İÇİMİZDEN BİRİ: NEBİLE ÇAÇARON – SÖYLEŞİ  / UĞUR ÇAÇARON – NACİ DİNÇER

Fethiye’nin cumhuriyetin ilanından sonraki yıllardaki gelişimi ve yaşanan toplumsal değişim üzerine söyleşmek üzere bu kentin 90 yıllık tanığı Nebile Çaçaron teyzenin damadı Mustafa Kısa ve kızı Hatice Kısa ile birlikte yaşadığı Şövalye Adasındaki evlerine konuk olduk. Nebile Teyze’nin o muhteşem hafızası ve coşkulu anlatım tarzıyla bizi büyülediğini itiraf etmeliyiz. Onu dinlerken zamanın nasıl geçtiğini bilemedik. Kendilerine konukseverlikleri ve bizimle anılarını paylaştıkları için şükranlarımızı sunuyoruz. Bir kez daha gördük ki, Fethiye’nin geçmişiyle bugünü arasındaki büyük farklılıklar hepimizde “geçmişe özlem” duygusunu arttırıyor. Nebile Teyze, Mustafa Ağabey ve Hatice Abla’ya sağlıklı ve mutlu, uzun ömürler diliyoruz…

**

FETHİYE DAYS – Sizi okurlarımıza tanıtmak istiyoruz. Biraz kendinizden söz eder misiniz?

Nebile Çaçaron

Nebile Çaçaron – 1934 doğumluyum. Fethiyeliyim. Ben doğduğumda babam askermiş. Babamın aslen Çerkes olan dedesinin ismi İdris Yaşar’mış; “Yaşar Efendi” diye anılırmış. Fethiye’de Ziraat Bankası açıldığında İstanbul’dan müdür olarak gelmiş. Cumhuriyetin ilk yılları olmalı.  O zamanlar da burası çok sıcakmış. Rodos’tan bir arkadaşla tanışmış, birlikte daha serin olan Ovacık’tan yan yana yer alıp, oraya yerleşmeye karar vermişler. Yazın orada oturmuşlar. Bu arada bir hanımla da evlenmiş. Babam postanede muhabere memuruydu. Biz üç kardeştik. Bizim çocukluğumuzda bir tane ortaokul vardı, ben de çok okumak istiyordum. Postane müdürü yobazın biriymiş, babama “ortaokulu okutacaksın, sonra nereye göndereceksin? Okutma!” demiş. Sonra babam gelip bana anlatınca üzüntüden hasta oldum, üç gün yataktan çıkmadım. Annem durumu görünce babama “bunu okula yazdıralım, yarı döneme kadar gitsin sonra alıveririz” demiş. Babam “ben müdürün yüzüne nasıl bakacağım” dedi. Düşünün; öyle bir saygı varmış evveli. Onun üzerine 12 yaşında beni çalışmak için terziye verdiler, ağlayarak gittim. Yolda arkadaşım Fatma hocanın rahmetli Yüksel’i gördüm. “Ne oldu Nebile, seni kıracak bir şey mi yaptım?” diyor, ağlamaktan ve içimi çekmekten cevap veremiyorum. O vaziyette terziye kadar gittim. Orada da önce konuşamadım, bir şey anlatamadım. Sonra durumu anlattım. Bir süre ağlaya ağlaya terziye gittim. Babama bu durumu anlatmışlar, “bu kız bu işi yapamayacak” demişler. Babam benimle konuştu; “bak Nebile! Ağlasan da ağlamasan da ben seni oraya göndereceğim” dedi. Ondan sonra durumu kabullendim. Düzenli olarak gidip, patronlu kalıp çıkarmayı ve dikiş dikmeyi öğrendim. Metotlu çalışmayı öğrendiğim için manto ve tayyör de dikerdim. Fethiye çok moderndi eskiden. Ne yazık ki şimdi öyle değil…

FETHİYE DAYS –  İlkokul anılarınızdan başlayalım mı? En erken yaşlarınızdan neler hatırlıyorsunuz?

