NİKANDROS KEPESİS – 75 YIL SONRA DOĞDUĞUM YERDE 1998 – BÖLÜM 9 / DÜZENLEYEN: TUNÇ TOKAY

Etnik köken, milliyet ne olursa olsun, savaş alanlarında şehit düşen, kamplarda ve esaret altında işkenceye uğrayan. Özgürlük, Demokrasi ve Barış için şiddete ve savaşa karşı mücadele eden herkese adanmıştır. Nikandros Kepesis
**
Uzun Süreli Sorunlar ve Acil Çözümler
Hem Küçük Asya Seferi hakkındaki makalemden, hem de Küçük Asya, Trakya ve Pontus mültecilerinin sorunlarıyla ilgili yazılarımdan, KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi) olumlu, ayrıcalıklı ve benzersiz rolü ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, bu yıl kuruluşunun 80. yılını doldurması vesilesiyle, bu konuda zaman zaman yazdığım birçok makaleden birini paylaşmak istiyorum.
Yakın zamanda Avustralya’ya yaptığı resmi ziyarette, Yunanistan Cumhurbaşkanı Sayın K. Karamanlis, diğerlerinin yanı sıra Küçük Asya mültecilerini de anarak konuşmasında onlara yer verdi. Televizyon yayını sırasında söylediklerini ilgiyle izledim ve şu sözlerini aklımda canlı bir şekilde tuttum: “Yunan devleti, 60 yıl önce evlerinden koparılan bir buçuk milyon mülteciye ilgi gösterdi ve onları korudu.”
Ancak Sayın Cumhurbaşkanının sözleri yaralarımızı deşti. Sadece nasıl sürgün edildiğimizi değil, esasen ve özellikle bu “koruma” meselesini gündeme getirdiği için. Çünkü bilindiği üzere, son 60 yıldır ülkeyi yöneten Yunan hükümetleri – özellikle sağcı hükümetler – sürgün edilen kardeşlerimize karşı yapılması gereken en temel şeyleri bile yapmadılar.
Ben de o mültecilerden biriyim ve bu “ilgi”nin kalplerimizin derinliklerinde bıraktığı acıların doğrudan ve kişisel tanığıyım. Ancak, “mülteci çocuklarına” okulda ve başka yerlerde nasıl davranıldığını yeniden gündeme getirerek bastırılmış duygularımı yüzeye çıkarmak istemiyorum. Kaldı ki, bu makalenin başka hedefleri var. Temelde ve esasen, göz ardı edilmemesi gereken sorunları kamuoyuna taşımak istiyorum.
Üzerine Düşülmesi Gereken Sorunlar
Bu sorunlar, ülkemizin hiçbir başka siyasi liderinin sahip olmadığı şansa sahip olmuş bir kişilik tarafından da göz ardı edilmemelidir.
Sayın Cumhurbaşkanını şahsen en ufak bir şekilde bile eleştirme niyetinde değilim. Hatta kendisine mültecilerle ilgili yaptığı bu değinme dolayısıyla teşekkür bile edebilirim. Çünkü bu vesileyle, 1922 mültecilerini hala meşgul eden bazı temel sorunları bir kez daha gündeme getirme fırsatı doğuyor. Bunu yalnızca tarihsel gerçeği ortaya koymak için yapmıyorum. Temel hedefim, bu konularda hükümetin en azından genel hatlarıyla bilgilendirilmesi ve bu sorunlara samimi, olumlu ve derhal ilgi göstermesidir. Aynı zamanda, Cumhurbaşkanını da bu konuda bilgilendirmiş olacağız.
Tabii ki burada bütün sorunları ele almak mümkün değil; sadece en ciddi olanlara değineceğim. Bu bir başlangıç noktası olacak. Daha sonra, tam bir bilgilendirme için, ilgili bakanlar 1922 Mültecileri Panhellenik Federasyonu Yönetim Kurulu ve yerel belediyelerle detaylı bir şekilde görüşebilirler.
Başlamadan Önce: Önemli Noktaların Altını Çizmek
Başlamadan önce, bazı noktaları netleştirmek gerekiyor. Öncelikle vurgulamak isterim ki, Küçük Asya, Pontus ve Trakya mültecileri, Yunanistan’ın diğer bölgelerindeki Yunanlar kadar vatanseverdir. Onlar, yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın hoşgörüsüzlüğü, zulümleri ve vahşeti altında ulusal kimliklerini ve dini inançlarını korudular.
1821 Yunan İhtilali’ne kendi topraklarında gösterdikleri direnişlerle ve doğrudan katılımlarıyla katkıda bulundular. Ana halk kitlesine entegre olduklarında ise, 1940-1941 İtalya-Almanya faşist istilasına karşı direnişte aktif bir rol oynadılar. Ulusal Direniş dönemi boyunca, mülteci yerleşim bölgeleri Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin kalelerine dönüştü. Kaisariani, Kokkinia, Kallithea, Dourgouti, Ymittos, Drapetsona ve Keratsini gibi bölgeler halkımızın ölümsüz tarihine geçti.
