HİNDİSTAN NOTLARI 4 – BABÜR DEVLETİ’NİN BAŞKENTİ AGRA  

Yazı ve Fotoğraflar: Gökhan Korkmazgil

Agra, turistik rotalarda Delhi ve Jaipur ile birlikte “altın üçgen”i oluşturur. Hindistan’ın kuzeyinde Uttar Pradeş eyaletinde, Yamuna Nehri kıyısında yer alan eski bir şehirdir. Agra, 1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm sürmüş Babür İmparatorluğu, diğer bir deyişle Hint-Türk İmparatorluğu’nun eski başkentidir. Hindistan’ın simgesi ve bir dünya harikası olarak kabul edilen Tac Mahal’e de ev sahipliği yapar.

Delhi’den güneye uzanan 210 kilometrelik Yamuna ekspres yolu ile Agra’ya yolculuk dört saate yakın sürüyor. Otobüsten inip Agra’ya ayak basar basmaz hem görsel hem işitsel bir karmaşanın içinde buluyoruz kendimizi. Asıl ilginç olan, bu kaos kentin gündelik hali, yaşam biçimi! Flaubert’in Mısır’ı gördüğünde söylediği gibi; “zavallı hayal gücünüz bunca renk karşısında ardı arkası kesilmeyen havai fişeklere bakar gibi şaşırıp kalıyor!” Kente girince Doğu’nun ağır devinen, kalabalık, renkli havası bizi sarıyor. Alabildiğine canlı dar cadde ve sokaklardan geçerken Agra’nın halâ Babür dönemini yansıttığını hissediyoruz. Bu karargâh gibi kentin daha modern alanlarındaki binaların bile çoğunluğu yüz yıldan daha yaşlı.

Renkli ve hareketli yaşam tarzı, muazzam mimari eserleri, şaşırtıcı el sanatları, baharat, takı, giysi zenginliği ile baş döndüren pazarlarıyla Agra Hindistan’ın en önemli kentlerinden biri. Kentin eski bölümü kutsal Yamuna Nehrinin büyük kıvrımının içinde kalıyor. Ünü Agra’yı çoktan geride bırakmış Tac Mahal ile birlikte, Agra Kalesi ve çöl şehri Fatehpur Sikri UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alıyor.

Ebedi Aşkın Sembolü Tac Mahal

1629 yılında Şah Cihan’ın 14. Çocuğunu doğururken ölen karısı Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) için yaptırdığı ebedi aşkın sembolü Tac Mahal… Beyaz mermerin zarif yalınlığı tertemiz bir aşkı anlatıyor bize. Narin çiçeklerle bezeli taşlar, sevgiliye sunulan bir armağan gibi. Dokunduğumuz her duvarda, attığımız her adımda hüzün yüreğimize işliyor. Sesimizi alçaltıyor, aşkı ve hüznü hissediyoruz. Hindistan’da çocuk doğururken ölen kadınlar kutsal sayılıyor. Dört yüz yıllık garip efsanelere göre Şah Cihan, Tac Mahal bitirildikten sonra, bir daha aynısını yapamasınlar diye mimarlarının kolunu kestirmiş. Gerçek şu ki, Şah Cihan çok sevdiği karısına olan aşkını Tac Mahal ile ölümsüzleştirerek yüzyıllarca anlatılacak bir aşk efsanesi yaratmış. Yamuna Nehrinin kıyısına bu görkemli romantik yapıyı yaptırmış. Derinden etkilendiğimiz zarif mermer yapının basamaklarından inerken başımı çevirip bir kez daha bakıyorum. Mümtaz Mahal’in tüm âşıklara gün ışığının aydınlattığı pencereden gülümsediği anlatılırmış, acaba orada mı diye gözlerimle arıyorum.

Kızıl Kale: Agra Kalesi

1565 yılında Ekber Şah tarafından yapımına başlanan bu Moğol tarzı yapı Şah Cihan zamanında bitirilmiş. Kırmızı kumtaşından inşa edilen hisarları nedeniyle “kızıl kale” olarak biliniyor. Kale Yamuna Nehrinin batısında, Tac Mahal’i gören bir tepecikte yer alıyor. Aslında surlarla çevrili büyük bir saray demek daha doğru olur. Agra kalesinin ve içindeki sarayın bir hikâyesi var. Ekber Şah’ın yıllarca bir erkek evladı olmamış. İlk kez oğul sahibi olunca, yani Cihangir daha bebekken oğlu için bu sarayın yapımını başlatmış. Cihangir hükümdarlık döneminde ülkeyi buradan yönetmiş. Agra Kalesinin hisarlarından başlayan yürüyüşümüz geleneksel Hindu – Moğol mimarisinin karışımı olan Cihangir’in Sarayı’nda son buluyor. Kaleyi tamamlayan Şah Cihan’ın hayatının son günlerinde oğlu Alemgir tarafından buraya hapsedildiği ve penceresi Tac Mahal’e bakan bir odada öldüğü biliniyor.

