FELSEFE TARİHİ 13 – UFUK SAKA

19’ncu yüzyılda Almanya’nın felsefenin merkezi olması

Friedrich Hegel (1770-1831), felsefe tarihine çok önemli katkılar sunduktan sonra 19’ncu yüzyılın ortalarına doğru yaşama veda etti. Hegel’in felsefede önemli bir yer edinmesinin sebeplerinden biri de felsefeye kattığı terimler oldu. Hegel felsefesinin merkezinde yer alan “Geist” kavramı da bunlardan biridir. Ruh, tin anlamına gelir. Bundan türetrilen “Weltgeist” terimi ise “Dünya ruhu” olarak kabul görmektedir. Felsefecilerin önemli bir bölümü bu terimi tanrısal bir terim olarak değil, tarih ile ilgili felsefe yapmanın aracı olarak görür. Bu düşüncede olanlardan bir bölümü de bu tür felsefe yapmanın tarihteki Napolyon gibi, Büyük Friedrich gibi önemli komutanların, kralların tarihini yazmak olduğunu söyleyerek Hegel’i eleştirirler. Tersine onun tarih felsefesinin devlet değil ama evrensel bir düzen olduğunu düşünen felsefeciler de vardır.

Nitekim Hegel, büyük kahraman veya komutanların “aklın hilesi” olarak kullanıldığını, tarihsel misyonlarını tamamlandıklarında tarihle ilgilerinin kalmadığını yazar. Aslında Weltgeist terimi 16’ncı yüzyılda “Tanrısızlık ve sekülerizm” anlamında kullanılmaktaydı.

Tarih ve felsefenin ayrılamaz bütünlüğü

Felsefe daha sonraları her biri farklı olan birçok bilimin kaynağıdır. Felsefe bilim değildir ama bilimlerin ebesi olarak görülebilir. Tüm pozitif bilimlerin yanı sıra özellikle sosyoloji, sosyal psikoloji ve psikoloji, toplum ve bireyle özel olarak ilgilenen filozoflar tarafından geliştilerek bilim haline geldi. Pozitif bilimlerin, başta matematik, fizik ve kimyanın belirli formüllerle bilimsel sonuçlara ulaştığını gören bu bilimlerin öncül isimleri ve kurucuları ilk başlarda insan ve toplumun da formüllerle çözümlenebileceğini, anlaşılabileceğini düşündüler ama kısa sürede bunun yanlış olduğu ortaya çıktı.

Felsefenin sonucu olarak ortaya çıkan bilimlerin aksine tarih ve felsefe hemen hemen insanın düşünüp yazmaya başladığı andan beri hep yan yana ilerledi, gelişti ve birbirilerini direkt olarak etkiledi. Felsefe olmadan antik Yunan ve Roma tarihini anlamak mümkün olamaz. Felsefe olmadan kilise babalarıyla dikkat çeken ortaçağ karanlığı anlaşılamaz. Aydınlanma tarihi, devletin tanımlanması, devlet modelleri; hepsi tarih ve felsefenin ortaklaşması sonucunda analiz edilebilir.

Aynı şekilde Fransız Devrimini, İngiltere de başlayıp Avrupa’ya yayılan sanayi devrimlerini, devrim sonrasında Fransa’da yaşananları anlamak için felsefenin yol göstericiliğine ihtiyaç duyulur. Karl Marks’ın tarihi materyalimi çerçevesinde feodalizmin sona ererek kapitalist düzenin ortaya çıkışını anlamlandırabilmek için en önemli eseri olan Das Kapital’den önce onun diyalektik materyalizmini bilmek gerekir. Diyalektik materyalizmi bir öğreti haline getiren Marks, bunu bir idealist olan Hegel’e borçludur.

Felsefe zaten subjektifir (Öznel). Bunu herkes bilir. Ama tarihin, özellikle okullarda okutulan resmi tarihin objektif (Nesnel) olduğuna inananlar çoktur. Oysa tarih yazana ve yazdırana göre değişebilen yani subjektif bir “bilim”dir.

