Son dönem takip ettiyseniz tüm Türkiye gibi Fethiye de dört bir koldan katliam altında.
Doğal alanların hızla tahribatı, betonlaşma, susuzluk, israf ve aşırı yüklenmeye binaen var olan yetersizlik… Geçenlerde “Bütünleşik Kıyı Planlaması”na ilişkin basın açıklamasının ardından yapılan sohbette, birisinin sorusu üzerine ve konuyla alakalı yerel sakinlerle nasıl konuşacağımızı düşünürken çok duyduğum bir cümle aklıma geldi; “ bu çevreciler de turizmmiş, kalkınmaymış, ekonomiymiş hiç anlamıyorlar yahu!”
Gerçekten ben bir ekonomist değilim, para biriktirme ve yatırım işlerinden oldum olası uzak durdum. Ayrıca çevreci de ne demekse, her kelime gibi içi boşalan bir kelime daha kazandık. Kendimizi de tanımlayamaz olduk.
Neyse dağılmayalım. Ben sıkı bir iddiada bulunma derdindeyim. Para pul ilişkisinden en uzak duran bir “ekolojist” dahi en iyi “kalkınma” ve “sürdürülebilir” politikadan daha uzun vadeli yatırım yapabilir. Çünkü sermayesini tüketmeden kullanır. Sistemin kendine köle ettiği kısa yoldan para kazanma tutkusuna sahip olanlar ise sermaye sonsuzmuş hissiyle hareket eder ve sonunda beş parasız kalır. Evet hani o çok tatlış, sevdiğimiz ekoturizm modellerimiz var ya, işte tam da bu! Fethiye turizmi doğal kaynaklarının güzelliğine borçlu. Gelen turist buraya butik haline, doğal güzelliklerine ve tarihine geliyor. Peki biz ne yapıyoruz?
Gıda üretim arazileri şu an mahpushane ya da Avrupa’nın fakir semtleri banliyölerinden daha beter bir düzenlemeyle villa ya da tiny house denilen mini ahşap ev ve daha da kötüsü metal konteyner evlerle dolduruyoruz. Ormanlar desen ayrı, her biri kesilip yine imara açılması, kaçak yapısı ve en kötüsü devlet eliyle turizme kazanılması maksadıyla hunharca katledilip kır lokantası ve kamp alanına dönüşüyor. Çok severim Kemer, Manavgat örneklerini; aynı şey onların da başına gelmişti. Arazileri otele çevirenler şimdi o otellerde bulaşıkçı olarak çalışıyor. Burası daha vahim, ormanlar, deniz ve gıda alanları elden gittikten sonra sanırım Fethiye’de yaşayanlar taş yemeyi düşlüyor.
Hiç de zor değil buranın bu enfes ve belki nadide kalan doğasını bozmadan turist çekmek. Ağaç kesmeden de kamp alanı düzenlenebilir, beton dökmeden de turist ağırlayabiliriz. Domino taşı gibi konaklama tesisleri kuracağımıza daha az kişi ağırlayarak değerini arttırmak elimizde. İktisat teorisinde basit ama etkili bir konu olan elmas – su faydasını hatırlayalım:
Elmas-Su Paradoksunu ortaya atan Adam Smith, çözümü bulan ve açıklayan ise Alfred Marshall’dır. Elmas ve su ikilisinde su elbette daha önemlidir. Ancak ilginç olan: elmas daha değerlidir. Su olmadan yaşayamayız, ancak elmas olmasa da yaşayabiliriz. Bu nedenle toplam fayda açısından su elmastan daha faydalıdır Görüldüğü gibi, bu paradoksta bir sorun vardır. Bir malın değişim değerinin ‘toplam fayda’ ile değil ‘marjinal fayda’ ile hesaplanması gerektiği gözden kaçmıştır. Yani bir malın veya hizmetin değeri, toplam fayda ile değil, herhangi bir mal veya hizmetin fiyatının bir birim artması sonrası o mal veya hizmetin toplam faydasında yarattığı değişiklik olarak tanımlanan marjinal fayda ile ölçülür.
Bir önceki yazımızda ekolojinin bir düşünce sistemi olduğundan bahsetmiştim. Bu konuya bağlamak da iyi oldu. Yazının devamı bayramdan sonra ama şunu sormak istiyorum 5 ila 7 senelik bir yatırım mı, yoksa 40 ila 70 senelik bir yatırımı mı hem daha az para kullanıp, daha az sermaye tüketip daha çok kazanarak mı tercih edersiniz? Seçim sizin…
Okuma Önerisi: Küçülme: Yeni bir Kavram Dağarcığı / Metis Kitap