Oynamayı seven bir yaradılışı vardır. Çocukluğunda başlayan “Karagöz” merakı hiç bitmez. 1999 yılında açılan Karagöz Okulu’nda Haşmet Zeybek ile dersler verir. Yağlı kâğıttan yaptığı “Karagöz” perdesini sinema perdesine de taşımak ister. Yıllar sonra minyatür sanatıyla birlikte Karagöz’ün de belgeselini çeker. Bugün filmi tekrar çekse Karagöz’ü bir oyuncunun canlandırmaması fikrindedir. Ne yazık ki İsveç’e giden kameramanla birlikte film de kaybolur.

Çocukluğu ve gençliği Tophane’nin sokaklarında geçer. Çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir semtte dostluk içinde yetişen Keskin’in mozaiğidir; Rumlar, Ermeniler, İtalyanlar, Araplar, Süryaniler. Ortaokulu Kuledibi’ndedir. Orayı tam anlamıyla Bizans’tı diye tanımlar. Galata Kulesi’ne çıkıp tüm İstanbul’u seyretmek ona başka yaklaşımlar kazandırır.

Babasının mesleğinden dolayı gemicilerin dünyasına girer. Ona göre bu gemicilerin her biri, karaya indiğinde meyhanelerde başlarına gelenleri anlatır; birer meddah kesilirlerdi. Avrupa Tiyatrosu’nun temeli ise bu ‘‘gemici-meddah’ların performanslarına dayanır.

Denizcilik Bankası’nda memur olan babası sayesinde Tophane Rıhtımına gider. Bando askerlerinin bacaklarının arasından Atatürk’ün İngiliz Kralını karşılamasını seyreder. Çocukluğuna ait bu hikâyeyi sıklıkla anlatırken gözünün önüne renk gelmemesine şaşırır. Bir tek Mustafa Kemal’in saçları hep sarıdır imgeleminde.

Buna daha çok şaşırır. Birçok mesleğin çıraklığını yapar. Marangoz ve terzi çırağı olur. İlerde dekor ve kostüm tasarımı yaparken bu deneyiminden faydalanır. Garsonluk yapar. Simit fırıncılığı ve çöpçülüğü de denemek istese de annesi izin vermez. Lise’de okulun güreş takımına girer. Futbol oynar. Beşiktaş’ın genç takımında top koşturur. Dalgıçtır, yüzücüdür. At biner, Tai Chi Cuan sayesinde dinçliğini korur.

Eli hünerlidir. Akademide iç mimarlık okurken dekora kostüme yönelir ve amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başlar. İlk rol aldığı oyun “Antigone” tragedyasıdır. Rol arkadaşları da hayatlarında onun gibi ilk kez sahneye çıkan Vedat Demircioğlu, Çolpan İlhan ve Pekcan Koşar’dır.

Güzel Sanatlar Akademisi, Dormen Tiyatrosu’nda oyunculuk ve sahne amirliği, Cep Tiyatrosu, Gençlik Tiyatrosu, Erlanger Festivali, Lale Oraloğlu ve Gen-Ar Tiyatroları’nda konuk oyuncu ve yönetmenlik olarak sıralanan tiyatro serüveninin en önemli dönemini İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu, yönetmen ve Genel Sanat Yönetmeni olarak sürdürür. Oradan emekli olan Erol Keskin bir yandan oyunculuk yaparken, bir yandan kurucularından olduğu Sahne Araştırmaları Laboratuvarı’nda “tiyatronun antropolojisi” üzerine çalışır. Aynı zamanda Eskişehir Anadolu Üniversitesi ve Akademi İstanbul’da yoklama yapmayan, sınıfta kalmayı ya da geçmeyi öğrenciye bırakan bir öğretim üyesidir. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde dersler verir.

İlk kez 1957’de Dormen Tiyatrosu’nda sahnelenen “Karaağaçlar Altında” oyunuyla profesyonel olur. Başlıca oyunları: “Modigliani”, “Herkes Aynı Bahçede”, “Kral Lear”, “Gazete Gazete”, “Antonius ile Kleopatra”, “Bulvar”, “Ay Masalı”, “Salı Ziyaretleri”, “Büyük Jüstinyen”, “Fuji – Yama”, “Rus Gelir Aşka”, “Altın Yumruk”, “Oppenheimer Olayı”, “Deli İbrahim”, “Vahşi Batı”, “Troya”, “Oleani”, “Oyunlarla Yaşayanlar”, “Gılgameş”, “Ferhad ile Şirin”, “Yaşam Bir Oyun”dur. Yönettiği oyunlardan bazıları “Montserrat”, “Halay”, “Yağmur Sıkıntısı”, Şehir Tiyatroları’nda yazar-yönetmen-ekip buluşmasının ilk örneği olan “Mecbur Adam”dır. Son olarak “Zırhlı Kurt”u çalışmıştır.