ÖNERİ: Türkiye’de ders kitaplarında okutulan resmi tarihi, mesela Emin Oktay’ın tarih kitaplarını bulup tekrar okuyalım ve bize neler öğretildiğini derli toplu bir şekilde hatırlayalım. Ardından mesela Erdoğan Aydın’ın “Yanlış İliklenen Düğme” veya Ahmet Kardam’ın “Mustafa Suphi – Karanlıktan Aydınlığa” adlı eserlerini de okumanızı öneriyorum. Resmi tarihte öğrendiklerimizden farklı bir tarihin olabileceğini görmek mümkün olacak. Kimlerin doğruyu veya objektif olanı söyleyip yazdığını veya bize öğretilenlerle bu kitaplarda yazılanlardan hangilerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğunu da kendi bilincinizde değerlendirmek size kalıyor.

Almanya: Filozoflar yetiştiren verimli bir tarla

Hegel’in ölümünden sonra öğrencileri “Sağ ve sol Hegelciler” olarak ikiye ayrıldılar. “Sol Hegelciler” arasında Ruge, Bruno Bauer, Strauss, Feuerbach ve Marks; “Sağ Hegelciler” arasında Hinrich ile Gabler bulunuyordu.

Alman filozof Feuerbach, (1804 –1872) hümanist bir filozof olarak bilinir. İlahiyat eğitimini yarıda bırakarak Hegel’in öğrencisi oldu. Hıristiyanlığa yönelik eleştirileri ile tanındı. Alman materyalizminin ilk filozofu olarak tanındı. Marks’ı etkileyen isimlerden biri oldu.

“Sol Hegelciler”den Bruno Bauer (1809 – 1882) ve David Friedrich Strauss (1808 – 1874) birer teolog olmalarına karşın, bu eğitimlerini yarıda bırakıp Hegel’in öğrencisi oldular. İkisi de Hıristiyanlığı ve İsa’yı mercek altına aldı. Bauer, Nasıralı İsa diye birinin olmadığını, bunun mitten ibaret olduğunu yazdı. Ruge ise politik bir gazeteci ve düşünürdü. Marks ile birlikte gazete çıkararak 1848 devrimine katıldı.

Karl Marks (1818 –1883): 

Hegel’in takipçileri arasında yer alan öğrencilerinden biri de Karl Marks’tı. Marks, ilerleyen dönemlerinde Hegel’in başüstü duran diyalektiğini ayakları üzerine oturtarak diyalektik materyalizmin kurucusu oldu. O, aynı zamanda bir ekonomist ve sosyologtur. Sadece fikir üreten biri olarak değil aynı zamanda bir aktivist olarak da tarihte özel bir yer edindi.

Marks ve Engels

Diyalektik materyalizm üzerine yazdıklarının ardından “Tarihi materyalizm” üzerinde de makaleler yayımladı, kitaplar yazdı. İnsanlık tarihinin, ilkel komünal toplumdan başlayarak, sırasıyla köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum olarak adlandırdığı evrelerden geçtiğini, kapitalizmin sonucu olarak ortaya çıkan iki ana sınıftan biri olan işçi sınıfının, sınıf çelişkisinden kaynaklanan ve beslenen büyük bir mücadelenin sonucunda diğer sınıf olan burjuva sınıfını enerek sınıfsız, devletsiz komünist toplum düzenine geçileceğini eserlerinde kaleme aldı.

Yakın arkadaşı Friedrich Engels ile “Komünist Manifesto”yu yazdılar. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti.” diye başlayan bildirgede burjuvazi ne kadar korkarsa korksun sonunda proleteryanın (İşçi sınıfının) galip geleceğine olan inanç, vurgulu bir şekilde yer aldı.

Marks’ın ekonomist yanı Das Kapital adlı eserinde net bir şekilde ortaya çıkar. Marks bu eserinde, kapitalist üretim biçiminin altında yatan ekonomik düzeni ifşa ederek, burjuvazinin ekonomi politikalarını eleştirmekle kalmayıp ekonomi politiğin detaylı bir analizini de yapmaktadır. Üç ciltten oluşan Das Kapital’in ilk cildi, Marks hayattayken yayınlandı. Diğer iki cildini ise vefatının ardından yakın arkadaşı ve yoldaşı Friedrich Engels yayınladı. .

