Semavi dinlerin kutsal kitaplarında inananlara cennet vaat edilir. Öldükten sonra cennete gidebilmek için, hayattayken günah işlememeleri ısrarla belirtilir. Günahkârların gideceği adres bellidir, cehennem. Ortaçağ döneminde olduğu gibi, son zamanlarda da cennetten tapu satan tacirlerin bazıları,  akan şarap ırmaklarından, bol meyveli ağaçlardan söz etmeye başladı. Buradan cennetin ağaçlık, sulak, bol meyveli bir yer olduğunu anlamamız gerekiyor.

Daha önceleri tatil için geldiğim Fethiye’ye, 9 yıl önce yaşamımın devamını sürdürmek için yerleştim. İyi ki de öyle yapmışım. Çünkü eğer cennet varsa, bu Fethiye olmalı.

Hani kafanızda bir soru işareti vardır, onun yanıtını bulmaya çalışırsınız, ardından soru işaretleri ve yanıtını bulacağımız soruların sayısı artar ya, kültürel miras alanındaki çalışmalarım nedeniyle, Cennet Fethiye’nin zengin kültürünü tanımaya başladım, öğrendikçe daha derine inmek gerekliliği ortaya çıktı. Doğal güzellikleri, arkeolojik varlıkları, yemek kültüründen müzik kültürüne kadar var olan zenginlikleri büyüledi, öğrendikçe de büyülemeye devam ediyor. Bu öğrenme süreci bir önce söz ettiğim düşünceyi pekiştirdi. Cennet varsa adı Fethiye olmalı.

Acaba cennetin doğası geçmişte nasıldı? Bu konuda yazılı kaynaklar var mıydı diye araştırırken, değerli arkadaşım Tunç Tokay’ın Yunancadan Türkçeye çevirdiği, Likya Tarih Araştırmaları Derneği tarafından yakın zamanda yayınlananBasında Likya’nın Hikâyesi, 1821-1922” isimli kitabın redaksiyonunu yaptım ve aradığım temel kaynaklardan birine ulaşmış oldum. Aynı zamanda halen çalışmaları devam eden “Fethiye’nin Toplumsal Tarihi” adlı sözel tarih araştırmasıyla da, ilçemizin değerli büyüklerinden elde edilen bilgiler çalışmayı zenginleştirdi.

Bugün ilçemizde gezerken veya doğa yürüyüşleri yaptığımızda, yoğun olarak gördüğümüz ağaç türleri palmiye, hurma, kızılçam ağaçları oluyor.  Yine endemik tür olan günnük/günlük ağaçları, sayısı yetersiz olsa da karşımıza çıkıyor. Peki, bunlar hep var mıydı?

Basında Likya’nın Hikâyesi kitabında, özellikle Levisi’de -Kayaköy- defne, üzüm, erik, incir, karaağaç bulunduğundan söz ediliyor. Aynı kitabın farklı bölümlerinde çınar, harnup, vişne, elma, mersin, biberiye, ıhlamur, zeytin (Eşen’e doğru), yapraklarını kışın dahi dökmeyen ağaçlardan söz ediliyor. Yine ovada buğday, arpa, mısır, susam, tütün yetiştirilirmiş.

Sözlü tarih çalışması sırasında Fethiyeli ve Göcekli büyüklerimiz de doğa yapısından söz ettiler. Göcek bir zamanlar çıplak denilebilecek kadar az sayıda ağaca sahipmiş. Günümüzde narenciye ağaçlarıyla kaplı olan şirin beldede, yakın geçmişte sadece birkaç bahçede narenciye ağaçları varmış. Yaylalara doğru çıkıldıkça harnup, zeytin ağaçları görülürmüş. Antik dönemde Kragos, günümüzde Akdağlar olarak isimlendirdiğimiz dağların yükseklerinde sedir ağaçları çoğunluktaymış. Aşağılara inildikçe karaçam, akçam, kızılçam ağaçları görülürmüş. Yakın geçmişte Makri’nin önemli ihraç ürünleri arasında kereste, odunkömürü ve palamut yer aldığına göre meşe ağaçlarının da olduğunu anlıyoruz. Yine büyüklerimiz günnük/günlük ağaçlarının bolluğundan ve sığla yağı üretiminden söz ettiler. Aynı zamanda sandal ağacı ve tespih ağaçları da yer alırmış.