Macit Koper onun için “Erol Keskin tiyatronun ahlakıdır. Ne kendisi ne de onun yanında dolaşan herhangi birisi o tiyatro ahlakının, tiyatro etiğinin dışına çıkamaz. Hemen haddini bildirir ona” der.

Suna Keskin ise ona 18 yaşından beri hayran olduğunu dile getirir. “Daha o zaman onun ne kadar değerli ve önemli bir aktör olacağını hissettim ve fark ettim” der. Evlenirler.

Ödüllerini alkışı olarak kabul eder. Başlıca ödülleri 1966 ve 1967 yıllarında “Bozuk Düzen” ve “Güzel Bir Gün İçin” filmleriyle Antalya Film Şenliği’nde En İyi Senaryo Ödülü, 1966 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen “Oppenheimer Olayı”ndaki rolüyle İlhan İskender Ödülü, 1982’de “Deli İbrahim”deki rolüyle Avni Dilligil Yardımcı Oyuncu Ödülü, 2001’de “Herkes Kendi Evinde” filmiyle 20. İstanbul Film Festivali, Orhan Arıburnu 23. Siyad Türk Sineması Ödülleri’nde, En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri, 2004’de Tiyatrokare tarafından sahnelenen “Salı Ziyareteri” oyunuyla 9. Sadri Alışık ve Afife Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri, 2005’de “Gılgameş” oyunuyla Ukrayna, Bospor 7. Antik Sanatlar Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, 2010 yılında 15. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Oyuncu Ödülleri Yılın Onur Ödülü ve aynı yıl düzenlenen 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Onur Ödülü’dür.

Yaptığı işi çok ciddiye alır. Ona göre tiyatro disiplin işidir. Titizliğine ve profesyonelliğine örnek vermek gerekirse, Hadi Çaman “Altın Yumruk” oyununun sahne amiridir. Erol Keskin giyeceği çizmelerin boyandığını görünce “Oğlum asfalt yoldan değil, seferden geliyorum, seferden. Bu çizmelerin leş gibi olması gerek” der ve keşiş entarisinin içindeki Hadi Çaman’ı az koşturmaz çizmeyi kirletecek çamuru bulması için. Araştırma yapmadan, inceleme yapmadan hiçbir işte yer almaz. Oynayacağı rolü mutlaka oyun metninin ilk sayfasına resmeder. Başar Sabuncu’nun sahneye koyduğu “Vişne Bahçesi”ndeki uşak rolünü çizdiği çalışma, Suna Hanım tarafından çerçevelenip duvara asılmıştır. Yine “İbişin Rüyası”nda canlandırdığı İbiş rolünün çizimi de duvarlarındadır.

Tiyatrodan önce sinemaya başlar. İlk filmi, asistanlığını yaptığı Lütfi Akad’ın “İngiliz Kemal”dir. Sinemaya oyunculuğunun yanı sıra senarist ve yönetmen olarak da katkıda bulunur. Çekimleri Türkiye’de yapılan ancak yurtdışında vizyona giren “Paralı Askerler” filminde Tony Curtis, Charles Bronson ile birlikte oynar. Aslında filmin oyuncusu Suna Keskin’dir. Erol Keskin ona refakat ederken keşfedilir. Suna Hanım’ın seti biter ama Erol Keskin çalışmaya devam eder.

Suna Keskin, Erol Keskin’i “Duvarların Ötesinde” oyununda canlandırdığı dilsiz rolünde izlerken hayranlığı bir kat daha artar. Öyle ki elinde bir çiçekle gider ve büyülendiği için çiçeği veremeden geri döner. Şöyle der: “Gerçekten hayranlıkla seyrediyorum Erol’u ve sahneye çıktığı zaman şunu hissediyorum. Sanki üzerine bir ışık huzmesi, bir nur yağıyor gibi. Ama bunu sadece ben hissetmiyorum bir sürü arkadaşım da bana bunu söylüyor. İşte aktör diyorsun, işte aktör…”

Son sözü 18 Mayıs 2021’de kaybettiğimiz Erol Keskin söylüyor: “Oyunculukta herhangi bir rolü oynadığınız vakit bir canlı yaratıyorsunuz. Nerede yaratıyorsunuz? Bir dünyada. Hangi dünyada? Günlük yaşamın olduğu değil; varsayımsal ve yeni baştan yaratılan bir dünyada. Neresi orası? Sahne! Orası başka bir dünya. Eğer insanoğlu böylesine bir maceraya atılamamış olsaydı. Gökyüzünde yıldızlara gitmeye de cesaret edemezdi.”

Yorum, görüş ve önerileriniz