NÇ – İlkokula başladığımda ilk hatırladığım: öğretmenlerimiz tayyörle okula gelirler ve sonra doktorlar gibi beyaz önlüklerini giyerlerdi. Bizim önlüklerimiz kurşuni renkliydi. Kızlar başlarına bere, oğlanlar kep giyerlerdi. 1940’lı yılların başıydı.

FETHİYE DAYS – O zamanlar böyle modern giyinirlerken şimdi neden farklı bir görünüm var?

– Sadece öğretmenler değil, bütün halkın tercihleri farklılaştı. Yerlere kadar mantolar, kafalarda saçların şişirildiği yüksek örtüler yoktu o zamanlar. Ben annemden gördüğüm, öğrendiğim gibi davranıyordum; şapka takardım, gerektiğinde başörtüsü takardım. Benim çevrem de öyle. Ama şimdi dışardan gelen göçlerle ve tarikatların da etkisiyle farklı bir hayat yaşıyorlar.

FETHİYE DAYS – Göçler dediniz, hangi göçlere tanık oldunuz? Göçler buradaki hayatı nasıl etkiledi?

–  Öncelikle köylerden gelen göçü söylemek lazım. Fethiye’nin eski sakinleri daha çok Rodos ve diğer adalardan gelenlerden oluşuyordu. Kültür ve şehir hayatının daha modern görünmesinin sebebi onların etkisindendir.

Uğur Çaçaron

FETHİYE DAYS – Son yıllarda eskiden olduğu gibi, cumhuriyet baloları da yapılmıyor. Eski baloları hatırlıyor musunuz?

NÇ – Benim çocukluğumda, kendimi bildim bileli çok güzel balolar yapılırdı. 7 – 8 yaşlarındaydım. Babam postanede muhabere memuruydu. Postanenin balkonundan bakardık bayram gösterilerine. Bitişiğimiz Halk Partisi binasıydı, havai fişekler atılırdı. Yan tarafta bir ara yol ve emniyet dairesi, onun da yanında askerlik şubesinin bir geniş bahçede balo düzenlenirdi. Yerlere kadar tuvaleler giyen çok şık hanımlar ve şık giyimli beyler baloya katılırlardı. Hacı Nikola Lovizidi’nin şimdiki pazar yerinde yaptırmış olduğu tek katlı “Birinci İlkokul”da okudum ben, sonra adı Atatürk İlkokulu oldu. Bayramlarda çocuklar unutulmaz, onlara şeker dağıtılırdı.

FETHİYE DAYS –  Mualla Yerguz teyzemizle 2021 yılında FethiyeLife dergisinde yayınlanan bir söyleşi yapmıştık. Mualla Teyze de o yıllarda hanımların ve beylerin özenli kıyafetleri ve sosyal yaşama saygılı katkılarını anlatmıştı. Bir de Fethiyeli hanımların o günlerin modasını yakından takip etmelerine yardımcı olan bir terzi hanımefendiden söz etmişti. 1930 – 35’lerin Fethiye’sinin fotoğraflarında adeta Paris havası hissediyoruz.

NÇ – Evet, Rodoslu terzi Sadiye Hanım vardı, Kadriye Hanım vardı… Ama bu anlatılanlar bir zorlamayla değil, Cumhuriyetin gelişmesine uygun olarak kendiliğinden, doğallıkla ve içtenlikle oluşan bir kültürel durumdu. Fethiye’de bir Olgunlaşma Enstitüsü olmadığı için, onlar gençleri yetiştirmek amacıyla kurslar açmışlardı.

FETHİYE DAYS – Büyüklerinizden cumhuriyetin ilanı, öncesi ve sonrasına ilişkin bir şeyler dinlemiş miydiniz?

NÇ –  Babam anlatırdı: Dedem memur olduğu için o zamanlar cumartesi günleri de çalışırmış. Etraftan komşular memlekette ne olup bittiğini, havadisleri öğrenmek için bizim evde toplanırlarmış. Ben cumhuriyetle ilgili bilgileri aile büyüklerinden ziyade, okuldaki öğretmenlerimden öğrendim. Babamın Yaşar dedemden duyduklarıma göre, köy yerinde halkın idareden ve memleketteki değişikliklerden fazlaca bilgisi de olmamış, zamanla her şey yerli yerine oturmuş.

