FELSEFE TARİHİ 9 – UFUK SAKA

Fransa’da radikal aydınlanma

Yoğun olarak İtalya’da yaşanan Rönesans ve reform dönemlerinin ardından İngiltere’de başlayan aydınlanma hareketi, Fransa’da giderek radikalleşen bir sürece dönüştü. Locke felsefesi, İngiliz deizmi ve tolerans düşüncesi İngiltere’den Fransa’ya Voltaire ve Montesquieu ile taşındı.

Montesquieu

Asil bir ailenin mensubu olan Montesquieu (1689-1755), sosyolojinin öncüsü olarak kabul edilir. Kuvvetler ayrılığı ilkesini ilk olarak gündeme getiren, yasama, yargı ve yürütmenin birbirinden ayrılması ve birbirlerini denetlemesi gerektiğini belirterek hukuka ve sosyolojiye büyük katkılar sunan Montesquieu, bu düşüncelerini Kanunların Ruhu adlı eserinde kaleme aldı. Bu fikirleriyle sosyolojinin bilim haline gelmesini sağlayan bu düşünür, Fransa’daki monarşik istibdatın baskısıyla karşılaştı. İki İranlının mektuplaşmasını hicvederek İran Mektupları isimli eseri yazan Montesquieu, bu kitabını Fransa’da basmaktan çekindi. İlk baskısı Hollanda’da yapılan İran Mektupları’nda kendi ismini kullanmaktan da kaçınarak kitabını yazar ismi olmadan yayınladı.

SORU: Günümüzde adı Cumhuriyet olan ama yine monarşik bir düzen söz konusuymuş gibi tek adam rejimiyle ülkesini yöneten, yazarlarına baskı uygulayan ülkeler var mı? (Cevabını içinizden veriniz!)

Voltaire

Voltaire de, monarşiyi ve kiliseyi yozlaşmış olarak değerlendirdi. Dini, eğitimsiz ve bilinçsiz insanların ahlakı olarak açıklayan Voltaire, bu düşünceleriyle İngiliz deizmini ve tolerans düşüncesini takip ettiğini ortaya koydu.

Dönemin ruhu

Devrim öncesinde Fransa’da sınıf atlama imkânı bulunmamaktaydı. İngiltere’den ithal edilen (!) Fransız aydınlanması hızlı bir şekilde radikalleşti. Bu dönemde Fransa’da materyalizm öne çıktı. Monarşiye karşı eşitlik, adalet, özgürlük istemleri vücut buldu. Aydınlanmayı en radikal şekilde yaşayan ülke oldu. Fransız devrimi (1789), aydınlanmanın zirvesi olarak değerlendirilir. Feodalizmden kapitalist düzene geçiş sürecinin başlangıcı kabul edilen ve İngiltere’de gerçekleşen sanayi devrimi, sanayi toplumuna uygun siyasal bir yapılanmanın temellerinin atılmasını Fransız Devrimi aracılığıyla sağladı.

Renê DESCARTES (1596-1650):

Modern felsefenin rasyonel temsilcilerinin başında gelen ve modern felsefenin babası olarak anılan Descartes, düşünen töz sorununu irdeledi. Felsefesini akıl temelinde inşa etti. Malebranche, Spinoza ve Leibniz ile birlikte aydınlanma düşünürlerinin önemli bir bölümü,Descartes’ın metafiziklerini reddetmektedirler. Doğuştan idelere sahip olmak (Innate idea) ile Platon’a yaklaşa yaklaşan Descartes, yine de Platon ve Aristo’nun ortaçağ yorumlarıyla bağlarını kopardı. Augustinusçu felsefeyi mekanik bir doğa anlayışı ve yorumla birleştirdi.

Felsefeyi özneye dönüştürme ve sübjektivizmi sokma girişiminde bulundu. Felsefesinin hareket noktası, “Düşünüyorum o halde varım!” cümlesiyle hayat buldu. Ona göre sübjektivizm, görecelilik (Rölativizm) değildir.

