HİNDİSTAN NOTLARI – 2 – KAOSUN BAŞKENTİ DELHİ – GÖKHAN KORKMAZGİL
Yazı ve Fotoğraflar: Gökhan Korkmazgil

Delhi, Hindistan’ın başkentidir ve ülkenin kuzeyinde yer alır. “Altın Üçgen” olarak bilinen turistik rotada üçgenin kuzey köşesindeki şehirdir; diğerleri Agra ve Jaipur’dur. 35 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık şehirlerinden biridir.
İstanbul’dan Delhi’ye uçuş 6 saat kadar sürüyor. İndira Gandi Uluslararası Havalimanı’na indiğimiz andan itibaren Delhi’den ayrılmamıza dek süren bir üst algı durumu başlıyor: Her şey her an hep beraber oluyormuşçasına bir kalabalık ve düzensizlik bizi sarmalayıp sürüklüyor. Hepsine birden tanık olma durumu hem insanı yoruyor hem de merak duygumuzu hep ayakta tutuyor. Sürekli devinen insan kalabalıkları içinde koku, renk, doku, ses, ışık çeşitliliği baş döndürücü bir durum yaratıyor.
Tarihte Delhi adında sekiz değişik yerleşim merkezi kurulmuş. Şah Cihan’ın kurduğu yedincisi, şehrin “Eski Delhi” olarak bilinen kısmı olarak bugün izlenebiliyor. 8. Delhi ise 1910’larda İngilizler tarafından kurulan ve başkent ilan edilen “Yeni Delhi” olan kısım. Eski Delhi Yamuna Nehri kenarına kurulu, Yeni Delhi ise bu eski yerleşimin çevresinde gelişmiş.

Delhi yüzyıllardır dünyanın dört bir yanından hükümdarları, istilacıları, tüccarları, şairleri, ressamları ve aydınları kendine çekmiş. Dinlerin derin kökleri burada yeşermiş. Günümüz Delhi’si birçok eski kenti kapsıyor, kentin taş duvarları birçok imparatorluğun yükselişi ve çöküşüne tanıklık etmiş. Delhi’de görülecek yerlerin hemen hemen tamamı kentin eski bölümünde yer alıyor. Bu yönüyle eski Delhi’ye “yaşayan tarih” demek yanlış olmaz.
Bir taksiye binseniz, “beni Delhi’nin görülecek yerlerinde gezdir” deseniz, o taksi de korkunç trafiğin içende ilerleyebiliyor olsa, sizi turistik açıdan en popüler altı – yedi yere götürür. Bence bir şehri gezmenin en iyi yolu, önceden bilgi edinip yaya dolaşmaktır, herkesin önünde fotoğraf çektirdiği, en fazla bilinen yerlerden ziyade, “yoldan çıkmak”tır, ara sokaklarda kaybolmaktır. Şehrin turistik yüzünden başka, yerel kültürü tanımak, insanlarla hemhal olmaktır. Yine de, “bu kadar çok insan yanılıyor olamaz” diyelim, turist kalabalığının peşine takılalım, şehrin harikalarını tek tek görelim:
Jama Mascid


Delhi’nin eski bölümünde Şehrin en işlek alışveriş yerlerinden Çavri Pazarı yolunun başlangıcında Jama Mascid (Cemaat Camisi) yer alıyor. Buraya “Delhi Ulu Camii” de deniyor. Aynı anda 25 bin kişinin namaz kıldığı cami cuma günlerinde dolup taşıyor; bu nedenle “Cuma Camii” olarak biliniyor. Babür mimari tarzındaki camiyi dünya harikaları arasında sayılan Tac Mahal’i yaptıran İmparator Şah Cihan, 1600’lü yılların ortasında inşa ettirmiş. Avlu zemini, kırmızı kum taşıyla döşenmiş. Yapının üst bölümünde, bakır kaplamalı üç kubbe yer alıyor. Caminin kuzey ve güney cephelerinde yer alan iki yüksek minare beyaz mermer ve kırmızı kumtaşı şeritlerle inşa edilmiş.
Bangla Sahib Sih Tapınağı

Kent merkezine yakın Bangla Sahib Sih Tapınağı, Delhi’deki ruhani havayı en iyi yansıtan mekân olarak göze çarpıyor. Altın gibi parlayan soğan biçimli kubbeleriyle bu zarif mermer yapı her an dolup taşıyor. Bitişiğinde çepeçevre sundurmalı koridorlarla çevrili geniş bir havuz var, Sihler burada yıkanmanın kutsal olduğunu kabul ediyor. Biz mekânın huzurlu ruhani havası içinde merdivenlerden havuz kenarına indiğimizde birkaç Sih soyunup suda yıkanmaya başlamıştı bile. Olağanüstü süslemeli iç mekânda sürekli kutsal metinler okunuyor, dini kıyafetleri içinde görevliler elleri ile irmik helvası dağıtıyor. Tapınağın ana kapısından içeriye çıplak ayakla giriliyor, girişte kadın – erkek fark etmeden başınızı bağlamanız gerekiyor. Delhi’deki onca tapınak içinden sadece bir tanesini görme şansınız olsaydı bence Bangla Sahib’i seçmek doğru olurdu.
Lal Qila (Kızıl Kale)
Kale Yamuna Nehrinin batı yakasında Şah Cihan tarafından bir kraliyet binası ve resmi yapılar bütünü olarak inşa edilmiş. Kırmızı kumtaşı duvarlarla çevrili kale 200 yıllık bir süre boyunca, Babür hanedanının imparatorlarının ana ikametgâhı olmuş. UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş. Burada yıl boyunca ses ve ışık gösterileri yapılıyor.

