SEN BURALI DEĞİLSİN!
istediğim bir kuş sesiydi ,
dişisine kur yapan ,
erkek kara tavuğun sesi ,
beni mutlu eden ,
daldan düşen bir yaprağın hışırtısı ,
ya da sobaya attığım
bir odunun çıtırtısıydı .
teneke damdan damlayan ,
yağmur damlası ,
belki de cama vuran ,
kızıl gerdanın sarı gagası .
gözlerimi tavana dikip ,
yaşadıklarımdı belki de .
Afkule tepesini bulutlar kapladı ,
bak , dışarıda bir köpek havlıyor ,
uzakta çakan şimşekler
kötü havanın habercisi .
belli ki teneke dam yine akacak ,
odunlar ıslanacak .
istediğim ,
bir kadeh şarabın kokusu ,
özlediğim ,
bir kedinin sessizliği ,
sobada yanan odunun
genzimi yakan is kokusu .
hava Levissi’den esmeye başladı
penceredeki tahta kepenk ,
acımasızca vuruyor kollarını ,
rüzgar hızlandı .
soğuk bir oda da ,
ellerim üşüyor ,
ayaklarım buz kesti .
dışarıdaki tahta sandalye devrilmiş ,
üzerindeki gölge yere düşmüş .
tek odalı evimin kapısı
ıslanınca sıkışmış .
nasıl bir umutluluk ,
saçlarım darmadağın ,
akan sevinç yaşları donuyor soğuktan .
bu gün ayın kaçı ,
günlerden hangisi bilmiyorum
hiç de önemi yok .
burası yaşamak istediğim yer .
yine su birikecek ovaya ,
dereyle gelen balıklar yayılacak .
ay bulutlardan sıyrıldı kendini ,
belli ki yarın hava sert olacak .
odanın ortasındayım ,
cama uzak , sobaya yakın .
gözümde uyku yok ,
camdan sarkan ay ışığı ,
yarının habercisi .
sobaya bir odun daha attım ,
iyi kalpli odun kendini yaktı .
bu , üstüme aldığım ikinci battaniye
sabaha daha çok var .
sabah olunca çaydanlık
sabah olunca biraz çay
sonra , gölde balık .
hava soğuk ,
akşamdan kar atmış biraz ,
buralara kar yağmadı yıllardır .
kim bilir şimdi dışarıda ,
nasıl da çaresizdir kuşlar .
bahçemdeki kirpi ,
her hafta ,
tavuk kemiği ile beslediğim ,
iki çocuklu kızıl tilki .
birinin adını Niko koydum ,
diğerinin ki Vasili ,
onlar , bu dağların gerçek sahipleri .
meşe ağacındaki kovukta ,
bir de sincap ailesi var ,
bir birine sokulmuş yatan ,
yazın topladıkları ,
palamutları yastık yapmışlar ,
ailece , kış uykusundalar .
yarin balık avlamalıyım ,
ya uzaylılar ! gelirse sessizce
ortalığı talan edip ,
beş odalı villalarını dikmeye .
hazırlıklı olmalıyım ,
balığı fazla avlamalı ,
sevdiklerimiz aç kalmasınlar diye ..
bir zamanlar ,
kıyısında ördek avladığım sular .
şimdi , hepi topu iki oda bir salon !
özlediğim ,
şimdi balık ,
şimdi soğuk ,
şimdi yalnızlık .
sobaya atılan odun ,
ocakta pişen yemek ,
ömür dediğin nedir ki .
dört kedi , bir köpek ,
bir kümes dolusu tavuk ,
insanlar olmasın varsın .
işte bak , şu duyduğun
ala karganın alaycı sesi ,
kara çamların uğultusu ,
erken açan nergis in kokusu .
hayat dediğin nedir ki ,
daldan düşen yaprak ,
mangala koyduğun ateş ,
ateşte ki balık .
hayat dediğin nedir ki ,
farkına varmak mı ,
uzaklara dalmak mı .
verandanın altındaki
bir bacağı kırık sandalyede ,
uzanmış yatan sarman kedi ,
dalda şakıyan kara tavuk ,
uzaklarda batan güneş ,
yitip giden umutlar .
bu köy de her şey kayboluyor ,
yeşil yitiyor ,
toprak bitiyor ,
insanın kötü kokusu ,
sarıyor dört bir yanı , haince .
hayat dediğin bir acı ,
bir yok oluş .
yitip gitmesi umutların .
bahçeye diktiğim marullar
soğuktan dondu ,
sarmaşıkların rengi soldu .
bu sene , hem de bu mevsimde ,
göle ilk kez ördek indi .
sobaya bir odun daha attım ,
üzerine umutlarımı koydum ,
yandı ha yandı .
deli akan dere duruldu ,
bir silah sesi ,
yine bir can vuruldu .
bir de ben ,
vuruldum umutlarımdan .
neyse ki tüm canları ,
beslemiştim bu sabah .
taş taş üstüne koymuştum ,
kara tavuğun sesini ,
bir kez daha duymuştum .
hayat dediğin nedir ki .
yeşili gördüm ,
esen yelin sesini duydum ,
istediğim her şeyi aldım ,
huzur içinde gitmeyi keşfettim .
kızımın miyavlamasını ,
oğlumun haşin bakışlarını ,
unutmadan gitmek dileğim .
hayat dediğin nedir ki ,
küçücük bir dilek .
zeytin ağacında bir salıncak ,
ileri geri sallanan umutlar .
sana da , sorarlar bir gün ,
bir uğur böceğini eline aldın mı ,
parmağının ucundan uçurdun mu ,
dilek tuttun mu hiç .
sorarlar bir gün ,
erkenden kalktın mı ,
hiç odun kırdın mı ,
köyün dar sokaklarında yürüdün mü .
çıktın mı Levissi’nin taş basamaklarından
ovaya baktın mı .
oturduğun sandalye ,
tek başına kalacak bir gün ,
hayat dediğin nedir ki ,
çantanı sırtına alıp ,
yollara düşeceksin ,
tadını kaçırdığın bu köyden ,
arkana bakmadan ,
kaçacaksın ,
yeniden şehirlere gidecek ,
arabalara binecek ,
insan kalabalıklarını ,
çekeceksin içine .
oysa istediğin ,
bir kuş sesi olmalıydı .
bahçeye çıkınca ,
bir ala karga sana seslenmiyorsa ,
bir kediyi beslemiyorsan ,
bir köpeği okşamıyorsan ,
deli Nergisi koklamıyorsan ,
ne işin var burada .
şu gördüğün fıstık çamı ,
heyecanlandırmıyorsa seni ,
kaç metre yüksekliği var ,
dallarında kimler sallanmış ,
gövdesine kimler yuva yapmış ,
yuvadaki sincabın varlığını bilmiyorsan ,
ne işin var burada .
ay , eski Rum evlerinin ,
yıkılmış duvarından yükselirken ,
uzaklardan öten ,
bir baykuşu duyamıyorsan ,
tepelerde ki kızıl tilkiyi göremiyorsan ,
bu toprakların sahibi ,
Niko’nun ayak izlerini bilmiyorsan ,
istediğin dünya bu değil .
ne işin var burada ,
sen buralı değilsin .
Metehan Akıncı