felsefede ontolojinin yeri
felsefede ontolojinin yeri

Varoluş problemi üzerine

Bundan 3 bin yıl önce, çok tanrılı insanlık döneminde ortaya çıkan filozoflar, varoluş, evren, tanrı ve insanlar üzerine düşünüp yazmaya başladılar. Bu konuda Platon ve Aristotales idelaist felsefe çerçevesinde düşüncelerini bugün dahi dikkatle okunacak metinler halinde sundular. O dönemde materyalist düşünceleri ilk dile getiren filozoflar da Anaksagoras, Epiküros ve Demokritos idi. İslam coğrafyasında dehrilik adı verilen akımın içinde de “tanrı tanımaz” isimler vardı. Mesela İbn-i Râvendî…

Tabii buna karşı aynı coğrafyada özellikle Platon, Yeni Platonculuk ve Aristotales yolunu izleyen Kındi, İbn Sina, Farabi, Gazzali (Aslında felsefeye karşı çıkarak felsefe yapmaktadır) gibi isimler öne çıkar. Bu isimler “Mutlak varlığı” kabul eder ama mesela İbn Sina’da olduğu gibi şarap içerek felsefi eserler yazarken bağnaz olmadıklarını ortaya koyarlar.

Sonraki dönemler

İlk çağ ve skolastik dönem filozoflarını “Dinlerin büyük etkisi altında” oldukları gerekçesiyle hadi bir yana bırakalım. Aydınlanma sürecinde de, Descartes, Kant, Spinoza, Hegel, Viyana Çevresi pozitivistleri… Hemen hepsi ontolojiye tosladılar.

Nazım bile, Berkeley’e “be hey Berkley” dedikten sonra, şiirini şöyle bitirir:

Yok üstünde tabiatın

Tabiattan gayrı kuvvet!

Tabiat geniş

tabiat derin

tabiat uçsuz bucaksız!

Bu tarif ettiği tabiat, Spinoza’nın tabiatı değil mi?

Uçsuz bucaksız olması ebedi ve ezeli olması değil mi?

“Yok üstünde tabiatın tabiattan gayrı kuvvet” demesi, tabiat olarak nitelediği şeyin kendinden başka şeye ihtiyaç göstermediğini anlatmıyor mu?

Yani, cevabı verilemeyen sorular oldukça, ontoloji asla önemini kaybetmeyecek gibi görünüyor!

Yorum, görüş ve önerileriniz