Das Kapital’de kapitalizmle birlikte ortaya çıkan iki ana sınıftan biri olan burjuvazinin üretim araçlarına sahip olmakla birlikte, diğer ana sınıf olan proleteryanın ürettiği artı değeri sömürdüğü yazmaktadır. Kitapta, emek değer teorisi ile birlikte insan emeğinin bir mal gibi (Meta) satıldığı yer alır. Uzun vadede kapitalizmin içine düşeceği bunalımlardan ve bu süreçte yaşanacak sınıf mücadelesinden üretim araçlarının toplumsallaşması ile birlikte işçi sınıfının galip çıkacağı ve bambaşka bir düzenin kaçınılmaz olarak yaşanacağı düşünceleri yer almaktadır.

Soru: Sanayi devrimiyle birlikte oluşan kapitalist düzen neredeyse 200 yıla yakın süredir varlığını sürdürmektedir. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çatışmalar da kimi zaman üst seviyede, kimi zaman düşük yoğunlukta yaşanmaya devam ediyor. 1917’deki sosyalist devrimle birlikte Sovyetler Birliği’nden başlayarak dünyanın birçok ülkesinde komünist topluma ara geçiş olarak kabul edilen sosyalist yönetimler iş başına geldiler. Sosyalist ülkelerde sosyalizm yıkıldı ama kapitalizm kendini yenileyerek, kâh demir yumruğu ile kâh sevimli yüzünü göstererek, geçirdiği tüm buhranlara, iki dünya savaşına rağmen varlığını sürdürüyor. Bu gerçekler ışığında sizce Karl Marks, düşüncelerinde yanılmış mıdır? Yanılmışsa nerede yanlış yapmış olabilir?

Eserleri:

  • Komünizmin İlkeleri
  • Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i
  • Siyasal İktidarın Eleştirisinin Ana Hatları
  • Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı
  • Fransa’da İç Savaş
  • Komünist Manifesto (Engels ile birlikte)
  • Das Kapital (İlk cildi yaşarken, diğer iki cildi ise ölümünden sonra Engels tarafından yayınlandı)
  • Gotha Programı’nın Eleştirisi
  • Artı-Değer Teorileri (Engels ile birlikte yazdığı makalelerin toplanması ile ölümünden sonra kitap haline getirildi. Kapital’in 4. cildi olarak da değerlendirilir.)

Friedrich Engels (1820-1895):

Alman filozof, tarihçi ve siyaset bilimci olan Engels’in babası zengin bir iş insanıydı. Almanya ve İngiltere’de tekstil fabrikaları vardı. Marksizm kuramını üreten sadece Karl Marks değildir. Marksizmin iki kurucusundan birisi de Friedrich Engels’tir. Babasının İngiltere fabrikasında çalışırken gözlem ve araştırmalarına dayalı olarak “1844 Yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları” isimli kitabını yazdı.

Komünist Manifesto da onun Karl Marks ile birlikte 1848’de kaleme aldıkları ve Avrupa’yı titreten bir bildirge olarak tarihe geçti. Marks ile olan yol arkadaşlığı döneminde Marks’ın yazdığı Das Kapital için araştırmalar yaparak kolektif bir eserin ortaya çıkmasında büyük katkısı oldu. Marks’ın ölümünden sonra da henüz tamamlanmamış ve yayınlanmamış olan bu eserin ikinci ve üçüncü ciltlerini tamamlayarak yayınladı. 

Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” isimli eseri ile tarih ile ilgili felsefe yapmanın önemini vurgulamış oldu. Bu eserinde ve diğer makalelerinde evlilik kurumunun “kadınlar üzerinde baskı kurmak amacıyla erkeklerin attığı tek taraflı yalan” olduğunu ifade etti. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini, kapitalist düzede burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğine benzetti. Engels, bu söylemleri nedeniyle feminizmin kuramsal anlamdaki kurucusu olarak kabul edilmektedir.