Dedem Çerkez’di. Onun babası da Osmanlı ordusunda subaymış. Baban ilkokulu okumuş, yeni yazı biliyordu. Büyük amcam ise öğretmendi.  Faralya’daki ilkokula tayin olmuş, orada görev yapmış hatta Nimet ablam (kuzen) Faralya’da doğmuş. O zamanlar Faralya’dan Fethiye’ye yürüyerek nerdeyse 3 günde gelirlermiş, sonunda amcam tayin istemiş ve Karaçulha’ya gelmiş. Ama Karaçulha’da ev yok, su yok, sıkıntı büyük! Dedeye “ben öğretmenliği bırakacağım, gümrük Muhafaza Memuru olmak istiyorum” demiş. Önce Bozburun sonra da Marmaris’e tayinini çıkartıyorlar.

FETHİYE DAYS – Çocukluğunuzda hatırladığınız gelenek ve görenekleri de konuşalım mı?

NÇ –  Bizim çocukluğumuzda Fethiye Köprübaşı’na kadardı. Herkesi bilirdim. İki okul vardı, çocuklar da birbirini bilirdi. Şimdi Muğla makası dediğimiz yere biz Cevizlibahçe derdik. Oraya kadar sağlı sollu hep bostandı. Daha çok Arnavutlar orada otururdu. Oradan sonrası ise bomboş ovaydı. Su olmadığı için orada daha çok tütün ekilirdi. Cevizlibahçe tarafında kavun, karpuz, mısır, narenciye yetiştirilirdi.

Allahverdi diye bilinen birisine aitti o arazi önceden. Alahverdi’nin hanımı hastalanmış, uzun tedaviler sonuç vermeyince orayı satıp gitmeye karar vermiş. Rivayete göre: Allahverdi’nin araziyi satın aldığı kişi çok ilenmiş. Allahverdi de hanımının hastalığını buna bağlamış. Daha sonra araziyi ondan Mustafa Karaören satın aldı. Mustafa Karaören tütüncülük yapardı. İyi bir ailenin oğluydu. Babasına Molla Ömer derlerdi, tüccardı.

FETHİYE DAYS – Çocukluğunuzda düğünler nasıl oluyordu?

–  Fethiye merkezde bu günkü gibi, gelinlikler giyilir ve balo ve törenler yapılırdı.  Köy yerindeyse üç gün sürerdi düğün şenlikleri. Örneğin Perşembe günü çeyiz serilirdi, Cuma günü hamama gidilirdi, Cumartesi günü kına gecesi yapılır, Pazar günü de gelin alma olurdu. Hali vakti iyi olanlar paça dedikleri güreşler düzenler, kazanan baş pehlivana bir koç armağan ederlerdi. İlçe merkezinde güreş olmazdı.

Mustafa Kısa

Mustafa Kısa – Ben köyde doğup büyüdüğüm için çocukluğumda çok düğün gördüm. Gelin alma merasimi davullu, zurnalı, derbekli çok renkli olurdu. Bir atın boynunu muskalarla süslerler arka tarafına kırmızı bir tül sererlerdi. Gelin geleneksel üç etekli düğün kıyafetinde ve yüzü kapalı olarak gelirdi. Bu arada gençler atlarıyla gelirler, çeşitli gösteriler yapar, oyunlar oynarlardı.

FETHİYE DAYS – Sizin düğününüz nasıl olmuştu?

NÇ – Söylediğim gibi; kına gecesi olmuştu ama benim düğünümde balo olmadı, gelin alma merasimi oldu. O zamanki nikahlar limandaki binada olurdu. Rodoslu Ayşe Hanım keman, annesi de dümbelek çalıp, söylemişler ve misafirleri eğlendirmişlerdi.

FETHİYE DAYS – Biraz da yemeklerden konuşalım mı? Hafızanızda yer eden geleneksel yemekler var mıdır?

