ANADOLU MÜHÜRLERİ GEZİMİZ – TUNCELİ / SEY WUŞE / TUNCELİ MÜZESİ – METİN DENİZMEN

Sabah, bir kez daha hayran kaldığımız Kemaliye’den çıkmıştık yola. Elâzığ- Çemişkezek yolu üzerinden Ovacık’a geliyoruz, Belediyenin karşısındaki çay evinde dinlenip çay içerken, Dersim erenleri ile sohbet başlıyor, derken anılar dökülüyor, elli yıl önce geldiğim bu coğrafyada TİKKO gerillaları tarafından önce sorgu, sonra propagandaya mâruz kaldığımı anlatıyorum, gülüşüyoruz.

200 km.lik bir yol Tunceli’ye giderek yaklaştırıyor.  Yol boyunca Munzur Irmağı eşlik ediyor, bazen daralıp hırçınlaşıyor, bazen yatağını genişletip uysallaşıyor. Çok güzel, panoramik bir yolda ilerliyoruz.

Az sonra karşımıza Venk Köprüsü çıkıyor. Bir zamanlar terörist grupların burada yol kesip, kamu görevlilerini öldürdüğünü, kırmızı bültenle aranan pek çok teröristin burada etkisiz hale getirildiğini hatırlıyorum.

Tunceli merkezinde kamu çalışanlarının lojmanları olmasa neredeyse yoğunluk da olmayacak. Munzur Dağları’na yakışmayan beton bloklarının arasından Cumhuriyet Meydanı’na çıkıyoruz. Bu meydanın halk dilindeki adı Palavra Meydanı. Ne denli doğrudur bilemem, 70’li yıllarda devrimci gençlerin bu meydanda yaptıkları heyecanlı konuşmalardan sonra halk Palavra Meydanı olarak isimlendirmiş.

Meydandaki iki yönlü yolun ortasında anlamlı bir İnsan Hakları Heykeli bulunuyor. Sağlı sollu kafe ve lokantalarla dolu olan Palavra Meydanı’nın hemen arkasında Neyzen Tevfik’i andıran Sey Wuşe heykelini tanıyorum.

Sey Wuşe, Dersim erenlerinden kabul ediliyor, öyküsü ibretlik; çocukluğunda tanık olduğu Dersim İsyanı’nda birçok yakınını kaybetmesi, hastalığının en önemli nedeni. 20’li yaşlarda adı artık Seyit Hüseyin’in kısaltılmış hâli, Seyuşen’dir ve bir divânedir. Pek konuşmaz, ancak sevdikleriyle konuşur. Dilenmez, kimseyi rahatsız etmez, kimseye zarar vermez. Divânedir ama gururludur.

Bir şeyler yeme ihtiyacındayız, temiz bir lokantada özlediğimiz yemeklere kavuşuyoruz. Hesap öderken kasadaki gence Sey Wuşe’yi soruyorum. Gülümsüyor, iki sandalye çekiyor ve bizi oturtarak çay söylüyor, Sey Wuşe’yi anlatmaya başlıyor. Sey Wuşe hemen anlatılamaz, işiniz yoksa daha çok çay içeriz diyerek yerel sanatçılardan Şerihan Barihas’in Kesretha Mi albümünden Seyid Wuşe’yi açıyor arka fonda kısık sesle.

Ancak kalbi temiz olanların masasına gider ve onların yemeğini teklifsiz yer, içkilerini içer, sigaralarını ellerinden alır. Ne kimseden para kabul eder, ne sigara paketi, ne de yardım. Belki de bu tavrından dolayı, herkes tarafından sevilir, sayılır, lokantasına gittiği esnaf onu doyurmak için canla başla çalışır, mağazasına gittiği esnaf onu giydirmeyi görevi sayar.

Dinsel bir saygıdan olsa gerek, uzun yol şoförleri bile onu yanına alıp neşelenmek ister. Birini sevmezse, ona takma adlar takar. Seyuşen tarafından sevilmek bir övünç vesilesidir. Seyuşen ve başka deliler Tunceli’de rahatça gezerlermiş.

Seyuşen’in çetin kış koşullarına rağmen sokakta yatmayı seçmiş. Hisleri ve sezgileri çok kuvvetli olan Seyuşen’e, bir sıkıntısı, derdi veya beklentisi olan gelip muradının olup olmayacağını sormaya başlar. Verdiği cevapların büyük kısmı gerçekleşir.

