Yazı ve Fotoğraflar: Gökhan Korkmazgil
Üzerinde yaşadığımız topraklar eski Likya ülkesidir. Peki, bu toprakların ilk sakinleri kimdir? En başta kimler yaşamıştır buralarda? Likyalılardan da önce?
Likyalıları anlamak için ondan öncesine, Lukkalara ve Luvilere bakmak gerekir. Daha da öncesine bakmak istersek, artık orası bilinemezlik sınırları içinde kalır. Çünkü henüz yazı ortada yoktur; yazının olmadığı zamanları bilemeyiz ve tarih öncesi zamanlar deriz. Yazının ilk kez, şimdiden 5500 yıl kadar önce Mezopotamya’da Sümerlerce kullanılmaya başladığını düşünürsek, insanlığın büyük yolculuğunun ne kadar azının bilinir olduğu ortaya çıkar.
Paleolitik Çağ, insanlık tarihinin ilk basamağını oluşturur. Tüm insanlık tarihinin yüzde 99’undan fazlasını kapsar. Yani insanlık tarihi ile ne biliyorsak geri kalan bu yüzde 1’den az zamanda yaşanmıştır. Paleolitik Çağ şimdiki zamandan yaklaşık 2 milyon yıl önce, insanın Afrika kıtasında ilk aleti üretmesiyle başlar. Dünyanın geri kalanında daha sonra, Yakındoğu’da ise günümüzden yaklaşık 20 bin yıl önce sona erer. Kaba Taş Devri, Yontma Taş Devri ya da Eski Taş Çağı olarak da adlandırılır. İnsan elinden çıkan ilk ürünler olan taş aletlerin yapıldığı çağdır. Bu taş aletler, en eski teknolojiyi temsil eder. Paleolitik Çağ insanlarının teknolojileri, çakmak taşı ve diğer işlenebilir taşlardan, ayrıca hayvan kemikleri ve boynuzlardan yapılan aletlerden ibarettir.
İnsanın bir şeyler üretebilir olduğu zamanın öncesindeki evreleri temsil eden Paleolitik uygarlıkların belirli coğrafi sınırları olmaz. Çünkü insan toplulukları iklim, su ve besin maddelerinin dağılımı, güvenlik gibi nedenlerle sıklıkla yer değiştirmiş, gruplar halinde av hayvanlarını izlemiştir. Böyle topluluklar dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkmıştır, yaklaşık olarak birbirine benzer özelliklere sahiptir. Üretim yapabilir hale gelen insan ise, yerleşik yaşama geçmiştir, yani yaşadığı bölgeye artık bağlı hale gelmiştir ve ancak o zaman coğrafi bölgeler ve sınırlardan bahsedilebilir.
Toplayıcı, avcı ve göçebe yaşam biçimi yerini tarımsal üretime bıraktığında yerleşik yaşam başlar, çiftçilik söz konusu olur. Bu zamanlar Anadolu’da MÖ 11 bin – 6 bin yılları arasıdır, Neolitik Dönem olarak adlandırılır. MÖ 5 bin – 3 bin arası Kalkolitik Dönemdir, gelişmiş çiftçi köyleri ortaya çıkar, bunlar kentlere dönüşür. MÖ 3 bin – 2 bin yılları arası İlk Tunç Çağıdır, insanların kabile topluluklarından daha büyük siyasi ve ekonomik düzenlere ilksel geçişi gerçekleşir, yani devlet ortaya çıkmıştır. Bu çağın başlarında Anadolu’daki topluluklar, merkezî bir güçten çok, yerel ve bağımsız merkezler halinde yeni bir kentleşme sürecine başlarlar, kent devletlerinden söz edilir. Tam da bu zamanlarda yazı kullanıma girer, Anadolu’da tarih öncesi devir kapanır, tarih süreci başlar.
Tarih sürecinin başlarına dair bilebildiğimiz şudur ki, insan yaşamı akarsu kenarları, kıyı ovaları, maden yataklarının çevresi, geçitlerle ulaşılan dağ kuytuluklarında yoğunlaşır. Güvenlik önemlidir, kulelerle güçlendirilmiş duvarlarla çevrili kentler ve kaleler inşa edilir. Kent içinde bey sarayları, yönetici konutları, anıtsal tapınaklar yer alır. Çevrede merkezî beye bağlı daha küçük kentler ve köyler bulunur. Kent surları içinde ve dışında mezarlık alanları görülür.
