OKURYAZAR GÜNCESİ – TAŞLARA KAZINAN BİLGELİK HAZZI – HÜSEYİN KÖKTÜRK / GÖKHAN KORKMAZGİL
Yazı ve Görseller: Gökhan Korkmazgil

Hüseyin Köktürk’ün telefonu geldiğinde tam da Likya’ya dair bir şeyler okuyordum, çok sevindim. Likyalının biri aramış, niye sevinmeyeyim? Kısaca konuştuk, uzun uzun sohbet etmek için sözleştik. Olmadı, denk gelmedi, hemen görüşemedik. Birkaç ay sonra, 2025 Nisan’ında FEFSAD Fotoğraf Festivali’ndeki sunumumu izlemeye geldi, çıkarıp kitabını verdi. “Ne güzel bir armağan,” diye düşündüm, “ne kadar zarif bir adam!” Kitaba, sunum için festivalde bana verdikleri onur belgesinden daha çok sevindim. Kitaplığıma Bir Likya kitabı daha dâhil olmuş, nasıl sevinmeyeyim?
Likya’yı merak edenler birbirlerini de merak ederler, zaten aynı yöne bakan insanlar gibidirler. Kendilerini şimdiki zamanın Likyalıları zannederler, hiç durmadan bu topraklarda geçmişi eşelerler. Ben de onlardan biriyim, Likya dendiğinde akan sular duruyor. Beni tanıyanlar bilir, kendimce bir Likya araştırmacısıyım, çok eski hikâyeler aklımı başımdan alıyor.

Fethiye’de yaşamak güzel şey; doğa – güneş – deniz, mavi sulara atlamayı hepimiz severiz. Bir de kültür – coğrafya – tarih var, bilmem ki niye hiç ilgilenmeyiz? Çarşı Caddesi’nden yukarı dönüp Debboy yokuşuna başlarken, Amintas kaya mezarlarının önünden, yolun ortasında bir başına duran Likya lahidinin yanından geçerken insan hiç mi düşünmez? Kimmiş bu Likyalılar, nasıl böyle muazzam işler yapmışlar, hiç mi merak etmez? Ben fena halde merak ederim.
İşte böyle merak ede ede, ne kadar Likya kenti varsa gidip hepsini dolaştım. Sayılarını dahi tam bilen yok, kiminin kendi var adı yok, kiminin yolu – izi hepten yok, bazılarına güç bela ulaştım. Fotoğraflarını çektim, taşlarına elimi koydum, bir daha gelmek üzere vedalaştım. Kendi aralarında bile konuşamayanlar bilmez de bilenler bilir, taşlar konuşur. Konuşur da, geçmişin gizemini anlatır. Taşın dilinden anlamak gerekir.

Hüseyin Köktürk taşın dilini bilenlerden. Kazı yapıyorsunuz, demek ki arkeologsunuz. Yazı yazıyorsunuz, öyleyse bir yazarsınız. Kazan da, yazan da aynı kişiyse bu şahane bir şey; çünkü olup biteni eski taşlara elini değdirenden öğrenirsiniz. Bir yazar, geçmiş dönemlerde yaşamış insanlardan bahsetmek istediğinde, arkeoloji bilgisi sağlam olmalıdır. Bir arkeolog bir şeyler yazmak istediğindeyse -ki bence zaten mutlaka yazmalıdır- kalemi kuvvetli, kelamı doğru olmalıdır. İşte Köktürk bu ikinci tür insanlardan.

Oinoanda her yerden uzakta, dağların arkasında bir Likya kenti. Unutulmuştur, pek fazla bilinmez, yolu – izi yok, kolayca gidilmez. Oinoanda ile aramızda artık yollar yok, yıllar var. Günümüzden yaklaşık bin dokuz yüz önce yaşamış, Epikuros felsefesini benimsemiş olan Diogenes, yaşadığı kentin stoa duvarlarına bu felsefenin ilkelerini yazdırmış. Kentin kuzey bölümündeki ana meydanda yer alan “Büyük Duvar”da yazılanları herkes okusun istemiş. O zamanlar herkes okumuş mu, okumuş da anlamış mı bilinmez. Ama dünyanın geldiği hale bakılırsa sonraki zamanlarda belli ki kimseler okumamış, ne yazıldığını anlamamış. Yakın zamanlarda da pek az insan okumuş, bunlardan biri de Hüseyin Köktürk imiş. Otuz yılı aşkın çalışmalarının sonucunu bu kitapta toplamış. Kitapta kenti, Diogenes Yazıtları’nı, yazıtların içeriğini, yani Epikuros felsefesini ve Köktürk’ün düşüncelerini çok iyi bir anlatımla okuyoruz. Diogenes, Epikuros felsefesini insanların görebileceği biçimde anıtlaştırmak istemiş. Köktürk de tıpkı Diogenes’in yaptığı gibi, yazıtları yaşadığımız coğrafya insanlarına tanıtmayı amaçlamış, bunu da başarmış.

Hüseyin Köktürk otuz beş yıl boyunca bu tepeye tırmanmış, hangi taşın altında ne var tek tek kaldırıp bakmış. Mezar anıtlarının arasında dolaşmış, alınlığında Meduza başı bulunan yazılı lahitleri geçerek en doğuda Seki (veya Oinoanda) Platosu’na hâkim tepenin sarp uzantısına ulaşmış. Aşağılarda görülen verimli arazileri çevreleyen ormanlardaki çam, ardıç ve sedir ağaçlarının, rüzgârın taşıdığı kokularını almış.
Akdağlar’ın yamaçlarından gelip, ovayı kama gibi yarıp geçen, sulayıp bereketlendiren, Homeros’un deyişi ile coşkun akan Kocaçay’ın, Ksanthos Nehri olduğunu bilmiş. Oinoanda kentinin Antik Çağ’daki varsıllığının nedenini çözmüş. Günümüz yerleşimlerinin, çekirge sürüleri gibi verimli arazileri nasıl ele geçirdiğini, orman dokusunun, tıpkı askerler gibi son kalelerini savunmak için tepelere nasıl çekildiğini görmüş. Tepenin bu sarp noktasına, uçurumun kıyısına oturmuş. Epikuros’un sahip olmakla en büyük zenginlik saydığı suyunu içmiş, ekmeğini yemiş.
Umut ediyorum ki bir gün gelecek, belki aklı çalışan birileri doğru yerlerde olacak. Hüseyin Köktürk’ün adı kente ulaşan yollardan birine verilecek, Oinonanda’nın giriş kapısının yanına heykeli dikilecek.
Taşlara Kazınan Bilgelik Hazzı – Likya’da Oinoandalı Diogenes, Hüseyin Köktürk, Akılçelen Kitaplar, Ankara, 2022, 248 sayfa.