Letoon’da aslan kabartması size bir şeyler anlatıyor olabilir…

BİR LİKYA KENTİ DÜŞLEMEK  – Yazı ve Fotoğraflar: Gökhan Korkmazgil

O eski insanlar buralardaydılar. Adları bilinemeyecek kadar eski kavimlerden beri, Hititlerden, Luvilerden beri. Hatta çok daha eskilerden beri. Güneşin altında toprağı işlediler, Anadolu dağlarının suyunu içtiler, uygarlık yarattılar, kentlerini kurdular. Depremler kentlerini vurduğunda onardılar. Salgın hastalıklarla kırıldılar, kalanlar ölülerini gömüp yaşama devam ettiler. Yağmacılar çökünce vuruştular. Ölüm savaşlarla denizden geldiğinde dağlara saklandılar. Hep buradaydılar. Sonraları Torosların yamaçlarında büyük büyük büyük kuzenlerimiz, çok eski kardeşlerimiz yurt tuttu. Düze inip buradakilerle kaynaştı. Oğullarımız kızlarımız oldu. Öyle oldu, böyle oldu, geldik bugüne.

Kadyanda Tiyatrosu’nda oturmuş eski zamanları konuşuyoruz…

Likya’yı görmek değil, düşlemek olanaklı sadece. Hayal gücü dediğimiz o görünmez desteğe yaslanarak anlatmalıyım, siz de kendi hayal gücünüzü kelebek ağları gibi kullanarak havadan toplamalısınız sözcükleri. Göremediğimiz şeyleri var etmenin başka yolu yok çünkü.

Bugün en iyi durumda ayakta kalmış olanına bile gitseniz, “ben bir Likya kenti gördüm” dememelisiniz. Çünkü artık yeterince orada değildir. Doğa, zaman ve insanın tahribatı çok şey eksiltmiştir. Ahşap kısımlarının dayanımı binyıllar sürmemiştir. Geri kalanlar da götürülmüştür. Kent artık en güzel taraflarıyla British Museum’da, Antalya Müzesi’nde, Fethiye Müzesi’ndedir.

Bu dağlar, bu taşlar, bu yemyeşil ağaçlar! Mavi gökyüzü ve o eski ülke!

Myra’ya, Ksanthos’a, Patara’ya giderseniz kente dair birçok önemli yapı belirgin biçimde oradadır, boşlukları hayal gücünüzle doldurursunuz. Oinoanda, Kadyanda gibi bazıları büyük ölçüde çamların arasına gizlenmiştir, gerisini düşleyerek bulmalısınız. Hatta Rhodiapolis (Wedrei) 2000 yılındaki büyük bir orman yangınından sonra görünür hale gelmiştir. Hele Choma gibi bir yere gittiyseniz boşuna kent aramayın, bir höyükten ibarettir. Okuduklarınız, duyduklarınız, hissettiklerinizle hayal gücünüzü sonuna dek kullanmak zorundasınız.

Tarihin içinde yürümek bu olsa gerek!

Yerdeki taşları örten çam iğnelerinin üzerinde çıtırtılarla yürürsünüz. Bundan başka ne bir ses vardır ne de bir kimse. Terk edilmişliği derinden hissedersiniz. Çiçeklenmeye yüz tutmuş sütleğenlerin arasında uçuşan arıların vızıltısı, biraz da rüzgâr sesi. Az ileriden, taşlara sertçe basan toynakların sesi duyulur. Hiçbir yerde sakin duramayan oyunbaz keçilerin ayak sesi bu. Antik kent olur da keçi olmaz mı? Mutlaka vardır. Dişleri ve sert dudaklarıyla otları koparır ve sürekli çiğnerler. Yaklaşırsanız çiğnemeyi bir anda bırakır, zarif başlarını kaldırır, hareketsizce durur, kulaklarını iki yana açarak dinlerler. En ufak hareketinizde zıplayıp kaçmaya hazır, tetikte. İri kehribar rengi gözleri, gülünç sakallarıyla muzip bir halleri vardır. Siz bir adım atarsanız o hemen beş adım üç zıplayışla en yakındaki kayanın üstüne çıkar, sonra gözden kaybolur. Siz iyisi mi ona aldırmayın, kenti anlamaya verin dikkatinizi.

