Fethiye’ye başka ülkelerden, kentlerden, kasabalardan gelip yerleşenler ile Fethiye’nin yerli halkı arasındaki ilişkilerde bazen sıkıntıların yaşandığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Büyük kentten gelenlerin bir kısmı Fethiye’nin yerlilerinden, yerli halkın bir kısmı da ilçelerine göç edenlerden şikâyetçi olurlar.
Bu sadece Fethiye’ye özgü bir durum da değildir. Neresi olursa olsun her göçere oranın yerli halkı endişe ile bakar ve tersine göçerler de yerli halka karşı tedirgin davranır. Aslında yaşanan, farklı kültürlerin karşı karşıya gelmesi meselesidir. Bu meseleyi araştıran, irdeleyen bilim dalı da çok yeni olmakla birlikte sosyal psikoloji olarak adlandırılan bilimdir. Bu bilim dalında çalışmalar yapanlardan Jonathan Potter, “sosyal inşacı” bir akımın öncülerinden olup ona göre sorunu aşabilmek için yapmamız gereken konuşmalarda yapılan şeylere bakmaktır. Dolayısıyla sebep atfetme işinin yapıldığı konuşmanın ya da diğer türden etkileşimin doğasına ve içeriğine ve de bu sebep atfetme işinin inşa edici kapsamına çok daha yakından bakmak gerekir.
Yeni Zelanda’dan bir örnek
Potter ve kendisi ile aynı akım içinde yer alan diğer bir sosyal psikolog olan Wetherell, 1987 yılında Yeni Zelanda’daki ırk ilişkileri üzerine çalışmalar yaptılar. Avrupa’dan Yeni Zelanda’ya göç eden beyaz Yeni Zelandalılarla görüşerek adanın yerlisi olan Maorililer hakkındaki fikirlerini araştırdılar. 151 kişi ile yaptıkları bu görüşmelerde katılımcıların cevaplarının pek de tutarlı olmadığını tespit ettiler. Konuşmalarının bir yerinde son derece ırkçı ve tarafgir olabilirlerken bir yerinde ise ırkçı davranış ve düşünceleri kınayan açıklamalarda bulunabildiklerini gördüler. Wetherell ve Potter o konuşmalardan bir örnek vererek konuya açıklık getirirler: “Beyaz Yeni Zelandalı bir kadınla Maorililer hakkında yaptığımız uzun bir görüşmenin bir yerinde, kadın, ‘Çok fazla değil, ama yine de çocukların din hakkında bir şeyler bilmeleri gerektiğini düşünüyorum… Geçen gece İncil’de geçen ‘komşunu sev’ emrini tartışıyorduk. Çocuklardan biri ‘Bir sürü Maorili yan kapınızda yaşıyor olsaydı ne olurdu?’ diye sordu. Ben de, ‘Bu çok ırkçı bir laf, hiç hoşuma gitmedi.’ diye cevap verdim, beş saniyede çenesini kapadı, yüzü kıpkırmızı kesildi. Sonra fark ettim ki bu şekilde düşünüyor olması onun hatası değildi, bu doğrudan onun ebeveynlerinden geliyordu.’ dedi. Ama konuşma ilerledikçe başka bir söylemine de tanıklık ettik. Aynı kadın, ‘Aslına bakarsanız, Avrupalılar Yeni Zelanda kıyılarını gerçekten ele geçirdiler, ama yani Maoriler de önceden Maorioisleri öldürmüşlerdi. Yani demek istediğim tam anlamıyla onların toprakları da değil burası.’ Yani bu biraz saçma, gülünç. Sanırım biraz kendimize yontuyoruz. İki alıntı da aynı mülakattan, yani tek bir kişiden geldi. Bu kişi ‘hoşgörülü’ ya da ‘önyargılı’ olarak tanımlanabilir mi? Çok kültürlülüğe taraftar mı yoksa muhalif mi sayılır? Burada sergilenen ‘tutum’ ne tutarlı ne de sabittir.” (*)
Bizim tutumlarımız nasıl?
Aslında Potter’le Wetherel’in bu araştırması Fethiye’de yaşanan soruna da ışık tutuyor. Fethiye’nin yerlisi olan birinin, “Şu kişi İstanbullu, ama iyi biridir.” demesi veya Ankara’dan Fethiye’ye yerleşen birinin, varsayalım ev sahibi olan buranın yerlisi hakkında söylediği, “Fethiyeli, ama diğerlerine hiç benzemiyor. Çok iyiliğini gördüm.” cümlesi içlerinde buram buram ötekileştirme barındıran, ırkçılık kokan cümlelerdir. Aynı zamanda çok kültürlülüğe muhalif oluşumuzu net olarak sergilemektedir.
Yani ister Fethiye’nin yerlisi olalım ister dışarıdan Fethiye’ye göçmüş, ortak yanımız; maalesef hoşgörü eksikliğimiz veya önyargılı oluşumuz. Önyargımızı bir kırabilsek, hoşgörü seviyemizi biraz artırabilsek, ne iyi olur aslında.
(*) Prof. Dr. Sibel A. Arkonaç