1922 mültecileri, genellikle kayalık ve verimsiz toprakları inanılmaz bir çabayla tarıma elverişli hale getirmek için çalıştılar. Bu toprakları meyve bahçelerine ve hatta çiçek tarlalarına dönüştürdüler. Yerli işçilerle birlikte, zor koşullar altında büyük bir sömürüye maruz kaldılar. Bu emeklerinin sonucunda Onassis, Niarchos, Bodossakis ve Katsambis gibi sanayiciler, bankerler ve armatörler büyük servetler kazandılar.
1922 mültecileri, iş dünyasında, bilimde, güzel sanatlarda ve edebiyatta da önemli başarılara imza attılar. Bu alanda başarı gösteren onlarca, hatta yüzlerce ismi burada anmamız mümkün değil. Ancak, iki önemli isme yer verelim: İlki, unutulmaz öğretmen ve mücadeleci Dimitris Glinos; ikincisi ise Nobel Ödülü’ne layık görülen ilk Yunan olan Giorgos Seferis. İkisi de İzmir kökenlidir.
Ülkeye yüz binlerce mülteci yerleştirilmesi ve özellikle Makedonya’daki Türklerin değiş tokuş edilmesiyle, nüfusun etnolojik yapısı Yunan unsuru lehine önemli ölçüde güçlendi. Bu durum, ülkenin faşist istilaya ve işgale karşı daha etkili bir şekilde direnmesini sağladı.
Tarihi Sorumluluk ve Mültecilerin Dramatik Kayıpları
1922 yılında vatanlarından koparılan mültecilerin yaşadığı trajedi ve ulusal felaketin sorumluluğu, hiçbir şekilde kendilerine ait değildir. Bu acının gerçek sorumluları, zenginliğin oligarşisinin partileri ve İngiliz-Fransız emperyalistleridir. En büyük kazananlar da yine bu emperyalistler oldu; Musul petrollerini ve diğer birçok kaynağı ele geçirdiler. İngiliz-Fransız emperyalistleri ve yerli plütokratlar, mülteciler ile yerli işçilerin ucuz iş gücünü sömürerek kazanç sağladılar. Sonuç olarak, halkın ve ulusun tamamı zarar görürken, bu kesimler servetlerine servet kattılar.
Mülteciler ise bu trajedinin hem tek mağdurları hem de tek masumlarıydı. Onlar ağır bir bedel ödediler: İki bin beş yüz yıllık tarihlerini, eşsiz kültürlerini, evlerini, mallarını ve değerli her şeylerini geride bırakmak zorunda kaldılar. İbadet yerleri, yüzyıllardır ailelerinin yattığı mezarlar ve savaş esirleri ya da sürgünde hayatını kaybedenlerin mezarsız bedenleri Anadolu’nun derinliklerinde kaldı.
Mülteciler her şeylerini kaybettiler. Ama karşılığında ne aldılar? Sadece kırıntılar. En temel maddi destekten bile mahrum kaldılar. Küçük Asya Felaketi’nden altmış yıl sonra bile, beş binden fazla mülteci hâlâ evsizdi. Drapetsona’daki Çimentoluk gibi yerleşim bölgeleri, o dönemin hükmeden sınıfının utancını açıkça sergileyen derme çatma barakalarıyla doluydu. Ve bu, yalnızca bir örnekti; benzer başka birçok yerleşim birimi de vardı.
Kaybolan Zenginlikler ve Yetersiz Politikalar
Aslında mülteciler, köklerinden koparıldıktan sonraki ilk iki yıl dışında herhangi bir yardım ihtiyacı duymuyordu. Çünkü mültecilerin değişime tabi tutulan özel mülkiyetlerinin toplam değeri, uluslararası bir komisyonun değerlendirmesine göre, o dönemin 100 milyar drahmisini aşıyordu. Bu miktar, mültecilerin tarımsal ve kentsel olarak tamamen yeniden yerleşmelerini sağlamak ve hatta daha fazlasını yapmak için yeterliydi. Ancak bu büyük servetten mültecilere yalnızca kırıntılar kaldı. Neredeyse tüm değişime tabi mülkler, Eleftherios Venizelos’un Türk-Yunan “dostluğu” adına yaptığı fedakârlıklara kurban edildi.
Makalenin yazarı olarak ben, Eleftherios Venizelos’un bu politikayı neden izlediğini hâlâ tam olarak anlamış değilim. Satın alınan dostluğun gerçek bir dostluk olmadığına inanıyorum. Gerçek dostluk, yalnızca karşılıklı çıkarların sağlam bir temeline dayandığında sürdürülebilir. Venizelos, neden Mustafa Kemal’i “yatıştırmaya” çalıştı? Bu sorunun yanıtı hâlâ belirsiz. Venizelos, kendi bahçesi suya hasretken, başkalarının bahçelerini sulamayı tercih etti.
Venizelos’un bu cömertçe hareketini, en ciddi hatalarından biri olarak görüyoruz. Ancak bu, şu anda daha fazla üzerinde duramayacağım ayrı bir konu.
