ZEYTİN ZAMANI – ZEYTİNLİ DİZELER – GÖKHAN KORKMAZGİL

Yaşam, ozanın gönlünden süzüldüğünde, dilinde ilmek ilmek dizildiğinde, ak kâğıda yazıldığında şiir olur. Zeytin, Akdenizlinin yaşamında bazen kara gözlü nazlı bir sevgili gibidir, yeri gelir, yeşil gözlü bir delişmen kız olur. Zeytin, insan yaşamında nasıl var oluyorsa, şiirde de öyle olgun, buruk, acı – tatlı durur. Eğer ki şiir yaşama dairse, elbet içinde zeytin de olacak, dizelerin arasında kendine yer bulacak.

© Gökhan Korkmazgil

Zeytin fidanına bakın, odun gibi bir çekirdeği aralayıp çıkmış, kurak toprakta susuzluğa direnip yeşermiş, üç – beş yaprağını çoğaltmış, inatla dikilip boy vermiş. İyi günde güneşi içmiş, kötü günde fırtınaya tutulup sallanmış, ayazda üşümüş, umudunu yitirmeden beklemiş, önceki günü sonrakine eklemiş. O, tazelik, azim ve dirençtir, umut, inat ve geleceğe inançtır.

Yaşlı zeytin ağacına bakın, yamru yumru gövdesi, göğe açılmış elin parmakları gibi dalları, iddiasız yeşil yaprakları… Yıl döndüğünde yapraklarının birazını sarartıp dökecek, çoğunun yeşilini koruyup sıkı sıkı tutacak. O, fidanı gibi değil, geçen yılı sonrakine ekler, bin yıl geçse aynı yerde bekler, zeytin ağacı zamanı ölçer. Say ki bir zeytinliğin ortasında kardeşleriyle saf tutuyor, ya da kıraç bir yamacın tepesinde tek başına duruyor, bir yere gidecek hali yok, o hep orada olacak. Babanı ve dedelerini görmüştür, çocuğunu ve torunlarını da görecek. Homeros duymuş; zeytin ağacı ona şöyle demiş: “Ben hiç kimseye ait değilim, böylelikle herkese aitim. Sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım.” O, bereketin ve dayanıklılığın, sessiz gücün ve bilgeliğin, sabrın ve emeğin, ezelin ve ebedin simgesidir.

© Gökhan Korkmazgil

Kural, töre, sınır tanımaz aşkın uçarı, esrik doğasını şiire sığdırırsınız. Zeytinin ağır ağır olgunlaşan sabrını destana sığdıramazsınız. Zeytin fidanı şiirse zeytin ağacı destandır. Öte yandan bir destan, eğer yeterince iyiyse şiirdir.

Şiirin konusu nedir, sorulmaz, şair niye öyle yazmış, bilinmez. Şair yüreğinden çıkardıklarını aklının süzgecinden geçirip ortaya koyar. Zaten başka türlüsü yavan kalırdı, tatsız tuzsuz bir şey olurdu. Siz de gözünüzle okuyup aklınıza danışmalı, ama yüreğinizle anlamalısınız. Her sebzenin turşusu kurulur, her sözün şiiri olur, yeri gelir turşu bile şiirin içinde yer alır. Elbette zeytine de şiir yazılırdı, şiire zeytin yakışırdı. Büyük yürekli ozanlarımız zeytini gönülden uzak tutmazdı, her şeye şiir yazıp zeytini yok saymak olmazdı. En çok bilinenleri, ilk akla gelenleri bir sayıversek:

© Gökhan Korkmazgil

Melih Cevdet Anday 1915’te doğmuş, şiiri felsefeyle yoğurmuş. Bir konukluk düşlemiş, zeytini şiirin içine işlemiş: “Bir misafirliğe gitsem / Bana temiz bir yatak yapsalar / Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam… / Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa / Kekikli, zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar / Nerede olduğumu hatırlamasam / Hatta adımı bile unutsam…” Hemen başka bir şiiri de akla geliyor: “Yıldız gibi açar kapar yürek / Esmer ekmek gibi insanlarımız / Ve yaşamaların en gücü / Homeros yabani zeytin yerdi / Güneşli ülkemizin gölgesi zeytin / Ulu bir ağaç duyar gıcım gıcım / Dönüp dolanan umudumuzu.”