Gümüş Meydan (Chandni Chowk)
Kırmızı Kale’den çıkınca kalenin karşısında büyük bir alışveriş bölgesi olan Chandni Chowk (Gümüş Meydan)’a varıyoruz. Eski Delhi’nin hareketli kalbi olan kalabalık çarşılar, yüzyıllardır süregelen tarihi, kültürü ve ticareti bir arada sergiliyor. Dar sokakları ve kaotik enerjisiyle bu canlı pazar, Hindistan’ın zengin geçmişinin ve dinamik bugününün bir kanıtı olarak ortada duruyor. Dar ara sokaklar kokulu yağlar, baharat, kuru meyve, giysiler, takılar, hediyelik eşyalar, akla gelecek – gelmeyecek her türlü şey ve geleneksel Hint tatlılarının satıldığı küçük mağazalarla dolu.

Kutub Minar
Delhi’de görmeye değer yerlerden biri ilk dönem Hint-İslam mimarisi eserleri arasında yer alan Kutub Minar. İlk üç katı kırmızı kumtaşından, dördüncü ve beşinci katları daha çok mermerden yapılmış. Her katın arasında mukarnaslar ve yazı kuşaklarıyla bezenmiş dört şerefe bulunuyor. Mukarnas, İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşididir. Kademeli çıkıntıların olduğu basamaklı çatma tavandan oluşan kubbe ile birlikte rengârenk alacalı işleme demektir. İlk görüşte Pisa Kulesi’ni akla getiriyor, gittikçe daralan beş katlı bir gövdesi olan minare eğikmiş gibi görünüyor. Pisa Kulesi’nin 1173’te, Kutub Minar’ın da 1199’da yaptırılmış olduğu biliniyor. Tarihsel olarak da Pisa’nın Hindistan’daki versiyonu gibi duruyor. 1993’ten beri Kutub Minar ve çevresindeki anıtlar UNESCO Dünya Mirası listesinde. Çevresinde dolanıp hayranlıkla bakıyorum, insanların eski zamanlarda daha güzel yapılar inşa etmiş olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Rajghat
Delhi’nin içinden geçen efsanevi Yamuna Nehrinin kıyısında, buraya gelen tüm ülke liderlerinin ziyaret ettiği Mahatma Gandhi’nin anıt mezarı Rajghat yer alıyor. Rajghat, bakımlı bir bahçe içinde basit bir platform üzerinde siyah mermerden yapılmış sade bir yapı.

Delhi’de bir yerden bir yere gitmek için saatler harcamayı göze almak gerek. Temelde bütün mega kentlerin sorunu olan trafik yoğunluğuna metro da çare olamamış. Dünyada ilk on içinde sayılan metroyu öyle konforlu bir şey zannetmeyin, günde 6 milyon kişi sıkış tepiş kullanıyor, kentte trafik çok ciddi boyutta bir sorun. Bazı ülkelerde trafik sağdan işliyor, bazı ülkelerde ise soldan. Hindistan’da ise her yönden akıyor. Aslında, İngilizlerden kalan düzen gereği soldan işliyor, ama gerçekte her an her yerden her tür taşıt yola fırlıyor. Eğer araba kullanacaksanız son derece dikkatli olmanız gerek. Bir de, korna seslerine alışmalısınız. Sürekli, ama sürekli korna çalıyorlar. Korna sesi burada bir uyarı ya da tehlike belirtici ses değil, “ben geliyorum çekil” gibi bir anlam taşıyor. Araca binip kontağı çalıştırınca otomatik olarak kornaya basmaya başlıyorlar! Taşıtların arkasında “please horn”, “blow honk” yazıları var, “lütfen korna çalın”, hatta “kornaya abanın” anlamına geliyor! “Başka türlü seni dikkate almam” demek gibi bir şey.

Delhi’de olmak, büyük bir şaşkınlıkla çevremde devinen insan kalabalıklarını izlemek, inanmakta güçlük çektiğim bir gözlemle sonuçlanıyor: Burada yaşam kaosun içinde huzurla akıp gidiyor! Kesin bir gerçek var: İnsanlar mutlu. Peki, bu nasıl olabiliyor? Yoksulluk, düzensizlik, karmaşa bu denli yoğun yaşanırken? Yanıt, toplumun yüzyıllardır ağır ağır biçimlenen felsefesinde. Bu coğrafyadaki insanlar, insan formunun bir ruha ev sahipliği yapabilecek en yüksek canlı türü olduğunu düşünüyorlar. Bu nedenle mutlular ve her gün insan oldukları için şükrediyorlar.
Delhi’yi, -aslında bütün Hindistan’ı- batıdan bakan gözlerle görmeye çalışmaktan vaz geçip, kendinizi, onu hissetmeye bırakmalısınız. Yoksa kafanızda hiçbir şey yerli yerine oturmaz ve gelip geçen bir turist olmaktan öte geçemezsiniz. Ama sanırım Hindistan hakkında hiçbir zaman yeteri kadar bilgimiz olduğunu söyleyemeyeceğiz.