Venizelos, mültecilerin seçim gücünü büyük ölçüde oylarıyla desteklediği için onlara verdiği zararı fark etti. Bu nedenle, Mayıs 1930’da Meclis’te yapılan bir oturumda, diğer şeylerin yanı sıra, şunları söyledi:
“Üzüntünüzü anlıyorum, ancak tam tazminat yerine size tam bir yerleşim sağlıyorum.”
Bu ilke, Ankara Antlaşması’nın onaylandığı 3793/30 sayılı Yasa’nın gerekçeli raporunda da ifade edilmiştir. Yasanın kabulünden 15 gün sonra (25/6/30 tarihinde), Meclis’te yaptığı bir konuşmada Venizelos yine şunları söyledi: “Mülteci topluluğuna, mülklerinin fedakarlığına karşılık olarak, onlara tam bir yerleşim sağlayacağımı vaat ediyorum.”
O dönemde ana muhalefet lideri olan Pan. Tsaldaris ise şu açıklamayı yaptı: “Dolayısıyla, artık tam tazminat vaatleri yerine, mültecilerin borçsuz bir şekilde yerleştirilmesi zorunluluğu doğmuştur.”
Ancak bu yerleşim, yalnızca sınırlı bir şekilde gerçekleşti. Hatta 5.000 ila 6.000 aile için hiç yapılmadı. Bu sayıya, zamanla kendi imkanlarıyla yerleşimlerini sağlayarak haklarını kaybeden binlerce aile dahil edilmemiştir.
Bunun ötesinde, mültecilerin ciddi ihtiyaçlarını karşılayabilecek olan Müslümanların takas edilebilir mülkleri bu amaçla değerlendirilmedi. O dönemin 10 milyar drahmi değerindeki bu mülklerin sadece %7’si mültecilerin ihtiyaçları için kullanıldı.
Karamanlis hükümetleri, 1977’de bu mülklerin mültecilerin genel anlamda yerleşimi için nakde çevrilmesini öngören 3713 sayılı yasayı kabul etti. Ancak bilinmeyen bir nedenle bu yasa uygulanmadı.
Son olarak, bu mülklerin geri kalanları, 1979 yılında çıkarılan bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle “Kamu Emlak Şirketi A.Ş.”ye, yani özel sermayeye devredildi.
Gerçekten de Karamanlis hükümeti mülteci sıkıntılarından mustarip olanlara karşı hangi hakla bu ölümcül darbeyi vurdu? Bu konular oldukça ciddi ve oldukça yakın tarihli; Başkan’ın bunları iyi hatırlaması gerekir.
Elbette, genel olarak ve özellikle mültecilerin yoğun olarak yaşadığı belediyelerle ilgili başka çözülmesi gereken sorunlar da var. Ancak bu makale bunlarla ayrıntılı olarak inceleyemez. Bu sorunları analiz etmek ve hükümetten çözüm talep etmekle sorumlu olan başkalarıdır. Bu yazının amacı, 7 Şubat ve 22 Eylül 1982 tarihlerinde “Rizospastis” gazetesinde yayımlanan önceki yazımla birlikte sorunun temel boyutlarını vermektir.
Başka sorunlar da vardır ve bunlar Mülteciler Genel Federasyonu ile iş birliği içinde önceliklendirilmelidir.
Çözümleri yasal olarak güvence altına alınmalıdır. Özellikle şu hedefler gerçekleştirilmelidir:
- Mülteci yasalarının düzenlenmesi, Lozan Antlaşması’na bağlı Uluslararası Sözleşme’ye eklenen Mübadele Sözleşmesi (özellikle madde 14) temel alınarak.
- Mülteci karşıtı yasaların yürürlükten kaldırılması.
- Müslümanların takas edilebilir mülklerinin “Kamu Emlak Şirketi A.Ş.”den mültecilerin yararına derhal serbest bırakılması. Bu mülklerin satışı veya devrinin iptali ve sorumlu yönetim için mülteci organizasyonlarının seçilmiş temsilcilerinden oluşan bir organın oluşturulması. Bu organın amacı, mülteci yerleşim bölgelerinde hastaneler, halk sağlık merkezleri, çocuk bakım evleri vb. gibi kamu yararına hizmetlerin kurulması olmalıdır.
- Belediyelere ve yerel topluluklara kamuya açık ve ortak alanların tam mülkiyet hakkı verilerek bu alanların yeniden düzenlenmesi ve modernize edilmesi.
- Yerleşim sağlanmamış mülteci ailelerinin kayıt altına alınması ve yeni bir yasa ile yerleşimlerinin sağlanması. Bu yasa, kayıt sürecini kolaylaştırmalıdır.
- Drapeçona’daki Çimento fabrikası gibi en kötü koşullarda yaşayan yerleşim bölgelerinin barınma sorunlarının derhal ele alınması.
- Hakkı olan mülteci ailelerinin yerleşim için başvuru yapabilmesi adına 1985 yılı sonuna kadar yasal bir imkânın sağlanması. Mevcut yasa bunu engellemektedir.
Hükümetin bu sorunlara dikkatle eğilmesi ve çözümüne yönelik somut adımlar atması gerekmektedir.
Nikandros Kepesis