NÇ – Ben pek yemek ayırt etmem. Çocukluğumda Rodoslu manavlar vardı, Fethiye’nin en lüks dükkanıydılar. Pastırmaya kadar dışardan gelen her şey oradan temin edilirdi. Çocukluğumdan hatırladığım geleneksel tatlar keşkek ve Seki’nin kabuk fasulyesidir. Her çeşit deniz ürününü çok severdik, evde balık ve diğer deniz ürünlerini nerdeyse her gün yerdik. O zamanlar deniz ürünleri bol, deniz bereketliydi. Ben yakın zamana kadar adada her sabah sepet atar domuz balığı tutardım, misafirlerimize ikram ederdim. Ama artık o bolluk yok. Benim en sevdiğin deniz yemeği fırında palamuttu.

MK – Dalaman’da çalışırken her hafta sonu Göcek ya da Dalaman koylarında karavida avlamaya giderdik. O kadar çoktu ki. Şimdi onun da nesli tükendi…

FETHİYE DAYS – Acılı günlerde, ölümlerde dayanışma, yardımlaşma nasıldı?

– İnsanlar daha duyarlıydı eskiden. Cenaze evine bütün tanıdıklar desteğe gider, yemekler götürürdü. Şimdi taziyeye gidenlere ikramlar yapılıyor. Cenaze evindeki acılı insanlar yemekle diğer işlerle uğraşmasınlar diye tavuğunu, pilavını, çorbasını hazırlardık. Biz öyle 52’sinde yemek de bilmezdik. Bu yedirme içirme adeti sonradan çıktı.

FETHİYE DAYS – Dini ve Milli Bayramlarla ilgili anılarınızı da dinlemek isterim.

NÇ – Bayramlarda biz çocuklara şeker dağıtılırdı. Daha sonra bu adetten vazgeçildi. Kurban Bayramı’nda kurban kesilir ve dağıtılırdı. Büyükleri ziyaret gidip, ellerini öperdik. Bayramın öncesinde birçok hazırlık olurdu. Ziyaret geleceklere ikram için baklavalar, kadayıflar, tatlılar yapılırdı. Çocuklara ayakkabılar, giysiler alınırdı. Milli bayramlar çok coşkulu kutlanırdı. Okulları süslerdik, merasimlere katılırdık. Deppoyda askeriye vardı. Fener alayında askerler dolaşırlardı. Kordonda, meydanda davullar çalınırdı.

FETHİYE DAYS – Okullarda Halk oyunları ve yöresel türküler öğretilir miydi?

NÇ – Müzik dersleri vardı ama yöre türküleri ile birlikte diğer şarkıları da öğretirlerdi.

FETHİYE DAYS – Romanlar müzik konusunda düğün ve diğer törenlerde yardımcı olurlar mıydı?

NÇ – Şimdiki çocukların çaldığı enstrümanları değil, dedeleri davul ve zurna çalarlardı, çok başarılıydılar. Şimdi torunları farklı enstrümanlar ve farklı müziklerle başarılarını sürdürüyorlar.

Hatice Kısa

Hatice Kısa – Yöresel halk oyunları ve müziği benim çocukluğumda okullarda daha fazla öğretilmeye başlandı. Biz bütün oyunları ve türküleri bilirdik.

FETHİYE DAYS – Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı gibi kavramlarla nasıl tanıştınız?

NÇ – İlkokulda kitaplardan ve öğretmenlerimizden çok şeyler öğrendik. Öğretmenlerimiz bu konuda çok duyarlıydı, biz de o duyarlılık içinde bu değerlere sahip çıktık. Atatürk Fethiye’ye gelecek diye caminin halılarını kordona kadar sermişler. O zamanlar geminin yanaşabileceği bir iskele yoktu, yolcular teknelerle gemiden alınıp, kıyıya getiriliyordu. Atatürk gemiden çıkıp şehre gelmemiş. Beyimin halasının oğlu İbrahim abi (Tamirci İbrahim Şener), “Atatürk’ün kıyıda birikenler arasında kara çarşaflıları görünce gemiden inmekten vaz geçti” diye anlatırdı. Birçok Fethiyeli de o günlerde böyle düşünmüş. Ama aslında Atatürk rahatsızlığından dolayı gemiden inmemiş. O ziyaret sırasında ben daha bebek yaşlarındaydım. Benim çocukluğumda Fethiye’nin yerlisinde pek kara çarşaflı hatırlamıyorum. Köylerde vardır elbette…

FETHİYE DAYS – Konu Atatürk olunca, İbrahim abi de kılık kıyafet konusundaki hassasiyetini böyle düşünerek göstermiş olabilir. Böyle yorumlanabilir…

MK – Benim çocukluğumda kadınlar dastar dokumasından örtüleri başörtüsü gibi kullanırlardı. Bizim köyümüzde de kara çarşafı hatırlamıyorum.

