İnsanların farklı nedenlerle yeni yurtlar, hatta yeni vatandaşlıklar aradıkları bu göçler çağında, aidiyetler de kimlikler de yeniden tanımlanıyor. Göç, insanın köklerini yeniden aramaya sevk eden ve yurda dönme arzusu yaratan bir süreç ve çoğu zaman o kökler toprakta, mekânda aranıyor. Oysa toprak sayılan şeyin önemli bir boyutunu o toprağın müziği oluşturuyor ve insanlığın dönmesi gereken yer tam da burası; sadece kendi toprağının değil, farklı coğrafyaların da müzikleri… Çeşitli nedenlerle doğup büyüdüğü coğrafyalardan kopan insanların, fiziksel bir göç olmasa da duygu göçü yaşayan insanların elinden hiç kimsenin alamayacağı tek aidiyet bu Müzik Köyü’ne göre: Müzik. İşte yerküreyi vatan kılacak tek şey de bu.
Dünya tarihinde görülmemiş bu büyük nüfus hareketliliğinin yanı sıra, gelişen iletişim teknolojileri kültürler arası iletişimi daha da yoğunlaştırıyor; toplumların, dolayısıyla kültürlerin buluşma imkânları artıyor. Bu kültürlerin barış içinde bir arada yaşama idealiyle bir araya getirilebilmesi ve bu çoğulculuğu yaşatabilmek içinse müzik en önemli uluslararası dil.
İşte, farklı coğrafyaların müzik kültürlerini bir araya getirerek müzikte çoğulculuğu yaşatabilmeyi, müzik – doğa ilişkisini çok kültürlülük zemininde karşılıklı etkileşime dayalı olarak gözler önüne sermeyi kendisine hedef edinen Müzik Köyü, 2015 Ağustos’unda, aynı zamanda projenin çekirdek kadrosuna ilham olan üçtellinin en büyük virtüözlerinden Ramazan Güngör’ün hayatının tümünü geçirdiği Fethiye’de kuruldu. Bu sene sessiz sedasız 7. Yılını geride bırakmaya hazırlanan Müzik Köyü, merkezin taşrayı yuttuğu ve giderek kendisine benzettiği günümüzde bu anlayışa inat Güneybatı Anadolu’nun kadim şehri Fethiye’den Dünya’ya seslenmeye devam ediyor. Her ne kadar sabit bir yer ve biraz daha geniş imkanlar yaratamamış olsa da Köy, Türkiye ve Dünya’nın dört bir yanından müzisyen, akademisyen, herhangi bir enstrüman çalsın ya da çalmasın tüm müzikseverlerin buluşma, müziğe dair teorik ve pratik pek çok şeyi karşılıklı etkileşime dayalı olarak öğrenme noktası olmayı sürdürüyor.
Türkiye’nin ilk Müzik Köyü olma özelliği taşıyan proje, Türkiye’den ve dünyanın farklı ülkelerinden ustalarla her yaştan, amatör veya profesyonel müzikseverleri bir araya getirmekle kalmayarak imkanlar dahilinde bugüne dek pek çok önemli projeye daha imza atmış. Müzik Köyü ekibi aynı zamanda Aralık 2016’da, Fethiye’de bir festival düzenleyerek pek çok müzik geleneğini Fethiye’nin değişik yerlerine götürmekle kalmayıp köy okullarında öğrenim gören köy çocuklarıyla, engellilerle, yetiştirme yurdundaki gençlerle atölye ve seminerlerde bir araya gelmiş. Yine stüdyo kayıt aşamalarının bir bölümü Fethiye’de gerçekleşen ‘’Anadolu’dan Üçtelli Ezgiler’’ adlı albüme imza atarak üçtellinin yaşayan en önemli üstatlarını( Ali Ulutaş, Osman Kırca, Yusuf İhsan Bodur )ve bu CD’de bir araya getirmişler. Bu albüm aynı zamanda ekibin Müzik Köyü etrafında gerçekleştirmeyi hayal edip hayata geçirdiği projelerden biri. Müzik Köyü Ekibi 2015’ten bu yana başta İTÜ ve ODTÜ olmak üzere ülkemizin birçok üniversitesinde sunumlar yapmış, dinletiler vermiş; yine İzmir, İstanbul, Mersin,
Müzik Köyü, yurdunu müzikte arayanların köyü. Mekâna değil; müziğe ve doğaya bağlı bir proje. Çok kültürlü müzik paylaşımının usta-çırak ilişkisi içerisinde yürütüldüğü, tüm farklılıklarıyla hep beraber yaşama ve üretme çabasının var olduğu, doğadan kopuk olmayan her ortam bir Müzik Köyü aslında.
İlk olarak 2015’te Fethiye’de hayata geçirilen Müzik Köyü, 7 yıldır düzenlediği atölye, seminer ve konserlerle Anadolu’nun ve yeryüzünün farklı bölgelerinde kaybolmaya yüz tutmuş müzik geleneklerini yeniden gün yüzüne çıkarıyor.
Müzik Köyü, merkezin tahakkümünün taşranın dahi her santimetrekaresinde en baskın şekilde hissedildiği, derelerin HES’lere, kıyıların betona yenik düştüğü, sebze ve meyvelerin adeta zehirlendiği, pıtrak otu gibi çoğalan zincir marketlerin köylere şubeler açıp ambalaj içerisinde bazlama ve gözleme dahi sattığı, insanların binlerce yıllık yaşam pratiklerinin sonucu olan kültür öğelerinin poplaştırılarak satışa hazır ambalajlara konduğu günümüzde, doğanın müziğinin, yerelin, sadeliğin hak ettiği değeri bulması için ünlü Macar Besteci – Etnomüzikolog Bela Bartok’un şu sözleriyle sesleniyor:
Topraktan kopuk olan müzik, ölmeye mahkumdur.
Konservatuvarlarınızı dağlara kurun!