Oinoanda’da toprağı elinizle süpürseniz eski yazılar çıkıyor gün yüzüne…

Kente dair düşlerimizi geliştirelim: Kentin bir merkezi bulunmalıydı. Burası elbette ki bir meydan (bir agora) olmalıydı. Meydanı çevreleyen kamusal yapıların varlığı akla yakın geliyor; bugün için kazılardan hazırlanan kent planları da bunu doğrular. Kentin sokakları, caddeleri vardı. Patara’da, Ksanthos’ta taş döşeli bu caddeleri görebilirsiniz. Meydan ve caddelerde heykellere, yazıtlı dikmelere ait taş temel tabanları hala yerindedir. Tapınım alanları, kutsal mekânlar olurdu. Bunlar çok eski zamanlardan beri kentte var olmayı sürdürdü. İsa’nın doğumundan sonraki zamanlarda bunlara şapeller, kiliseler, bazilikalar eklendi.

Limyra’da bir ahşap Likya evinin gerçek boyutta modellenmiş halini görebilirsiniz…

Kente su getiren kanallar, kemerler suyu çeşmelere ve çok sayıdaki hamamlara ulaştırırdı. Su sistemini tamamlayan havuzlar, kuyular ve sarnıçlar var olmalıydı. Yönetim birimleri, bey konakları gibi ayrıcalıklı binaların yanı sıra, meclis binası, konukevi önemli yapılardı. Kale, savunma yapıları ve surlar vardı. İşlikler, dükkânlar, sağlık amaçlı yapılar kentin çeşitli yerlerinde olurdu. Her kentin bir, bazılarının iki tiyatrosu bulunurdu. Eğer burası bir liman kenti ise rıhtım, liman yapıları, depolar olurdu. Ve elbette mezar yapıları! Likya denince akla ilk gelen mezarlar! Kent dışı nekropol alanları vardı, ama Likyalılar kent içine de lahitler ve anıt mezarlar yapardı. Konutları saymaya bile gerek yok. Konutlardan bugüne hemen hemen hiçbir şey kalmamış olması büyük çoğunluğunun ahşap yapılar olmasındandı. Gerçekten de, taş ile yapılmış Likya evlerine ancak tek tük rastlanılmıştır. Ksanthos Bey Konağı bile bugün sadece temel yapıları ve depo katlarıyla görülebilir haldedir. Konağın bu temel üzerinde ahşap – taş yapımla yükseldiği anlaşılır, bu da o yılların mimari gerçeğiydi.

Myra Tiyatrosu önündeki mask mı size şaşırarak bakıyor, yoksa siz mi ona!

Antik Çağ’da kent (polis), içinde bulunduğu bütün alana hâkim, kendi başına küçük bir devletti. Bu devletin özünü “şehir devleti” adı verilen, coğrafi bütünlüğü olan bağımsız bir merkez oluştururdu. Kentlerin çevresinde toprağı işleyen aileler, büyük çiftlikler (monogriai) ve çok sayıdaki köylerden bahsedilebilir, bu köyler birleşip büyüyüp neredeyse şehir haline gelirdi (komai). Bir Likya Beyi’nin koruma ve kollaması altında gelişip zenginleşen köyler, aynı zamanda kentin var olmasının da dayanakları arasında sayılmalıdır. Bir kentin etki alanındaki köylerin sayısı ve gelişmişliği, kentin zenginliğinin de göstergesi olmalıdır.

Limyra’da antik kentin tüm zamanlardaki sakinleri keçiler…

Bu nedenle kentin akropolüne çıkın. Bulması kolay, en yüksek yerleşim oradadır, genellikle bir hisarı vardır. Kentin bütününü, ve çevresinde bir zamanlar köylerin bulunduğu coğrafyayı buradan izleyin. Düşlemeye burada devam edin, köyleri ve çiftlikleri düşünüze dâhil edin. Bir Likya kentini şimdi gördünüz. Yine de, halâ hayal gücünüze çok iş düşüyor, değil mi?

 

Yorum, görüş ve önerileriniz