Cennette elbette çiçeklerde olmalı. Yazılı kaynak olarak gösterdiğimiz kitapta, orman gülleri, menekşeler, çiğdemler, çakal nergisleri, anemonlar yemyeşil kırları süslermiş. Öyle ki bahar geldiğinde anemonları görmek için gelenler adeta şenlik yaparlarmış.

Yakın geçmişe kadar Cennet Fethiye’de, bataklıklar nedeniyle yaşanan sıtma hastalığı yaygınmış. Bataklıkları kurutulabilmek için, okaliptüs ağaçları dikilmeye başlanmış. Bu sayede sivrisinekler nedeniyle nisan ayı itibariyle yaşanmaz hale gelen Fethiye bir ölçüde de olsa temizlenmeye başlamış. Likya Tarih Araştırmaları Derneği tarafından yakın zamanda yayınlanan Antik ve Çağdaş Likyakitabında okaliptüs ağaçlarının, 1870’li yıllarda belediye başkanlığı yapmış olan Antonios Andreas Lazaridis döneminde dikilmeye başlandığı belirtiliyor.  Büyüklerimizle yaptığımız görüşmelerde 1936-39 yılları arasında Muğla valisi Recai Güreli döneminde, Marmaris’ten başlayarak kıyı boyunca dikildiği söyleniyor. Başka bir söylentiye göre de 1938’li yıllarda Halikarnas Balıkçısının, özellikle Marmaris ve Bodrum’a bu ağaçları diktiği yönünde. Kimin diktiği aslında önemli değil, bataklıkların kurutulması sağlanmış, önemli olan bu. Onlar sayesinde günümüzde gelir eden insanlar var.

Sözlü tarih çalışması sırasında söylenen önemli bilgilerden biri de Cennet Fethiye’mizin merkezinde bir dönem ağaçların bulunmadığı, daha çok çalılarla kaplı olduğuydu.  Ağaçların yükseklerde olduğu ve zamanla ilçenin çevresinin en alt sıralarda yer alan kızılçamlarla donandığı yönünde bilgiler aktarıldı. Basında Likya’nın Hikâyesi kitabında da, antik tiyatronun çevresinde hiç ağaç bulunmadığı, liman çevresinin (Aksazlar) yemyeşil olduğunu vurgulayan ifadeler yer alıyor. 1800’lü yıllara ait gravürlerde de bu durum açık şekilde görülebiliyor zaten.

Bugün Cennet Fethiye’nin sokaklarında turunç, günnük/günlük ağaçlarıyla birlikte bol miktarda kauçuk ve palmiye görüyoruz. Yine parklarımız Ficus Benjamin ağaçlarıyla süslü. Her iklim koşuluna uyum sağlayabilen meşe ve endemik tür olan günnük/günlük ağaçlarını daha çok görebilme şansımız olsaydı. Böylece sıcak iklimin yaşandığı ilçemizde, bu güzelim ağaçların gölgelerinden de yararlanabilirdik.

Muğla Üniversitesi başta olmak üzere, doğa ve çevre konusunda çalışan kurumlar daha eski dönemlerde hangi türlerin bulunduğunu araştırıyorlar. 2021 yılında yanan ormanlık alanlarımızı, geçmişten bu yana var olan ağaç türleriyle canlandırabilirsek, doğanın özgün haline dönmesini sağlayabiliriz. Böylece Cennet Fethiye sadece turizmle değil, doğasıyla da bir çekim merkezi haline gelebilir.

Yorum, görüş ve önerileriniz