibiydi. Alçak gönüllü, esprili, sohbeti doyumsuz, içten ve yalın davranışlara sahip, efendi…

Daha sonra l980’lerde bir konuşma yapmak üzere Fethiye’ye geldiğinde onu ve Hikmet Çetinkaya’yı akşam yemeği için Ölüdeniz’e götürdük. O sırada Rabıta dosyası üzerinde çalışmakta olduğunu anlatıp gece gündüz belge incelemekten yorulan gözleri yüzünden gözlük camlarını değiştirmek zorunda olduğunu söyledi.

Kırıkkale tabancası pek de randımanlı çalışmayan korumasını kendisinin koruduğundan da söz etti ve sonra öyle bir şey söyledi ki yüreğime taş gibi oturdu: Sabahları eşiyle birlikte evden çıkarlarken kendisine sıkılması olası kurşunlardan esirgemek amacıyla kızını eşinin kucağına aktarıyormuş…

ATAOL – NAMIK – NİHAT BEHRAMOĞLU KARDEŞLER

Ataol-Namık-Nihat Behramoğlu kardeşler ile l961 yılında İstanbul’da Türkiye İşçi Partisi Kadıköy lçe örgütünde tanıştık. Namık’ı atılgan, çoğu kez kavgacı; Nihat’ı içe dönük, kırılgan ve romantik; Ataol’u ise kararlı, ne istediğini o günden bilir haliyle yeniden görür gibiyim şimdi…

1972’de Fethiye’ye göç edişimizden sonra birlikteliğimiz koptu ise de hep izledik onları, salt haberlerden değil, kitaplarından da. Mengü Ertel’in TRT2’de düzenlediği Cumhuriyete Kanat Gerenler programında yaşam öyküsünü izlediğimiz babaları kısa bir süre sonra ölünce, kendilerine ulaşıp başsağlığı dileyemedik. Daha sonra Ataol, Haluk Çetin’le birlikte Fethiye’ye bir dinleti için geldiğinde tekrar kucaklaşmaktan büyük mutluluk duydum. İki yıl önce Fethiye Festivali’ndeki imza gününden sonra, geç saatlere kadar Balık Pazarında sohbet etme fırsatı buldum…

YAŞAR KEMAL

Yaşar Kemal
Yaşar Kemal

Yaşar Kemal ile tiyatro çalışmalarım sırasında Ahmet Doğaniz’in çalıştırdığı Papirus gece kulübünde tanıştım. Damarlarımda bir tutam Bedirhan kanı taşıdığımdan mı nedir, ilk sözü, “siz… Çok güzelsin be!” oldu. Sonraları hep kol-kanat gererek beni çevreden sakınır bir tutum sergiledi.  1 Haziran 1960’ta 7. kattan düştüğüm gece o da dahil bir dost toplantısındaydık. İlk Yardım Hastanesinde İlk müdahale yapılırken üzerime doğru ağzında sigarası ile eğilen Dr. Selahattin Baş’ı az kalsın dövüyordu ‘bu ne laubalilik’ diye; zor engellediler. Doktor ise büyük bir soğukkanlılıkla, “beyefendi, kül dezenfektandır,’ diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı…

Daha sonra transfer edildiğim Fransız Hastanesine oğlu Raşit’le birlikte, ellerinde komşu bahçelerden aşırdıkları çiçeklerle gece yarısı gizlice girer, ziyaretime gelirlerdi. Özdemir’le onu Kulis’te tanıştırdım. Yaşar, “Ben bu kızı seviyorum,” deyince Özdemir “ben de” yanıtıyla bana karşı olan hislerini ilk kez, hem de tanık önünde açıkladı. Yaşar bu kez bana döndü: “Sen ne diyorsun Kürt Kızı?” diye sordu.  “Ben de onu seviyorum, Yaşar” dedim. Bunun üzerine Yaşar tekrar Özdemir’e baktı: “Bu karıyla evlenmeye kalkanı vururum diyordum ama şimdi onu almazsan seni vururum, çünkü bu Kürt kızının ağzından ilk kez böyle bir söz çıktığını duyuyorum” diye onay verdi. O aralar Yaşar’ın bir göz ameliyatı geçirmesi söz konusu idi. Özdemir tüm içtenliği ile “Sen yazarsın, gözlerine ihtiyacın var. Bana iki göz pek de gerekli değil. İşini görürse birini sana seve seve veririm” deyince aramızda kopmaz bağlar oluştu. Ne yazık ki Fethiye’ye gelişimizden sonra tekrar bir araya gelme olanağı bulamadık ama ortak dostlarımızla birbirimize selam göndermeyi sürdürdük…

Yorum, görüş ve önerileriniz