NELER ÇEKTİM NELER – BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY – KÜBA (2)– METİN DENİZMEN

Yazı ve fotoğraflar: Metin Denizmen

CİENFİEGOS/ Kolonyal mimari mirası parklar, kafeler bar ve restoranları ile diğer kentler içinde öne çıkan ve 2005 yılından beri Unesco Dünya Kültürü Koruma Listesi’nde bulunan Cienfiegos’un kalbi Jose Marti Parkı’nda atıyor. Meydan etrafında, birbirinden güzel devlet daireleri, katedral, konser salonu ve Tomas Terry Tiyatrosu yer alıyor.

Jose Marti Meydanından başlıyoruz dolaşmaya. Sıcak ve güneşin parlak ışıkları dolaşma keyfi vermiyor insana. Karşımızda sevimli fasatıyla Tomas Terry Tiyatrosunu görünce yöneliyoruz.

1888 yılında Venezuella’lı zengin bir şeker tüccarı tarafından yapılmış, Amerika kıtasının en eski üç tiyatrosundan birisi burası. İçeri girip, loş ışığa alışınca hayran olacağım bir salon çıkıyor karşıma. Yapıldığı günden beri değişmeden kalabilmiş sahne, tavanda ve duvarlardaki freskler illâ da oturma sıraları öylesine güzel korunmuş ki, neredeyse yüz elli yıl geçmesine rağmen, hasarsız ve düzenli görünümlerini hayranlıkla izliyor ve fotoğraflıyorum.

CAMAGUEY / Camaguey, kültür ve sanat başkenti Küba’nın. Pek çok bilim adamı, şair ve sanatçı yetiştirmiş.

Hermanos Aguero sokağında rengârenk evlerde, her binanın pencere ve kapılarını çevreleyen ferforjeleri seyrederek dolaşırken karşımıza Nicolas Guillen’in ev-müzesindeyiz. Guillen, gençliğimden beri şiirlerini okuduğum bir şair, Küba’nın milli şairi. 1902 yılında doğduğu bu ev, şimdilerde kentin sosyo-kültürel araştırmalar bürosu ve öğrencilerin müzik eğitimi için kullanılıyor.

Guillen’in evinin girişinde eski bir masanın başında oturan görmüş-geçirmiş birine benzeyen yaşlı adam İspanyolca bir şeyler söylüyor. Anladığım kadarıyla, evi gezmemizin imkânsız olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ben ısrar ediyorum, sonunda adamcağız sokağa açılan ağır ahşap kapıyı kapatıp, mandalını çeviriyor. Sonra, anlatacaklarını benim anlayacağımdan emin, İspanyolca konuşarak Guillen’in çalışma odasını, salonu, belgelerini, avluyu gezdiriyor.

Teşekkür edip, tekrar rengârenk evlerin dizildiği sokakta yürürken, Guillen’in Nâzım Hikmet’i Küba’ya davet edişi ve Nâzım’ın anıları geliyor aklıma; N. Gullien Nazım`ı karşılamaya geliyor ve beyaz bir Cadillac taksi ile şehir merkezine yöneliyorlar. 

                                       ak bir kadillakla girdik Havana’ya

                                       otomobilin böylesine ömrümde ilk biniyorum

                                                               araba değil okyanus

                                                                        milyoneri Miami’ye kaçmış

                                                                              çarın tahtı geldi aklıma

                                       on dokuzumda Kremlin’de üstüne oturup resim çektirdimdi…

VARADERO / Havana’ya 200 kilometre uzaklıkta bir ada iken kıyı bağlantısı sağlanmış. Bizim Ayvalık’taki Cunda Adası gibi. Tamamen turistlere dönük ve bu sektörde çalışanların barındığı bir kent. Söylendiğine göre yerel halkın buralara girmesi yasakmış. Gerçi, biz bunu doğrulayacak bir bilgiye rastlamadık, pek çok evde, kendi halinde insanlar oturuyorlardı. Havaalanı da olduğundan, tatil amacıyla gelen turistlerin Küba’nın çok farklı boyutlarını ıskalayarak Küba hakkında Varadero’ya bakıp yanılabileceği aşikâr.

