BEN BİR KİTAP OKUDUM: ÜÇ BÜYÜK USTA ( BALZAC, DİCKENS, DOSTOYEVSKİ ) / STEFAN ZWEİG / METİN DENİZMEN

Stefan Zweig

Ben bir kitap okudum

Kalem onu yazmadı

Mürekkep eyleyeydim

Yemeye yedi deniz

(Yunus Emre)

Not 1: Yazımın başında hemen belirtmeliyim ki, bu kitap analizlerini âdeta mal beyanında bulunmak amacıyla yazmıyorum. Çocukluğumdan beri sarı defterlerime yazdığım kitap yorumlarımı dijital ortama aktarınca, muhtemelen ilgilenen birkaç dostum da okur ve eleştirir inancıyla paylaşmayı yeğledim.

Not 2: Stefan Zweig‘i anlatmaya gerek yok. Duyarlı yazarın her eseri, insan ruhunun derinliklerinde boranlar kaldırır, sessiz ama kıyıdan köşeye savuran boranlar. Biyografik eserleri de ruhunun derinlerinden fışkıran duyarlı dalışlarla yaptığı analizlerin doruklarındadır.

**

Dostoyevski’yi nasıl bilirsiniz?

Ben iyi bildiğimi sanırdım, yanılmışım. Stefan Zweig’in “Üç Büyük Usta“ kitabını okuduktan sonra hissettim bunu. Yıllarca, Dostoyevski’nin binlerce sayfasının ayırdına varamadığım yolunda kuşkularım yoğunlaştı.

Nietzsche’nin; “kendisinden bir şeyler öğrendiğim tek filozof: Dostoveyski“ sözlerinin erdemini, Zweig’in Dostoyevski analizlerinden sonra çok daha iyi içselleştirebildim.

İsminden de anlaşılacağı gibi, Zweig’in, kendini ve eşini ölüme götüren Nazi tehlikesinin henüz parlamadığı yıllarda, 1919 yılında yazdığı “ Üç Usta “, eserleri ile dünya kamuoyuna mâl olmuş Fransız Honore de Balzac, İngiliz Charles Dickens ve Rus Dostoyevski’nin biyografisini içeriyor.

Honore de Balzac

Balzac’ın gücünü ispat etmek isteyen insanların, Dickens’in geleneksel İngiliz törelerinin izinde yaşayan ailelerin, Dostoyevski’nin ise bireylerin tahliline dayalı romanlar yazan, hayatla ölüm, dehayla çılgınlık arasında giden bir yazar olduğunu söylüyor Zweig.

Özellikle de Dostoyevski’yi bunca yüceltmesinin, sağlıkla sara nöbetleri arasında yazdığı onca eserin irdelenmesine, kitabın 2/3’sini ayırmasının hikmetini kitabı bitirdikten sonra anlayabildim.

Çok çetin bir kitap, Balzac’ın, Dickens’ın hele hele Dostoyevski’nin analizlerini okumak yordu beni. İlk defa bir kitap elimde haftalarca sürünüp durdu. Ne vazgeçebildim ne kıyısından dolaşabildim ne de üzerinden atlayabildim. Torunumun bile dikkatini çekmiş, bir ara “dede, hâlâ o kitabı mı okuyorsun?“ demişti geçenlerde…

Her zaman yaptığım gibi, altını çizme ihtiyacı hissettiğim sayfaları paylaşacağım. Bunun üzerine, ben naçizane nasıl yorum yapabilirim ki…

“ Tolstoy sağlığına ne kadar çok şey borçlu ise, Dostoyevski’nin dehası da, sık sık tutulduğu sara krizlerine, bu şeytânî belaya o kadar borçludur. Sara nöbetleri, O’nu algılama için olanaksız olan yoğun duygu durumlarına çıkardı, O’na duyguların yeraltı dünyasına ve ruhun ara krallıklarına yönelik o esrarengiz bakışı verdi.“

İnfaz mangasının kurşunlarından iki dakikalık bir mucize ile kurtulan, sorunlu bir ailede haşlanan, Sibirya’da Katorga steplerinde sararıp solan elli yaşındaki Üstâd, aslında binlerce yıllık acı çekmişti.

Ev sahibesinin polisle birlikte gelerek ödeyemediği kiraları İsterken, ebe çocuğunun doğumu sonrası ücretini almak için kapısını aşındırırken, sara illetinin tırnaklarını gırtlağında hissederken, O, Suç ve Ceza, Budala, Ecinniler, Kumarbaz adındaki mukaddes kitaplarını yazıyordu.