Bundan sonra onun deli olmadığı ‘Allah’ın budalası’ ermiş bir şahsiyet olduğu düşüncesi yayılır. Kar altında uyuyup donmayan, hiç hastalanmayan para veya herhangi bir dünyevî isteği olmayan, herkesin verdiğini kabul etmeyen bu kişinin ünü gurbetçi Tuncelililer vasıtasıyla Almanya’ya ve çeşitli Avrupa kentlerine kadar uzanır.

Seyuşen de Tunceli halkının bu yoğun sevgisi ve ilgisine gülümsemesiyle, sessiz tavırlarıyla ve ıslığıyla karşılık verir. Hastası, derdi sıkıntısı olan kişilerin yanına yanaşıp ‘korkma iyileşir’ ya da ‘bir şey olmaz’ gibi sözlerle teskin eder.

Seyuşen 12 Eylül 1980 darbe sonrası sıkıyönetim günlerinde bir gün çarşıya iner, etrafa bakar, kimseyi göremez. Telâşa kapılarak hızla polis karakoluna koşar. Eline aldığı irili ufaklı taşları karakola fırlatarak, “Ne yaptınız halkıma, 38’mi geldi ( Dersim Katliâmı’nın gerçekleştiği yıl ), halkımı nerede öldürdünüz,” diye bağırır. Orada bulunan polisler bir şey olmadığını sadece sıkıyönetim olduğu için dışarı çıkma yasağı olduğunu, herkesin sağ salim evinde olduğunu söyler. Polislerin sıkıyönetim gerekçelerine inanmayınca, Seyuşen’i polis arabasına alarak kapı kapı dolaştırmak ve halkın yaşadığını böyle göstermek zorunda kalırlar.

‘Ben kolay kolay ölmem beni bir deli öldürecek’ diyen Seyuşen’in bu hissi de doğru çıkar ve 1994 yılı sonbaharında sokakta uyurken Tunceli’ye öğretmenlik için gelen yine şizofren hastası bir öğretmen tarafından başına taşla vurularak öldürülür.

Böyle iyi yürekli bir akıl hastasının öldürülmesi Tunceli halkı tarafından büyük tepkiyle karşılanır. Cenazesine on binlerce insan katılır. Dönemin belediye başkanı Mazlum Arslan ve milletvekili Kamer Genç’in katkılarıyla Seyuşen’in heykeli yapılarak yine Tunceli valisi ve resmi devlet erkânının katıldığı resmi bir törenle açılışı yapılır.

Dersimliler öylesine sevmişlerdi ki onu, hâlâ özlüyorlar; “Seyuşen olsaydı şöyle yapardı, şöyle derdi…” diye konuşanların sayısında yıllar geçse de hiç eksilme olmamış.

Ölümünden sonra Tunceli Belediyesi onun heykelini şehrin tam ortasına dikmiş; elinde sigarası, dertli ve buruşuk yüzü, pejmürde kıyafeti ile hep olduğu gibi, yine efkârlı gözlerle bakmış.

Ama Dersimliler yine “farklarını” göstermiş; delilerinin heykelini dikmiş ve resmi geleneğe “bir nanik” yapmışlar.

Dersimliler O’na ” Sey Uşên” diyorlardı. Kureyşan aşiretinden olduğu için herkes onu da “Seyit” mertebesinde görüyordu. Askerden döndükten sonra “deliren” Hüseyin Tatar’ın ismi, o tarihten sonra, “Sey Uşên” kalacaktı.

Şaşkınlıkla dinliyoruz Ali’nin anlattıklarını, kim bilir kaçıncı çaydan sonra teşekkür ederek ayrılıyoruz.

Palavra Meydanı ve meydana açılan sokakların hemen hepsinde iri iri köpekler dolaşıyor ama belli ki kontrol altındalar. Halk da benimsemiş, her dükkânın önünde mama ve su kapları görüyorum. Az önce, Ali’nin dedikleri çınlıyor kulağımda; Tunceli sokaklarında deliler, köpekler ve kedilerin özgürce dolaşma hakları vardır. Dersim Aleviliği’nin kadîm öğretilerinden olan tüm Yaratılanı sevmek, tüm boyutları ile yaşanıyor Dersim coğrafyasında.

Tunceli’ye geleli henüz bir saat oldu, ortalıkta ne türbanlı ve şalvarlı birini gördüm. 1938 yılında bu yana, devletin ihtiyat kaydıyla baktığı, aslında dünya turizminde bile iddialı bir yere sahip olması gereken Tunceli yüksek kaleleri, Alevî derviş hücreleri ve çağlayanları ile, Munzur Tabiat Parkı’nın çarpıcı doğası ile ülkemizin en fazla hakkı yenmiş kentlerinden birisi.