Kartezyen şüphecilik

Descartes, birbirinin karşıtı çok sayıda fikir çeşitliliğine rağmen, kesin bir bilgiye ulaşmak istedi. Oluşturacağı felsefesine, içinde en ufak  bir kuşku bile bulunmayan bir temel aramaya başladı. Bunun için farklı fikirleri önüne koyarak, bunların herhangi bir şekilde şüphe içerip içermediklerine baktı. Şüphe içermeyen bir nokta bulduğu anda durarak, onu felsefesinin temeline koydu. Bu yaklaşım, daha sonraları kartezyen şüphecilik adını alacak yöntemin de başlangıcını oluşturdu.

Yöntemci şüphecilik olarak da anılan kartezyen şüpheciliğe göre açık seçik bilgiye ulaşmakta tüm bilinenler yanlış kabul edilerek işe sıfırdan başlanmalıdır.Ama kartezyen şüphecilik, Antik Yunandaki Skeptisizm ile karıştırılmamalıdır. Kartezyen yöntemin iki temel kabulü vardır: 1. Açık ve seçik olmayan hiçbir şey doğru değildür. 2. Matematiksel formda olmayan hiçbir şey kabul edilemez.

Felsefede kesinlik peşinde olan Descartes, kesin bilgiye ulaşmak için üç disiplin olduğunu söyldi. Bunlar mantık, geometri ve cebirdir. Mantığın yeni bir şey öğretmediğini söyledi, bilinen şeyleri başkalarına açıklama yöntemi olarak gördü. Kendisi analitik geometrinin de kurucusudur.

Şüphe içermeyen noktayı ararken, hata yapanın, yanılanın, kuşkulananın, bunların hepsinin ‘ben’ olduğu sonucuna vardı. Çünkü tüm bunların olabilmesi için öncelikle ‘ben’in olması gerekmaktedir. Buradan yola çıkarak, “Düşünüyorum öyleyse varım!” yargısına ulaştı. Varlığı ile birlikte bir töze karşılık gelen ben ideasını, tözsel bir yere oturttu. Buradaki tözün mevcut olmak için kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymayan olarak tanımladı. Ortaya çıkmış olan ‘Ben’, insan bedeni değil, onun düşünmesidir sonucuna ulaştı. Ona göre ‘Ben’, düşündüğü sürece vardır

Ruh/beden düalizmi:

Düalizm, genellikle birbirine karşı çıkan iki temel kavramın var olduğuna dair inançtır. Descartes’ın düalizminde “Res Extensia” yani tanrı mutlak töz, maddi cevher, “Ben” ise “Res Cogitans” yani manevi cevherdir. Ruh ile beden (cisim) Tanrı’ya bağımlıdır. Ruh, aktif ve özgür tözdür.

Ona göre cisim mutlak olarak ruhsuz, ruh mutlak olarak cisimsizdir. İnsan ruhu ile bedeni arasındaki etkileşimin beynin içindeki bir noktada gerçekleştiğini düşündü.

Teoloji eğitimi almış olanDescartes, Metafizik Üzerine Düşünceler ve Felsefenin İlkeleri isimli eserlerinde Tanrının zorunlu varlığına dair kanıtlar sunmaktadır. Hayvanı da, bitkiyi de makine yerine koyan, insanın bedenini makine, beynini ise düşünen özne olarak tarif eden Descartes’ı Gilbert  Ryle, “Makinedeki hayalet” diye eleştirir.

Descartes, yeni felsefesi için yöntem arayışı içine girdi. Felsefeyi kesin bir bilim konumuna getirmek istedi.

SORU: İnsan öldüğünde ruhu da ölür mü? Yoksa ruh, ölümsüz müdür? (Sakın çok saçma soru demeyin, felsefeninin bin yıllardır cevap aradığı bir sorudur! Bu soruya verilen cevaplar, idealizmin ve mateyalizmin temelini oluşturur.)

Eserleri: Aklın Yönetimi İçin Kurallar, Yöntem Üzerine Konuşma, Metafizik Üzerine Düşünceler (Meditasyonlar), Felsefenin İlkeleri.

Baruch SPİNOZA (1632-1677)

Spinoza

Descartes’ten etkilenen ve düşünceleriyle Fransa’da etkili olan Spinoza, Hollanda’ya göç etmiş, Portekiz veya İspanyol asıllı bir filozoftur.