Ekber Şah’ın Mezarı: Sikandra

Yamuna Nehrinin kıvrımların kuzeye doğru takip edince Ekber Şah’ın mozolesinin bulunduğu Sikandra’ya varıyoruz. Üçüncü Babür İmparatoru Büyük Ekber, Moğol – Tatar geleneklerine göre 1600 yılında kendi mezarının inşasına başlamış. Burası da ölümünden sonra oğlu Cihangir tarafından tamamlanmış. Ekber Hindistan tarihinin en büyük hükümdarlarından birisiydi. Mezar binası koyu kırmızı kumtaşından inşa edilmiş, dört beyaz mermer minare ile zenginleştirilmiş, karmaşık ve ince tasarımlı bir yapı.

Hayalet Şehir: Fatehpur Sikri

Bu etkileyici tarihi şehir, Agra’nın 40 kilometre kadar batısında yer alıyor. Fatehpur Sikri’nin kuruluşu eskilerden kalmış bir masal gibi. Tüm Güney Asya coğrafyasına hükmeden Ekber Şah bir erkek çocuk sahibi olamadığı için yıkım derecesinde mutsuzdur. Her şey başarısızlığa uğramış gibi görünmektedir. Hükümdar Ekber bir oğlan çocuğuyla kutsanmak için ünlü Sufi Şeyhi Salim Çişti’yi aramak için buraya gelir. Duaları duyulur, bir oğlu olur. Ekber ölçüsüz sevince boğulur, zaten Agra’ya taşımayı düşündüğü başkenti bu bölgede kurmaya karar verir. Agra’nın batısındaki sarp tepelerde muazzam bir şehir olan Fatehpur Sikri yükselir. Günümüzde artık terk edilmiş, hayalet bir şehir; ancak iç kale tertemiz bir şekilde korunmuş. İç kalede geniş bir havuzlu avlu, saray ve birçok özel yapı yer alıyor. Tüm sıcak ülke saraylarında özel bir önemi olan havuzun ortasında geniş bir alan yapılmış. Buraya müzisyenler gelir, havuzun müzikal yankısı ve görsel yansıması ile Ekber’i dinlendirirlermiş. Ekber’in üç eşi varmış. Türk eşi Sultan Begüm, Portekizli Maria ve Hindu eşi için ayrı konaklar yaptırmış. Bu farklı binaların her birinde üç ayrı dinden motifler görüyoruz. Ekber bu üç dini birleştirerek bir “ilahi din” ortaya koymuş. İnsanlar kısa bir süre için bu dini tanımışlar, oğlu Cihangir zamanında “ilahi din“ unutulmuş.

Jama Mescidi

Agra Kalesinin karşısında, Cuma Mescidi olarak da bilinen ve Hindistan’ın en büyük camilerinden birisi olan Agra Jama Mescidi yer alıyor. 1648’de Şah Cihan tarafından en sevdiği kızı Cihanara Begüm için yaptırılmış cami yine kırmızı kumtaşı ve beyaz mermerden inşa edilmiş.

Hindistan renktir, cümbüştür, ruha zenginliktir, saflıktır, arınmaktır. Yoksulluktur, çaresizliktir, ama umarsızlık içinde o yoklukta sabırla dimdik durabilmektir. Ana nehrin sularında günahlarından arınmaktır, buna inanmak, bu inançla yaşamaktır, masumiyeti yeniden kazanmaktır. Neşedir, şenliktir, her daim mavi, pembe, mor gülümsemek, al, yeşil, sarı kahkaha atmaktır. Karmaşa içinde saflığı korumaktır. Yalın renklerdeki derelerin bir araya gelip rengârenk çağlayanlar halinde coşmasıdır. Ve tüm dünyaya örnek olması gereken her inanca saygılı, özgür ve mutlu bir ülkedir. “Hint Fakiri” deyimi kullanılır ülkemde, oysa onlar gerçek yaşam zenginidirler!

Döndüğümde karıma Agra’yı anlattım, biraz dinledi, “yediğin içtiğin senin olsun, bana Tac Mahal’i anlat” dedi. O aşka değer verir, Şah Cihan’la Mümtaz Mahal’den başka bir şey duymak istemedi. Sonra hemen, durup dururken bir şiir yazdı, bana olduğu gibi söyledi: “Huzur içinde uyu sevgili / Beyaz kolların gibi bu duvarlar / Tenin bu çiçekler gibi kokulu / Günler erir gider, bir balmumu gibi… / Ve hayat bir gün / Sona erdiğinde / Seninle ben bahçesinde, / Yine eski günlerdeki gibi…”  (Sevda Korkmazgil)

Yorum, görüş ve önerileriniz