BİR LİKYA MASALI – GÖKHAN KORKMAZGİL

O eski zamanlarda savaş hiç eksik olmazdı. İstilacılar Likya’nın bereketli ovalarına, denizle kucaklaşan topraklarına göz dikmekten geri durmazdı.

© Necat Özbek, Amintas – Telmessos

Likya’nın köyleriyle kentleri koca Teke Yarımadası’na gökteki yıldızlar gibi dağılmıştı. Birinden öbürüne kuş uçuşuyla on – on beş dakikada varılırdı. Kadyanda uzaktan Telmessos’a bakar, geceleri kale burçlarında yakılan işaret ateşlerini seçerdi. Telmessos’un ardındaki Karmilassos’un yolu tepelerin arasından geçerdi. Tlos bir gözüyle yukarıdan Araksa’ya bakar, öbürüyle vadiden düze inmiş Ksantos Nehri’ni gözlerdi. Sidyma zeytinliklerin arasında sırtını kayalıklara yaslamış, beklerdi. Pinara çam ormanlarının içinde, karşıdaki karlı Akdağlara bakardı. Patara, kumların arasından limana açılan Ksantos Nehri’nin ağzını tutardı. Ksantos ve Letoon birbirinin nefesini duyardı. Arikanda, Milyas topraklarından, Elmalı Yaylası’ndan kim iniyor, kim yukarı çıkıyor, hesabını tutardı. Tepedeki Hoyran’da duranlar, Andriake’den Simena’ya dek bütün kıyıyı görür, ne oluyor ne bitiyor bilirdi. Myra ile Limyra geceleri fısıldaşır, Olimpos’la Phaselis Akdeniz’in dalgalarını paylaşırdı.

© Gökhan Korkmazgil, Ksantos

Likya’nın yolları köyden köye uğrar, kentten kente giderdi. Dağlardan limanlara indirilmiş sedir kerestesi, öküz arabalarına istiflenmiş keçi derisi. Testi, çömlek, boy boy pişmiş toprak kap, tuzlanmış balık, kurutulmuş et, ve şarap. Mür yağı, sığla yağı, ille de zeytinyağı. Eşkıya dağ geçidinde pusuya yattığında, harami köprü başını tuttuğunda, haydut gece gelip vurduğunda yolların bereketi kalmazdı. Likya köylerinin korucuları, kale – kentlerden çıkan askerlerle bir olup, çapulcuları kovalardı.

© Gökhan Korkmazgil, Ksantos

Uzak diyarlardan yola çıkan istilacı ordular yaklaştığında, Likyalılar dua edip tanrılarına danışırdı. Tanrılar ne cevap verir bilinmez, kenttekiler hepten silahlanırdı. Birlik olmuş Likya kentleri düşmana karşı dayanışırdı. O vakitler Likya’da kaç kişi yaşardı, biri diğerini yardıma çağırır, öteki berikinin imdadına koşardı.

Düşman yaklaşırken bir kentten öbürüne güvercin mi uçurursun, atlı ulak mı koşturursun, akropol tepelerinde, dağ kalelerinde yanan işaret ateşlerini ağır reçineli odunlarla, yağlarla mı coşturursun, ne yapar, ne eder, haber ulaştırırsın. “Düşman geliyor” dersin, “haberiniz olsun.” Köylü, kadınlarla çocukları toplasın, çoban keçilerini saklasın.

Perslerle Helenler, bunlar hep dışarıdan gelenler. Anadolu’nun yerli halkı, ezelden beridir Luviler. Dağın ötesinde dağ, taşın üstünde taş, Toroslar, berrak pınarlar ve engin denizler. Likya büyülü bir yurt, dilinde Luvice kelimeler.

© Gökhan Korkmazgil, Kadyanda

Arnna kentinin surlarla çevrili yüksek kayalık tepesinde Likya Beyi’nin konağı var. Bu kente sonraları Ksantos adını verdiler. Hemen aşağıda, ve gecenin sessizliğinde Siyanti Nehri usul usul akıyor. Nehre de sonradan Ksantos Nehri dediler. Şimdi güneyde, Letoon’da biliciler Luvice sözler mırıldanarak ellerini göğe kaldırıyordur. Biraz daha güneyde, Patara Limanı’nda ay, suya mavi sırtlı balıklar gibi ışıklar saçıyordur. Günlerdir uzak kentlerden, birbirinden kötü haberler peş peşe geliyor. Kuzeydeki kartal yuvasından, Tlawa kentinden gelen ulaklar “bu tam bir felaket, yaklaşan istilacı ordu çok büyük” diyor. Arnna Beyi hisarın tepesinden, gecenin karanlığında aşağıda uzanan ovaya bakıyor. Uzaklarda, ateşe verilmiş ahşap köy evleri yanıyor. Savaş atlarının toynak sesleri Siyanti Nehri’nin baharda coşkun akan sesi gibi gürlüyor. Atların kişnemeleri gecede göğe yükselen çıra alevleri gibi keskin ve tehditkâr biçimde duyuluyor. Arnna Beyi sunağın yanındaki yüksek taşın üstüne çıkıp haykırıyor, “Likyalılar” diyor, ve susup bekliyor. Sesinin karşıdaki kayalıklardan değil, çevresindeki savaşçılardan yankılanmasını istiyor.

© Gökhan Korkmazgil, Hoyran

Güneşin ilk ışıkları Arnna burçlarına vurduğunda, savaşçılar sur kapılarından dışarı çıkıyor. Onların her biri, güneşin kendilerini son kez selamladığını biliyor. Savaşçıları önlerinden peşi sıra çeken Arnna Beyi ise, arkalarından iten Likya yurtseverliği oluyor. Bey gözlerini Likya dağlarında gezdiriyor, sonra yamaçtaki ata mezarlarına indiriyor, ve sesini yükseltiyor: “Tamam, Likyalılar, kulak verin, bu topraklar ve bu gök sizin, bu an sizin. Korktuğunuzu düşünebilirsiniz, ama korkmuyorsunuz, bu korku değil! Akıllılığınız ve gücünüz bu. Biz Likyalıyız, buradaki hiçbir şey bize yabancı değildir. Durduğumuz yer ait olduğumuz yerdir. Kimse bunun için daha fazla hakka sahip değildir. Likya biziz. Güçlüyüz, akıllıyız ve korku nedir bilmeyiz, bu an bizim içindir.”

© Gökhan Korkmazgil, Arikanda

Kentin kapıları kapatılıyor. İçeride kalan köleler ve yaşlılar, kadınlarla çocuklar, ve Arnna’nın tüm varlığı ateşe veriliyor. Kenti kuşatan binlerce askere karşı, sayıları birkaç yüzü ancak bulan Likyalı savaşçı ileri atılıyor. Zaten bu intihar saldırısının geri dönüşü yok. Tarih esareti kabul etmeyen bu onurlu toplu intihar olayını yazacak.

Güneş her gün yeniden doğdukça rüzgâr bu hikâyeyi anlatacak. Gün öğleye dönüp defne ağaçlarının gölgesi koyulaştıkça altında oturan keçilerin kehribar renkli gözleri Likyalıları arayacak. İki bin beş yüz yıl sonra Anadolu’nun bir başka yerinden aynı sözler duyulacak: “Ya İstiklal Ya Ölüm! Ya İstiklal Ya Ölüm!”

© Ali Karacan, Ksantos

Yorum, görüş ve önerileriniz