FETHİYE DAYS – Babanızın çocukluğu ile ilgili duyduklarınızı da merak ediyoruz.

NÇ –  Fethiye’nin çok eskiden çok güzel bir kent yapısı varmış. Paspatur ve çevresi, Kaya yoluna kadar olan bölgenin mimarisi, su kanalları ve yollarıyla çok cazip görüntüsü olduğunu söylemek lazım. Kaya’lılar Fethiye’ye “iskele” derlermiş. Kayalı Rumlar orada üretilen tütün ve diğer ürünleri buraya getirip, gemilerle başka yerlere gönderirlermiş. Babam Rum çocuklarıyla birlikte büyüdüğünü anlatırdı. Eskiden şimdiki Tütün Sokağın civarında babamların okulu varmış. O bölgede birkaç Rum çocukla iyi geçinemezmiş hatta Rum çocuklarının kendisini dövdüklerini söylerdi. Mübadeleden önce rahmetli Atatürk önce Rum erkeklerini göndermiş, hanımlar ve yaşlılarla çocuklar kalmış. Onlar da gitmeden önce her türlü eşyalarını satılığa koymuşlar. Babam da birinin eşyaları arasından bir çizmeyi alıp kaçmış. Adam peşinden “mori dur!” diye bağırmış ama bizimki yok olmuş. Adam dedeme gidip “Nuri potinleri alıp kaçtı” diye şikâyete gelmiş. Dedem babamı bulmuş “niye potinler aldın” diye sorunca, “onun çocukları beni her gün dövüyor” diye ağlayıp cevap vermiş. Neyse, çizmeleri saklamak için samana gömmüşmüş, oradan çıkartıp getirmiş. Dedem çizmeleri temizleyip elinden tutmuş, adama götürmüş. Orada özür diletmiş, çizmeleri geri vermişler. Babam anılarından söz ederken bunu hatırlatıp, ”onlar kalsalardı benim işim zordu” diye şaka yollu söylenirdi…

FETHİYE DAYS – Mustafa Bey sizin çocukluğunuz köyde geçti. Sizde çocukluk çağından hangi izler kaldı?

MK- Bizim köyde Rumların bıraktığı büyük bir meyve bahçesi vardı. Muhtarlık o bahçeyi her yıl kiraya verirdi. Babam kiraladığı zaman çok sevinirdim çünkü çeşit çeşit her türlü meyveler bulunurdu. Çocukluğumdan beri kafamda yer etmiş. Hep ilerde böyle bir bahçem olsun diye hayal ederdim. Sonunda halimi gerçekleştirdim, çocukluğumdaki Rumlardan kalan o güzel bahçe gibi bir bahçeye sahip oldum. Babadan kalma 6 dönüm bir arazide 1000 zeytin ağacıyla beraber cevizden üzüme her türlü meyvenin yetiştiği bir bahçe ile uğraşmanın keyfini yaşıyorum. İçinde bir evim de var.

Annem dastar – halı – kilim – kolan gibi dokumaları yapardı. Kök boyaları da kendisi doğal bitkilerden yapardı. Çok çalışkan bir kadındı. Öyle ki, bildiklerini diğer kadınlara, genç kızlara öğretmek için çabalardı. Diyebilirim ki, o zamanlarda köyde halı – kilim gibi dokumaları yapan bütün kadınlar annemin tedrisinden geçmiştir.

FETHİYE DAYS – Geçmişi güzel anılarda tekrar yaşadık. Gelecekte de güzel günler yaşamayı diliyoruz. Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz…

Yorum, görüş ve önerileriniz