Engels, bir yandan kendi yazdıklarıyla önemli tarihsel ve felsefi eserler üretirken, Marks ile birlikte önemli eserlere imza atarken, bir aktivist olarak mücadelenin her alanında yer alırken, bir yandan da Karl Marks’a maddi olarak da büyük destek oldu.

Eserleri:

  • Komünizmin İlkeleri
  • Hakiki Sosyalistler
  • Doğanın Diyalektiği
  • Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni
  • Otorite Üzerine
  • Antidühring
  • Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm
  • Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu
  • Tarihte Zorun Rolü
  • Köylüler Savaşı
  • Almanya’da Devrim ve Karşıdevrim
  • 1844 Yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları
  • Konut Sorunu
  • Büro ile Barikat Arasında

Marks’la birlikte kaleme aldıkları eserlerin bazıları da yukarıda Marks ile ilgili bölümde yer almaktadır. 

Patates kıtlığının neden olduğu 1848 devrimleri

İlk olarak İtalya’dan ateşlenen ve tüm Avrupa’ya yayılan 1848 devrimlerine neden olan etmenler Avrupa’da yaşanan büyük boyutlardaki açlık, göçler, krallıklara karşı duyulan öfke ve huzursuzluktu. Avrupa’daki patates kıtlığı da farklı ülkelerdeki ve farklı dünya görüşlerinde olan halkları aynı mücadele etrafında birleştirmekte etkili oldu.

1848 devrimi Almanya

Halkların Baharı” diye de adlandırılan 1848 devrimlerinin demokrasi taleplerinin öne çıktığı liberal bir ayaklanma olduğunu söylemek yanlış olmaz. Burjuvazinin, işçi sınıfının, orta katmanların, reformistlerin oluşturduğu mücadele birlikleri, mutlak monarşinin kaldırılması, yönetime katılım yani demokrasi talepleriyle başladı. Milliyetçi bir bakışla krallıklar yerine ulus devletlerin kurulması istemiyle gelişip büyüdü. Ancak Sanayi Devriminin ardından kapitalizmin vahşi bir şekilde işçi sınıfının üzerindeki baskıyı artırmasıyla birlikte zaman zaman sınıf çatışmalarına da dönüştü. Bu dönüşümde Marks ile Engels’in birlikte kaleme aldıkları Komünist Manifesto’nun büyük etkisi oldu.

Burjuvazi, ilk başlarda bu ayaklanmalara sempati ile bakar ve hatta destek verirken Berlin, Paris ve Viyana’da işçilerin, öğrencilerin ve zanaatkarların barikatlar kurarak sokak savaşlarını başlatmasıyla desteklerini hızla geri çektiler. 

Ocak 1848 tarihinde başlayıp, Ekim 1849’da sönümlenen bu hareket tamamen kendiliğinden başlayıp gelişen, mücadele eden halk yığınları arasında koordinasyonun olmadığı, örgütsüz bir “Halk hareketi”ydi. Buna rağmen Danimarka’da mutlak monarşinin kaldırılmasında, Hollanda’da temsili demokrasinin getirilmesinde, Avusturya ve Macaristan’da serflik düzeninin sona ermesinde, İtalya, Almanya ve Fransa’da önemli düzen değişikliklerinin yaşanmasında etkili oldu.

19’ncu yüzyılda felsefenin merkezi Almanya oldu!

Leibniz, Kant, Fichte, Schelling, Hegel ile başlayan Alman filozoflarının düşün dünyasında öne çıkma süreçleri 19’ncu yüzyılda artarak devam etti. Felsefi metinlerin Almanca olarak yazılıp basılması bu sürecin yaşanmasındaki önemli etmenlerden biriydi. Hegel’in öğretisinden yola çıkarak kendilerine özgü eserler verip dünyayı yorumlayan Feuerbach, Marks ve Engels gibi isimlerin yanı sıra Schopenhauer, Nietzsche, Husserl ve Danimarkalı Kierkegaard felsefede o günlere dek yapılan tartışmaları yeni boyutlara taşıyarak çok gelişmemiş olan felsefi ekollerin gelişip zenginleşmesini sağladılar.