Descartes iki tözden bahsederken Spinoza bunu tek bir töze taşıdı. Bu tek tözü de ‘Deussive natura’ yani tanrı ya da doğa olarak nitelemektedir.  Tanrı ile doğayı özdeşleştirerek Panteist bir yorum yaptı. Ona göre töz, kendi kendinin nedeni olan ama başka hiçbir şeyin nedeni olmayandır.

Hollanda’da optik işiyle uğraşan ve kendi kabuğunda yaşadığı söylenen Spinoza için tanrı, mutlak sonsuz bir tözdür. Tanrı, tüm etkilenimlerin birliği demektir ve aynı zamanda doğadır. Tanrı, olan, oluşan her şeyin kaynağı olmakla birlikte ortaya çıkan şeyler Tanrı’dan ayrık şeyler değillerdir. Yani Tanrı’nın kendisi hem sebep hem de sonuç olarak varlığı bütünüyle kuşatmaktadır.

Spinoza, geometrik yöntemi felsefeye uyguladı. Model alınması gereken bilimin matematik olduğunu vurguladı. Öklid geometrisinin felsefeye uyarlanması için Leibniz ve Descartes gibi o da çalışmalar yaptı. İçinde aksiyomlar ve postülatlar bulunan eseri Etika’yı geometrik yöntemle yazdı.

Tümden gelimi ve sezgiyi kabullenen Spinoza’nın felsefesinde, 1. Varlık nedir, 2. Var olan nedir, sorularına cevap aradı. Felsefesinde ontolojiyi (Varlık Felsefesi), epistemolojiyi (Bilgi felsefesi) ve etiği bir bütünsellik içinde ele aldı.

Sadece Tanrı özgürdür

Nedensellik anlayışı zorunluluk düşüncesiyle doğrudan bağlantılıdır ve buna determinizm denir. Doğada hiçbir şey için özgürlüğün ve olasılığın olamayacağını düşünen Spinoza’ya göre sadece Tanrı özgürdür!

Temel kaygısı insanların mutluluğu olan Spinoza, insan bedeni ile insan zihninin, bir ve aynı şey olduğunu vurgular. Bedende ne olup bitiyorsa, zihinde buna karşılık bir fikir var olacağı ve buna rağmen zihin ile bedenin hiçbir şekilde birbiriyle etkileşemeyeceği ilkesini öne sürmüştür. Buna  “Paralellik ilkesi, paralelizm” denmektedir.

Eserleri:

Etika, Anlama Yetisinin İyileştirilmesi Üzerine, Teolojik-Politik İnceleme, Politik İnceleme, Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme ve Descartes Felsefesinin İlkeleri.

SORU: Spinoza’nın “Doğa Tanrı” olarak tanımladığı tanrı ile ilahi dinlerdeki Tanrı aynı Tanrı mıdır? Varsa farklılıkları nedir?

Pierre Bayle (1647-1706)

BayleTarihsel ve Eleştirel Sözlük” isimli eserinde, felsefi akıl yürütmenin evrensel bir kuşkuculuğa yol açtığını söylemektedir. Doğanın ise insanı körü körüne inanca zorladığını savunarak akla dayalı çaba ve çalışmanın değersiz olduğunu öne sürdü. Metafiziğe savaş açtı. Dış dünyada varlıkların, nesnelerin var olduğundan yola çıkarak, Tanrı’nın aldatan bir varlık olmadığı temelinde oluşan düşüncelerininin sonucunda insanın, saf insanca davranması gerektiği sonucuna ulaştı.

Dinsel dogmalarla aklın bilgileri arasında bir uzlaşma sağlanamayacağını öne sürdü. Her şeyin akıl ile aydınlatılabileceğine inanmayan “Ansiklopedi” hareketinin içinde yer alan Bayle, bilginin hiçbir yerinde şüpheyi sona erdirecek bir kesinliğin olamayacağını görüşünü felsefesinin temeline yerleştirdi.

Julien Offray De La Metrie (1709-1751)

Fransız maddeciliğinin kurucusu olarak ün kazandı. Hekim ve filozof olan La Metrie, aslen Hollandalı olmakla birlikte Fransa’da etkili oldu. Descartes’ın Augustinusçu yanını bir tarafa atarak onun görüşlerini materyalist bir anlayışla yorumladı. Ruhu substania (töz) olmaktan çıkardı.