Ada, ince uzun, birbirine paralel üç caddesi var, olağanüstü genişler ve kenarlarında asırlık ağaçlarla bezeli. Binaların çoğu ya yeni yapılmış ya da çok bakımlılar. Her yer restoran ve bar dolu. İncecik kara parçası üzerinde çoğu denize sıfır yüzden fazla otel bulunuyor. Adanın en geniş yeri, Google Earth’ten ölçtüğüme göre 1400 metre civarında. Burada, kitle turizmi hedeflendiği için Casa Particular geleneği önlenmiş, ama, bizim kaldığımız yerler gibi pek çok evde kaçak olarak misafir daha doğrusu müşteri kabul ediyorlar. Duyduğuma göre cezası 2000 CUC civarındaymış. Küba standartlarında bu para ödenesi değil, anlaşılan yerel yöneticilerle gizliden rüşvet ağı kurulmuş durumda.

tütün plantasyonu

PİNAR DEL RİO / Kısa da olsa, Pinar del Rio’dan geçti yolumuz, beğenilmeyen bu kadîm kenti biz çok beğendik eşimle. Gider ayak hakkında kısaca bir şeyler anlatmazsak saygısızlık etmiş olurum kanımca; Dünyaca ünlü tütün plantasyonlarının bulunduğu bu kent 1774 yılında kurulmuş. Pinar del Rio’nun Havana’ya uzaklığı 164 kilometre olduğundan Havana’nın çılgın gecelerinden uzaklaşmak istemeyenler buraya günübirlik turlarla da gelebilirler, hattâ Vinales vadisine kadar uzanabilirler. Tabii, bu bir kentin ruhunu nasıl kavradıkları ile ilgili biraz da. Birkaç, ünlü yerde fotoğraf çektirip, selfie yapma derdinde olanlar için bu süre elbette yeterli olacaktır.

Pinar del Rio sokakları

Kentin, kolonyal mimarisi ile şaşırtan binalar özlerini yitiren, bir başka anlamda bunları şirinleştiren rengârenk boyalarla doyumsuz şölenler sunuyor. Palas de Guash ( 1909 ), 1892 den beri ayakta duran Casa Garay, Museo de Ciencias Naturales Sadalio de Noda olarak adlandırılan ( Küba’da ne hikmetse müze isimleri hep böyle uzun oluyor. ) Doğal Bilimler Müzesi, Museo Provincial de Historia yani Kent Tarihi Müzesi bu mimari mirastan birkaçı.

VİNALES VADİSİ / Vinales tam bir cennet. Küba’ya gelip buraya uğramadan dönerseniz kesinlikle pişman olursunuz. Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi‘nde yer alan verimli topraklara sahip Vinales Vadisi’nde en iyi Küba tütünleri üretiliyor. Burada yüzlerce yıl öncesine ait geleneksel tarım metodları kullanılarak tütünün yanı sıra birçok meyve ve sebzenin üretimi de yapılıyor. Bu şekilde üretimin yapılması kalitenin ve lezzetin artmasını sağlıyormuş. Havası çok nemli, bu da yapılan tarıma oldukça büyük fayda sağlıyor ve her yerin yemyeşil olmasına yarıyor.

Vinales Vadisi

Tütün bahçelerinin olduğu yol, aynı zamanda hop on-hop off araçların bölgesy tanıtmak için kullandıkları güzergâh, biniyoruz ancak öyle güzel yerlerden geçiyoruz ki, fotoğraf çekmek için iki durak sonra iniyor ve yaklaşık onbeş km.lik bir yolu yürüyüp akşam üzeri  Rafael Trejo caddesinde yemeklerini beğendiğimiz Paladar La Esquinita’nın minik masasına çöküyoruz.

LAS TERREZAS / Las Terrazas dünyanın önemli biyosfer rezervlerinden birisi burası, Küba Devrimini’nden sonra bu civarda 8 milyon ağaç dikilmiş. Sömürge şirketlerinin maden aramaları esnasında delik deşik edilmiş arazide oluşturulan yapay göl bölgeye hayat vermiş. Şu anda civarda bin kişi yaşıyor.

Çok geçmeden Coronela Gölü kıyısından geçiyoruz. Sporun her türlüsünün, devlet tarafından olabildiğine desteklendiği Küba’da kürek sporcuları antrenman yapıyorlar gölün durgun sularında.

Sömürge dönemimim maden ocakları devrim sonrası ağaçlandırılarak Biyosfer alanları olmuş

Gölün kıyısında mola veriyor, aşağıda hayranlıkta baktığım sularının yanına iniyorum hemen. Sekiz milyon ağaçtan göl kıyısına inebilenlerin suyla buluşması muhteşem bir görsel şölen oluşturuyor.

Beyaz kumsallar, turkuaz deniz ve yemyeşil vadileri barındıran doğası, sömürge dönemi koloniyal binaları ve Devrim’le birlikte duran zamanın içinde hâlâ dipdiri, coşku dolu bir ülke Küba.

Vintage Amerikan arabaları, dar sokaklardan yükselen Samba, Rumba, Son ve Caz müziğine yüklenmiş kahkahaları ile farklı anlamlara derin boyutlara, bitmeyen sorgulamalara çağırıyor.

Velhâsıl, başka türlü bir şey Küba…

Yorum, görüş ve önerileriniz