Toplumun organize olmasıyla yaşam biçimi değişir, çeşitlenip gelişir. Bakırla kalay alaşımlanarak tunç elde edilir. Altın, gümüş, tunç, bakır ve kurşunun dövme, eritip dökme, çekiçleme, lehimleme, kaynaklama teknikleri geliştirilir. Çağın son evresinde demir de kullanılmaya başlar. Madenlerden eşya yapımı ve bunun ticaretine dayalı kentleşme gerçekleşir. Hızlı dönen çömlekçi çarkı kullanılmaya başlar, çanak çömlekte seri üretime geçilir. Tekerlek ortaya çıkar, öküz arabaları kullanıma girer. Belirli bölgelerde sulu tarımın gerçekleşmesiyle tarım ekonomisi oluşur. İş bölümünün hayata geçmesi ve giderek gelişmesiyle nitelikli hale gelen işgücü, uzmanlaşmayı ve küçük zanaatkâr gruplarının oluşmasını sağlar. Yöneten – yönetilen, kentli – köylü, üreten – tüketen, rahip – asker, zanaatkâr – tüccar gibi sosyal ayrışmalar görülür. Kıyı denizciliği gelişir, deniz ticareti önem kazanır. Bölgeler arası ticaret karşılıklı kültür etkileşimini olanaklı kılar.
Peki, insanlığın bu gelişim sürecinde var olan Anadolulular kimdir dersek, bilinenlere bakmak gerek: Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler, MÖ.3000 yıllarının sonunda küçük gruplar halinde Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girerek yerli halk Hatti nüfusu ile karışır. MÖ 1650’de Anadolu’da ilk merkezi devleti Hititlerin kurduğu bilinir. Anadolu’nun Hitit öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte Hititlerin antik başkenti Hattuşaş’ta bulunan çivi yazılarının çözülmesiyle çok daha önce bu topraklarda Anadolu’nun yerlileri sayılabilecek Luvilerin yaşadığı ortaya çıkmıştır. MÖ 2 binlerden önce, Luvi kent devletlerinin varlığı yaşadığımız coğrafyaya farklı bir perspektiften bakmamızı zorunlu kılıyor. Asurlu tüccarların çivi yazılı tabletleri gösteriyor ki en geç MÖ 2 bin yılında Hattilerin yanı sıra Luviler ve Hititler de Anadolu’nun yerleşik halklarıydı.
Bugün Teke Yarımadası olarak bilinen, batıda Dalaman Çayı ve Fethiye Körfezi ile doğuda Antalya Körfezi arasında yer alan bölgenin antik dönemdeki adı Likya’dır. Bu bölge, ana hatlarıyla, Köyceğiz’den Antalya’ya çekilecek bir çizginin güneyinde kalan bölge olarak da tanımlanabilir. Bölgenin doğusunda Pamfilya, batısında Karya, kuzeyinde Pisidya, güneyinde ise Akdeniz bulunur.
Anadolu’nun orta kesimlerinde kurulmuş Hitit uygarlığı ve Yunanistan anakarasında yer alan Miken uygarlığı arasında kalan bölgede, farklı lehçelerle de olsa bir dili konuşan sayısız kentten oluşan siyasi ve kültürel bir birlik kendini gösterir. Çoğu düzensiz de olsa, belirlenen yerleşim yerlerinin sayısı 340 kadardır. Bu bölge Anadolu’nun batısını ve güneyini kapsar. Zaman MÖ 2. bin yıldır, bahsettiğimiz dil Luvicedir, ve uygarlık Luvi Uygarlığı olarak tanımlanmıştır. Luviler, Anadolu’nun bilinen en eski halklarıdır. Erken Tunç Çağı’nda (MÖ 3 bin – 2 bin) güneybatı Anadolu’da var oldukları belirlenmiştir. Hititçe’den farklı olarak Luvi dili, Hatti dilinden ödünç kelimeler içermez ve bu durum başlangıcından itibaren Batı Anadolu’da konuşulduğunu gösterir. Luvi dili Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra da konuşulmaya devam eder, Likçe’ye sözcükler vermiş, yer isimlerinde de varlığını sürdürmüştür.
Böylece, Likya topraklarında yaşadığı bilinen en eski insanların Luviler olduğu ortaya çıkar.
Antalya’nın kuzeybatısındaki Karain Mağarası’nda yapılan kazılardan, bölgenin günümüzden 500.000 yıl kadar önce de yerleşim merkezi olarak kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Türkiye’nin içinde insan yaşamış en büyük mağarasıdır. Karain Mağarası, Anadolu ve Yakın Doğu tarihi açısından önemli bir paleolitik merkezdir. Tlos, Patara, Arykanda ve Kyaneai’da bulunan taş baltalar, Elmalı yakınındaki Hacımusalar ve Karataş-Semahöyük’teki M.Ö. 3. bin yıl buluntuları da Likya toprakları tarihinin erken kanıtlarıdır.
Eski Taş Çağı’ndan Luvilere, Lukkalara, sonra Likyalılara, daha sonra yakın tarihe bakmak, çok geniş bir perspektif gerektirir. Şimdilik, büyük hikâyenin pek azını biliyor olsak da.