La Mettrie, maddeden bağımsız bir ruhu düşünmenin saçma bir şey olduğunu öne sürerek, gerçekten var olanın yalnızca madde olduğunu göstermeye çalıştı.

Eseri: İnsan da Bir Makine

Jean Jacquese Rousseau (1712-1778)

Jean Jacquese Rousseau

Rousseau, kayıtsız şartsız aklın üstünlüğünü kabul eden filozoflara karşı çıktı.  Toplum yaşamını savunan Voltaier’in aksine o, doğal yaşamı savundu. Uygarlığın insana verdiği zarara tepki gösterdi. Bu yanıyla aydınlanma felsefesine adeta meydan okudu. Bu meydan okuması, farklı fikirlerin özgürce dile getirilmesi sonucunda aydınlanma gerçekleştiği için değerliydi. “Herkes, yalnızca insanlık görevlerini ve doğal ihtiyaçlarını düşünseydi, bilimle uğraşmak kimin aklına gelirdi?” diyerek doğal yaşam ile bilim arasındaki çatışmaya dikkat çekti.

Özel mülkiyete karşı

Cenevreli filozof, yazar ve besteci Rousseau, doğal yaşamın gereği olarak özel mülkiyeti eşitsizliğin kaynağı olarak gördü. “Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir!’ diyen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu.” cümlesi ile uygarlığa karşı olan tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Bu görüşlerini “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Ve Temelleri” isimli eserinde topladı. Ardından yazdığı ve meşru bir siyasi düzenin temellerini ortaya koyan “Toplum Sözleşmesi” isimli eseriyle günümüzde de geçerliliğini koruyan siyasi ve sosyal düşüncenin temellerini attı.

Erkekler kötüdür ama…

Yapıtlarında tartışmaktan çok inandırmaya, kanıtlar sunmaktan çok duygulandırmaya önem verdi. Romantizm akımının doğuşunda etkili oldu. Sanatın ve bilimlerin insan ahlakını geliştirmediğini vurguladı.

Son zamanlarında kendini ziyarete gelen birisinin “İnsanlar kötüdür!” sözüne Rousseau, “Erkekler kötüdür, evet ama insan iyidir!” diyerek yanıt verdi.

Eserleri:

Denemeler, otobiyografiler, romanlar ve şiirlerle tiyatro ve müzik eserlerinden oluşan külliyatında öne çıkanları, Sosyal Sözleşme Teorileri – Toplum Sözleşmesi, İtiraflar, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri oılarak saymak mümkündür.

VOLTAİRE (François Marie Arouet 1694-1778)

Filozof, yazar, tarihçi olan Voltaire, Platon gibi devleti bilgelerin yönetmesinin ideal olduğunu savundu. Fransız aydınlanmasının öncü isimlerinin başında gelir.

Montesquieu gibi monarşik otokratizmi sert ve alaycı bir üslupla eleştiren Voltaire, bu diliyle bir asilzadeyi eleştirmesinin ardından mahkeme edilmeden İngiltere’ye sürgüne gönderildi. 3 yıl sonra Fransa’ya dönüşünde bu kez de “İngilizler Hakkında Felsefi Mektuplar” başlığı altındaki yazılarında İngiliz monarşisinin daha gelişmiş ve insan haklarına daha saygılı olduğunu kaleme alınca Paris’i terk etmek zorunda kaldı. 

İnsan hakları savunucusu

Din ve ifade özgürlüklerinin yanı sıra, insan hakları konusundaki düşünceleri ve felsefi yazıları ile ünlenen Voltaire için en önemli özgürlük vicdan özgürlüğüdür.

Onun yaşamı  yücelten bir felsefesi vardı. Kör ve sorgulanmamış düşünceye karşı aklın egemenliğini ve ilerlemeyi savudu. Devletin baskıcı olmamasını, yurttaş haklarının güvencesi olmasını istedi. Ona göre özgürlük, kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmayan kesin içsel duygudur.

