HİNDİSTAN NOTLARI 11 – ALIN NOKTASI / GÖKHAN KORKMAZGİL
Kapak fotoğrafı: Faruk Akbaş,
Diğer fotoğraflar. Gökhan Korkmazgil

Durup dururken yağmur başlıyor, saniyeler içinde şiddetleniyor. Sığınacak bir dam altı arıyor, koşuşturuyoruz, ne çare, hemen sırılsıklam oluyoruz. Bir çatı bulduğumuzda, yağmur başladığı gibi aniden kesiliyor, ıslandığımızla kalıyoruz.
Toz buralarda yalnızca ayağınızı “pat, pat” diye yere vurduğunuzda havalanan, seyyar satıcının camekânına elinizi sürdüğünüzde parmaklarınıza bulaşan bir şey değil. Toz hep havada, toz her yerde, aldığınız her nefeste. Saçlarınızda, gözlüğünüzün camlarında, giysilerinizin kıvrımlarında. Sadece yağmur yağdığında yere iniyor, ortalık berraklaşıyor. Yerlerin ıslaklığı geçtiğinde sanki havayı oluşturan elementlerden biriymiş gibi yeniden havaya karışıyor, ufacık bir esintiyle yerden kalkıp havayla buluşuyor. Yağmur gelip tozu yeniden yere indiriyor. Toz yerde, çamurlu sular halinde, minik derecikler şeklinde akıyor, ilk geldiği yere, toprağa dönüyor. Bulutlar toplandığı gibi hızla dağılıyor, güneş çıkıyor, toprağı hemen kurutuyor. Toz yeni bir esinti bekliyor, o da hemen geliyor, tozu yine havaya savuruyor.

Samsara gibi bir şey yani. Gelirsin, gidersin, şekil değiştirirsin, bir zaman var olursun, hiçbir zaman yok olmazsın. Hint dinlerinin ortak tanımı olan samsara yaşamın döngüsünü, ölümü ve yeniden doğuşu, var oluşu ve yok oluşu tanımlıyor. Budizm geleneğinin amacı bu döngüyü terk etmek oluyor. Samsara, cehennemden tanrılara kadar insanoğlunun bildiği – bilmediği bütün katmanları içine alıyor. Bütün varlıklar kendini yaşamın döngüsünde buluyor. Saṃsara yalın şekliyle “gezgin” anlamına geliyor ve ayrıca “döngüsel değişim”i çağrıştıran “dünya” demek oluyor. Hint dinlerinde temel bir kavram olan Saṃsara, karma teorisiyle bağlantılı, tüm canlı varlıkların döngüsel olarak ölüm ve yeniden doğuşlardan geçtiği inancını ifade ediyor. Aslında bir toz zerresisin, kâinatlar arasında yolculuk yapan bir gezgin gibisin. Bu dinlerdeki genel anlayışa göre, ölümün gerçekleştiği sırada karma hesabı kişinin yeniden doğduğu sıradaki duruma aktarılıyor. Bir kişi sayısız miktardaki yaşamların ardından tanrılardan biri haline gelebiliyor. Bir tanrı ise daha önceki hayatlarında yaptığı iyiliklerden elde ettiği hikmeti tükenene kadar doğaüstü güçleri kullanabiliyor.


Beraber dam altına sığındığımız Hintlinin grileşmiş saçlarından bir perçem alnına düşüyor. Bir saç telinin üzerinde ilerleyen yağmur damlası alnındaki noktaya geliyor, inip noktayla bir oluyor. Yaşı belirsiz adam yüzünü kaldırıp pırıl pırıl dişleriyle ışıl ışıl gülümsüyor. Gülümsemesi bize bulaşıyor.
Pek çok Hintlinin alnında, kaşlarının arasına yakın bir yerde dikkat çekici bir nokta görülüyor. Siyah, kırmızının tonları veya turuncu renkte olabiliyor. Basit bir yuvarlaktan, alnı, yüzü tamamen çeşitli şekillerle doldurmaya, boyamaya kadar varabiliyor. Bunlara Bindi, Tilak, Pundra diye isimler veriliyor.
Bu gelenek aslında binlerce yıllık bir inanca dayanıyor. Bu inanca göre, alın noktası insan öldükten sonra ruhunun bedenini terk edebilmesi için çıkış noktası, kapı vazifesi görürmüş. Aynı şekilde “Üçüncü Göz”ün bu noktada olduğuna inanılıyor.



Kurban ateşinin külü, kırmızı sandal ağacı tozu, kil, kömür, zerdeçal ve daha kim bilir nelerin karıştırılmasıyla yapılan bir macun biçiminde hazırlanır, kadim sözcükler mırıldanarak parmakla alına uygulanırmış. Şimdilerde basit bir çıkartma halinde satın alınıp yapıştırılabilirmiş. Süs olarak kullanılırsa da, gelenekte derin anlamları varmış. İnsanı olumsuz düşüncelerden korurmuş. Gündelik hayatta insanın sosyal konumunu, evli olup olmadığını beyan edermiş. Ruhani boyutta kişinin mezhepsel bağlılığını belirten bir işaretmiş, bir müridin hangi manevi soya bağlı olduğunu gösterirmiş. Farklı Hindu mezhepleri bu noktayı yapmak için farklı malzemeler ve şekiller kullanırmış. Hint kültürüne dair başka birçok nokta gibi, anlaması zor ve karmaşık bir konu bu. Galiba anlamaya çalışmaktan vaz geçip güzelliğin farkına varmayı seçmek daha iyi.

Bizde de alın yazısı var, dışarıdan görülmezmiş, yaşanmadan bilinmezmiş, ne yapsan da silinmezmiş. Daha ezelden alnına yazılmış, adı da kadermiş, kul kurar, kader gülermiş. Candan Erçetin’in 2009’da söylediği gibi bazı hikâyelerin sonu mutsuz bitermiş, ama kadere inat insanoğlu hayal kurmaya, yazgım değişir diye inanmaya devam edermiş. İnsanız, bir anlam ararız yaşamak için, ait oluruz, sahip oluruz, ya da olamayız. Hesaplar yaparız sonumuzu bilemeden, dünyalar kurarız dengimizi bulamadan, acılar çekeriz hesabını soramadan, yeminler ederiz, tutamadan, çeker gideriz…
Hintlilere bakarsak bir yoğuz bir varız, toz zerresi kadarız, uçuşup havada dolaşırız, ıslanıp toprağa karışırız.