Hava kararıyor, üzerimizde günün yorgunluğu an be an ağırlaşırken odamıza dönüp, geçirdiğimiz hareketli bir günün muhasebesini yapıyor, notlarımı yazıyor fotoğraflarımı derliyor yarın Malatya yollarına düşmek üzere gecenin ilerleyen saatlerinde uykuya yatıyoruz.

Sabah uyanıp haberlere bakınca mazota zam geldiği müjdesini alıyorum, uygulayacağımız 4500 kilometrelik bir gezi programında bu durum da bütçemizi zorlamaya başlayacak. Konaklama da sorun oluyor, kamuya ait tesisler genelde dolu olunca turistler gibi otellerde kalıyoruz eşimle.

Dün sohbet ettiğimiz Ali’nin mekânında çorba içip, Atatürk Caddesinin kalabalığı arasında yürüyerek Tunceli Müzesi’ne giriyoruz. Müze, kışla binası olarak kullanılmış daha önce, ancak, çok yerinde güzel bir düzenleme ile müze binasına döndürülmüş.

Kare formlu yapı içerisinde teşhir salonları, konferans salonu, kütüphane, sergi salonu, toplantı salonu ve depolar mevcut. Teşhir salonları beş bölümden oluşuyor.

Arkeolojik eser teşhirinde bu yörede çıkarılmış Paleolitik Dönem’den Türk-İslam Dönemi’ne ait toplam 340 eser, sikke teşhir salonunda Grek Dönemi’nden Osmanlı Dönemi’ne ait toplam 158 adet sikke ve etnografya eser teşhirinde Tunceli yöresinin geleneksel yaşamına ait 195 etnografik eser yer alıyor.

İnanç bölümünde Alevilik ile ilgili bilgi panoları ve Alevilik ritüelleri canlandırılıyor, panolarda Aleviliğin ilkeleri ayrıntılı olarak anlatılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse benim en beğendiğim İnanç Salonlarında Alevilik ritüelleri oldu.

Alevi inancının temel öğelerinden, Alevi erenlerinden Munzur Baba, Düzgün Baba, Sultan Hıdır, Seyyid Büklü Dede, Derviş Beyaz’a uzanan ayrıntılı bilgi panoları, arka fonda yayılan Semah müziği oldukça etkiledi beni.

Daha önce de yazdığım gibi, bir kışla binası olan Müze’nin orta bahçesinde bulunan koç ve at biçimli mezar taşları, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Anadolu Beylikleri’ne kadar uzanıyor. Bu mezar taşlarında geleneksel örf ve âdetlerle birlikte mitolojik ve dinî unsurları yansıtıyor.

Semahlar, bilindiği gibi Cem ayinlerinde, saz ve söz eşliğinde yapılan 3,5,7 veya 12 kişiyle dönülen bir ritüeldir. Cem’in ise Alevi jargonunda çıkış noktası özgürlük, eşitlik, ibadet ve sevgidir.

Tunceli Müzesi’nde bu toprakların şairi Cemal Süreya da unutulmamış. Edebiyatla bir parça ilgisi olanın dahi hatırlayacağı Cemal Süreya için Aziz Nesin’in, dünyanın en küçük devletidir dediği rivayet edilir.

Cemal Süreya dendiğinde aklıma her seferinde Türk Edebiyatı’nın aykırı kızı Tomris Uyar’la yaşadığı büyük aşk gelir nedense ve onun için yazdığı şiiri;

“Ay ışığında oturduk

Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm

Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm

Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı

Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda

Kasığından öptüm seni

Başka evlerde karşılaştık

İliğinden öptüm seni

En sonunda caddelere çıkardım

Kaynağından öptüm seni”

Tunceli Müzesi, zengin içeriğiyle bir sürpriz oluyor benim için, ama ayrılmalıyız.

Bu akşam Malatya’da olacağız. Yola çıkıyoruz, Pertek feribotuna uzanan 53 kilometrelik yol, bir saat sürüyor.

Yol boyunca sağımızdan solumuzdan bize ışıltılı suları ile göz kırpan Keban Baraj Gölü’nün yutmaya cesaret edemediği bir güzelliği seyrediyoruz Pertek feribotunda ilerlerken.

Anadolu Mühürleri gezisi adını verdiğim ve eşimle birlikte gerçekleştirmeye başladığımız uzun rotanın sekizinci günündeyiz.

Ahmet Arif;

“Beşikler vermişim Nuh’a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,

Anadolu’yum ben,

Tanıyor musun?” der.

Kitapların, belgesellerin desteğinde ama, bizzat görerek dokunarak notlar alarak hissederek yaşayarak Anadolu Mühürleri’ni tanıyoruz bu uzun yolculukta.

1

Yorum, görüş ve önerileriniz