Hoşgörüsüzlüğü, dinsel dogmaları ve Fransız kurumlarını çok sert bir dille hicveden Volatire’in başyapıtı Candide isimli eseridir. Bu eserinde, döneminde yaşanan birçok olayı, gelmiş geçmiş düşünürleri, Alman matematikçi ve filozof Leibniz’i ve özellikle dünyamızı mümkün dünyaların en iyisi olduğu fikrini alaycı bir dille eleştirdi. Micromega adlı eserinde ise eletirilerinin hedefinde Descartes vardır. Takipçisi olduğu İngiliz Locke’u da eleştirmekten geri durmadı. Çağdaşı olan, Fransız aydınlanmasının önemli isimlerinden Rousseau’yu uygarlığın düşmanı olmakla suçladı.

SORU: Acaba Voltaire onlarca düşünürü eleştirirken sadece kendisinin doğru olduğuna mı inanıyordu? Eleştirilerinin haklılığı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Tanrı’ya inandı dinleri reddetti

Emprizmi benimseyen Voltaire akılla kabul edilmesi gerekir dediği Tanrı’ya inandı, dinleri ise reddetti. “Şimdiki zamandan başka gerçek yoktur!” diyen Fransız aydınlanmasının babası Voltaire, toplum yaşamını savunarak insanlığın geldiği noktadan geri dönmesi fikrine karşı çıktı. Monarşiyi ve kiliseyi yozlaşmış olarak değerlendirdi. Ama dinin, eğitimsiz ve bilinçsiz insanların ahlakı olduğunu söyledi.  

Toplumsal özgürlüklerin yılmaz savunucusu olan ve Katolik Fransız monarşisinin tehdit ve baskısıyla yüzleşen Voltaire, ansiklopedicileri destekledi.

Eserleri:

99 cilt olan külliyatında yer alan en önemli eserleri olarak Kandid (İyimserlik üzerine), Zadig, Felsefe Sözlüğü, La Henriade, Feylosofça konuşmalar, Micromega gösterilebilir.  

Baron d’Holbach (Paul Henri Thiry d’Holbach 1723-1789)

Alman kökenli Fransız fşlozof ve yazar olan D’Holbach, “Ansiklopedi” hareketinin öndekilerindendir. Bütün düşünürlere kapılarını açtığı salonu ile ünlüdür. Rousseue, “İtiraflar” adlı eserinde bu salondan bahseder.

Yaşadığı yüzyıl içinde materyalizmin yayılmasında önemli rol oynadı. Amcasından miras kalan servetini bu yolda kullandı. Dostları olan filozoflara bir gelsefe merkezi ve muhteiem bir kütüphane olan salonunun sadece kapılarını açmakla kalmadı, onlara maddi olarak da karşılıksız yardım etti. 

Kimya, fizyoloji, mineroloji ve jeoloji çalışmaları dinden uzaklaşmasında etkili oldu. Tanrıtanımaz bir tutum içinde oldu. Ona göre doğa bir bütündür. İnsan doğanın ürünüdür. Her türlü doğa üzeri varlık hayal ürünüdür. Doğada kin, nefret, günah ve aşk yer almaz.

D’Holbach İngiliz filozofu Hobbes’u izleyerek güçlü bir şekilde nominalizmi savundu.

Atomcu bir materyalist değildir. Maddedeki bütün değişimlerin kaynağının hareket olduğunu söylediği için Heraklitos’a benzetilmektedir. Heraklitos’ta temel öge ateştir ve ateş hareketin temel nedenidir. Friedrich Albert Lange göre, D’Holbach’in görüşleri Antik Yunan materyalizmine yakındır.

Ona göre ahlak, önyargıların kırılmasına hizmet etmeli. Ahlak anlayışı mutluluk ahlakıdır. Ahlakın son ölçüsü pratik yararıdır. Hakiki mutluluğun başkasının iyiliğine çalışma bilinci (Alturizm) olduğunu düşünmektedir. D’Holbach siyasi devrimlerin zorunluluğuna inanıyordu.