“ Dünya’da her yıl yayınlanan binlerce kitap nelerden bahsediyor? Mutlu olmaktan. Bir kadın, bir erkek istiyor, ya da zengin ve saygıdeğer olmak. Dickens’ta tüm arzuların son hedefi, içinde neşeli çocukların oynadığı sevimli küçük bir, Balzac’ta ise etrafında koruluk olan bir şato ve milyonlar.

Çevremize bir bakalım, sokağa, aydınlık eğlence merkezlerine, izbe genelevlere, meyhanelere bakalım: Ne istiyor bu insanlar? Mutlu olmak, hoşnut olmak, zengin olmak, güçlü olmak.

Dostoyevski’nin kahramanlarından hangisi bunları ister? Hiçbiri, bir teki bile istemez. Karamazov’lar,  Ecinniler, Suç ve Ceza’da yaşayan kahramanlar durağan değildir, sürekli devinim isterler, onlara sürekli acılar veren “yüce bir kalp“ eşliğinde.

Mutlu olmak için yaşamazlar, seçimlerini bunun için yapmazlar, zengin olmak gündemlerinde yoktur. Kısacası, tüm insanların istediği hiçbir şeyi istemez Dostoyevski’nin insanları. Sağduyuları olmadığı gibi, hayattan da hiçbir şey beklemezler. “

Dedim ya; kitap çetin, kaya gibi sert.

Fyodor Dostoyevski

Suç ve Ceza’yı, Budala’yı, Karamazov Kardeşleri, Delikanlı’yı düşünelim, hangi mevsimde geçer bunlar, arkalarında hangi manzaralar vardır? Yaz mı, bahar mı, yoksa sonbahar mı?

Olaylar, idrâkin çakan şimşekleri tarafından aydınlatılan kalbin karanlık bölgelerinden birinde geçer, her şey beynin havasız boşluklarında olur biter; yıldızlar ve çiçekler yoktur, sessizlik ve suskunluk yoktur. Ruhlarının gökyüzünü büyük şehrin dumanları karartmıştır.

İnsanı olandan kurtuluşun dinlendirici noktaları onlarda; o mesut rahatlık, insanın en iyi anları, bakışını kendinden ve acılarından çekip, hissiz, tutkusuz dünyaya çevirdiğinde hissettiği anlar yoktur. “

Velhasıl, kitabı bir draje haline getirip, yutmak istersek kanaatimce geriye şu kalır; “ O’nun alanı ruhun dünyasıdır, doğa değildir, yeryüzü de değildir, sadece insanlardır. “

Hep düşünür, hatta kızardım Dostoyevski’ye; çok hacimli kitaplar yazdığı için. Üşenmeden baktım; Suç ve Ceza 660, Ölüler Evinden Anılar 440, Karamazov Kardeşler tam 1025 sayfa.

Zweig, bu cahilliğimi kulağıma şöyle fısıldadı; “Piramitlerin sivri uçlarını yapabilmek için devasa temeller atmak gerektiği gibi, Dostoyevski’deki sivri dorukları yaratabilmek için de romanlarının muazzam boyutlarına ihtiyacı vardır“.

“Dünyayı genişletenler soğukkanlı bilim adamları, kendi memleketlerini iyi tanıyan coğrafyacılar değil, bilinmeyen okyanusları aşıp yeni kıtalara varan o öfkeli adamlar oldu.

Modern ruhun bütün derinliklerine ulaşanlar psikologlar, bilim adamları değil, ölçüsüz ve pervâsız yazarlar ile sınırları aşan şairler oldu.”

Beğensek de beğenmesek de Dostoyevski bizleri anlatıyor kitaplarında;

Dostoveyski neden farklı ve yırtıcı?

“ Nefret, sevgi, şehvet, zayıflık, kibir, gurur, iktidar hırsı, tevâzu, saygı, bütün bu dürtüler sonsuz bir dönüşüm halinde birbirine girmiştir. Arınma özlemi içinde olan sarhoşlar, pişmanlık hırsıyla dolu suçlular, masumiyete duydukları hayranlık yüzünden genç kızlara tecavüz edenler, dinsel ihtiyaçlar yüzünden Tanrı’ya küfredenler vardır.

Stefan Zweig, hele hele Nafer Ermiş’in çevirisi günlerce hırpaladı beni, ama; sonunda kırmızı kurdeleyi göğüslemeyi başardım, üzerinde şöyle yazmıştı Dostoyevski;

“En çok bilenler, en çok acı çekenlerdir.“

O’nun kahramanları, bir şeye arzu duyuyorlarsa, bunu gerçekleştirmek için olduğu kadar reddedilme umudu yüzünden de yaparlar. “

Yorum, görüş ve önerileriniz