Önde Bedri Rahmi Eyuboğlu, arkasında bir şiir, sitem dolu: “Önde zeytin ağaçları arkasında yar / Sene 1946 / Mevsim sonbahar / Önde zeytin ağaçları / Neyleyim neyleyim / Yar yar… / Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar”

© Gökhan Korkmazgil

Behçet Kemal Çağlar ülkesine bir güzelleme yazmış, bakın, içinde zeytin de varmış: ‘’Tanrı yeşili zeytin, çoban yeşili söğüt, / halk türküsünde isyan, atasözünde öğüt, / ey gümüş, kömür, demir ve kükürt diyarı hey!’’

İlhan Berkne böyle sevdalar gördüm ne böyle ayrılıklar” demiş, bir yeşil zeytine ne anlamlar yüklemiş: ‘’Ne zaman seni düşünsem / bir ceylan su içmeye iner / çayırları büyürken görürüm. / Her akşam seninle / yeşil bir zeytin tanesi / bir parça mavi deniz / alır beni.’’

Cemal Süreya bakın ne demiş, zeytini ekmeğe katık etmiş: “Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti / Çünkü iki kişiydik / Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya / Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız / Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu / İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük.”

© Gökhan Korkmazgil

Cahit Külebi dağlardan denize bakmış, zeytini emziren ana yapmış: “Ama bu dağlar bizim dağlarımız / Ayrısı gayrısı yok denizle, / Yabancımız değil bağlar bahçeler / Zeytin ağaçlarımız. / O ağaçlar ki şimdi soluk yeşil / Sonra kömür gözlü kızlara benzer, / O ağaçlar ki anamız gibi / Durmadan emzirirler.”

Arif Damar sevmeyi yaşama bağlamış, yaşamı zeytine: “Yaşamak sadece sevmektir, inan bana / Sevmeyenler dünyamızda yaşamıyor / Yaşamak suda, toprakta, insanlarda görünerek; / bir zeytin ağacı gibi / Bir zeytin ağacı gibi, ne güzel / denize yakın olacaksın, / uzayan dallarında, yapraklarında ışık / ta derinlerde köklerin / Bir zeytin ağacı gibi, bin yıl severek / yaşamak her gün…​”

© Veysel Gençten

Ahmed Arif “Vay Kurban…” demiş, devam etmiş: “Gün ola, devran döne, umut yetişe, /  Dağlarının, dağlarının ardında, / Değil öyle yoksulluklar, hasretler, / Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır, / Bir tek zeytin dalı bile yalnız…”

Hasan Hüseyin, demiş ki, kandan kına yakılmaz, tepede oturanlardan dost olmaz: “… yabancıyım toprağımda / yabancıyım sokağımda evimde / yabancıyım zeytinime ekmeğime suyuma / sabahıma akşamıma geceme gündüzüme / işime yabancıyım…”

Asıl demiş ki: “baktık / sagalasuslular sessizce iniyorlar pırıltılı yamaçlardan / torbaları yıldız ve lacivertle dolu / kucaklarında üzüm incir zeytin badem ve buğday / yeni doğmuş kuzularla sessizce inip yamaçlardan / karışıp gidiyorlardı ayşafağına / nasıl da güzel ve uzaktılar / nasıl da sevişirken gibi gömülüp birden / gömülüp gitmiş gibiydiler”

© Sevda Korkmazgil

Ve elbet, Nazım Hikmet, memleket, hasret, bereket: ‘’Memleketim, / Ankara ovasında keçiler, / kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması / yağlı, ağır fındığı Giresun’un / al yanakları mis gibi kokan Amasya elması / zeytin, incir, kavun / ve renk renk / salkım salkım üzümler.’’ Başka bir şiirinde, ne güzel yazmış yaşama telaşını, zeytinin ömürleri aşan yaşını: “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak yanı ağır bastığından.”

Zeytin güneşi içmiştir, içinde şiir biriktirmiştir. Sizi bilmem ama, ben bir zeytin ağacı gördüğümde, elimi tozlu yeşil yapraklarına değdirdiğimde, sabırlı gövdesini okşadığımda içime şiir akar, şiire bulanırım. Zeytini ısırıp dişlediğimde, çiğneyip özsuyu ağzıma aktığında şiir yudumlarım!

Yorum, görüş ve önerileriniz