Eserleri:

Doğa Sistemi ve Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi adıyla yayınlanan iki eserinin yanı sıra özellikle Almanca’dan Fransızca’ya yaptığı çevirilerle bilinmektedir. Boulanger, Fréret ve Dumarsais’nin yasaklanmış el yazmalarını ve ayrıca Lucretius’un De Natura Rerum (Evrenin Yapısı) adlı eserini yayımladı.Ayrıca Ansiklopedistler olarak anılmalarına sebep olan Ansiklopedi’ye 400’den fazla madde yazdı.

Denis Diderot (1713-1784)

Denis Diderot

Materyalist, ateist bir filozof olan Diderot, panteizmi de reddetti.  Deney ve gözlemleri esas alarak metafizik ve teolojik kuramları felsefeden uzak tutmaya çalıştı. Eserlerinde yoğun bir hümanizm vardır. Evrendeki kötülüğün, iyi bir Tanrı anlayışıyla asla uyuşmadığına vurgu yaptı. Bedenden ayrı bir ruh yoktur, diyen Diderot, düşünce ve davranış bütünlüğü içinde yaşadı. Gerçekte bencil olan insanın ahlakçı rolünü eleştirdi. Descartes’ın makine doğa anlayışına şiddetle karşı çıktı.

Hareketi, a. Canlı, b. Ölü olarak ikiye ayıran Fransız düşünür, ölü hareketin etrafındaki atalet kaldırıldığında canlı harekete dönüşeceğini belirterek felsefeye aktif duyarlılık ve atıl duyarlılık terimlerini kazandırdı.

Diderot, Ansiklopedi’nin baş editörüdür. Locke ve Hume’dan direkt etkilendi ve onların düşüncelerini geliştirdi. Ansiklopedi hareketinde onunla birlikte D’Holbach, Rousseau, Voltaire ve Condillac da yer aldı.

Rameau’nun Yeğeni adlı eseri Goethe tarafından Almanca’ya çevrildi. Hegel, “Tinin Fenemolojisi” isimli eserinde bu romandan alıntı yaptı.

Eserleri:

Üretken bir yazar olan Diderot’un başlıca eserleri şunlardır: Körler Üzerine Mektup, Sağır ve Dilsizler Üzerine Mektup, Felsefe Konuşmaları, Rahibe, Piç, Aktörlük Üzerine Aykırı Düşünceler, Rameau’nun Yeğeni (Roman).

Ansiklopedi hareketi:

Ansiklopedistler

1731-1777 yılları arasında aydınlanma yıllarında bir grup aydın, Ansiklopedi (Encyclopedie) adıyla 17 ciltlik bir ansiklopedi yayınladılar. Bu ansiklopedi zamanın bütün bilgilerini içinde topladı. Bir gün dünya topyekûn karanlığa boğulursa ve insanlar her şeyi yeniden inşa etmek zorunda kalırlarsa, bu ansiklopedinin onların yolunu aydınlatacağını düşünüyorlardı. Felsefe tarihinde bu sürece Ansiklopedi Hareketi ve bu hareket içinde yer alanlara da Ansiklopedistler deniliyor.

Ansiklopedistlerin başında 990 madde yazan Diderot bulunmaktadır. Ansiklopediye yazan diğer filozof, sanatçı ve bilim insanları arasında matematikçi ve fizikçi olan D’Alembert, Rousseau, Buffon, Daubenton, Marmontel, d’Holbach, Bordeu, de Jaucourt, Turgot, Quesnay, Haller, Condillac, Montesquşeu, Necker, Grimm de bulunmaktadır.

Ansiklopedistler burjuva devrimleri sırasında ortaya çıktılar. Otoriterliğe karşı çıktılar. Newton ve Locke’u baştacı ettiler. (Kaynak: Vikipedi)

Vesilecilik (Okkasyonalizm)

Vesilecilik, Descartes’ın düalizmine çözüm olarak, tanrının araya girerek çözülmesini sağlamayı amaçlar. Nikolas De Malebranche (1638-1715) Descartes’ten etkilendi Onu gerçek Hıristiyan felsefesi olarak gördü.

Arnold Geulincx (1624-1669) Descartesçi bir düşünür olup, Malebranche ile birlikte Oratorya tarikat içinde yer aldı. Okkasyonalizmin Malebranche ile birlikte kurucusudur.

Yorum, görüş ve önerileriniz