Arthur Schopenhauer (1788, 1860):

Tıp eğitimi alırken bundan vaz geçerek felesef eğitimi alan ve Jena Üniversitesi’de felsefe doktorasını veren Schopenhauer, dünyanın anlaşılması mümkün olmayan, akılla açıklanamayacak prensipler üzerine kurulu olduğunu düşündü ve eserlerinde bu düşüncelerini kaleme aldı. Yaşamının önemli bir bölümünde köpeği ile nehir boyunca yürüyüşler yaparak zamanını geçiren sıradan bir insan olmayı tercih etti.

Schopenhauer

Bir müddet sonra Platon ve Kant’tan etkiliendiği belli olan ve bir kısmı Hegel’in felsefesini eleştiren eserlerini yazmaya başladı. Felsefesinin temel kavramı “irade-istenç” oldu. Ona göre istenç, akıldan ve bilinçten yoksun olarak insanları şekillendirmekteydi. İnsanı geçici tatminlerle oyalayan iradesi nedeniyle insan, yorgunluk ve isteksizlikle, iyileştirilemez yaralarla karşı karşıya kalıyordu. Bu nedenle aklı yani rasyonalizmi iradenin karşısına koydu. O aslında akılla birlikte yürütülen iradeye değil, kontrol altına alınamayan iradeye, akıldan kopuk, iradesizliğe karşıydı. Schopenhauer’in insan ilişkilerine bakışı da “Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.” cümlesiyle özetlenebilir.

Doğu felsefelerinden etkilenmiş olmakla birlikte onun acılarla baş etmek için önerdiği, Budizm’de ve Hinduizm’de olduğu gibi dünya nimetlerinden elini çekerek bir keşiş gibi yaşamak olmadı. O, acılarımızı en aza indirecek bir yaşam biçimini önermekteydi.

Schopenhauer, Nietzsche başta olmak üzere çok sayıda filozofu derinden etkiledi. Faust adlı eserin yazarı Goethe de ondan etkilenen ve etkileri eserlerinde görülen yazardır.

Eserleri:

Üretken bir düşünür olan Schopenhauer’in çok sayıdaki eserinden Türkçeye çevrilenlerinden bazıları şunlardır:

  • Aşkın Metafiziği
  • İstenç ve Tasarım Olarak Dünya
  • Parerga ile Paralipomena
  • Ruh Görme Üzerine
  • Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
  • Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
  • Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine
  • Aşka ve Kadınlara Dair, Aşkın Metafiziği
  • Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine, 

Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844 – 1900):

Tüm yerleşik düşünce kalıplarını kıran fikir ve üsluba sahip olan Nietzsche’yi kısa bir tanımlamayla anlamak neredeyse imkansızdır. İlk eserlerini vermeye başladığında ve hatta ölümünden sonra bile felsefede hangi ekolün içinde yer aldığı tartışıldı. Bugün artık “Yaşam felsefesi” ekolünün kurucu isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Nietzsche

Prusya (Almanya) vatandaşlığından çıkarak “Vatansız” kalmayı tercih ederek daha çok İsviçre’de yaşadı. Uzun yıllar süren ve onu yatağa bağlayan hastalığı boyunca ona annesi ve kız kardeşi baktı.

Gençlik yıllarında Schopenhauer’den etkilenen Nietzsche, çalışmalarında ahlak, din, bilim ve sanat konuları üzerinde durdu. Düşüncelerini ifade ederken genellikle aforizmaları kullandı. Hıristiyan ahlakını ve Platoncu metafiziği şiddetle eleştirdi. Post modern felsefi yaklaşımların öncüsü olan düşünür, “üst insan”, “güç istenci”, “Tanrı öldü” ve Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinin ana sorunu olan “bengi dönüş” kavramlarını felsefeye sundu. Bu kavramlar, günümüzde de süren büyük tartışmalara yol açtı. Bu kavramların Hitler’in nasyonal sosyalist politikalarının temelini oluşturduğu iddiaları da bu tartışmaların en önemli noktasını teşkil etti.

Ölümüne dek kendisine bakan kız kardeşi, Alman milliyetçisi Förster ile evliydi. Kardeşi, Nietzsche’nin yayınlanmamış yazılarını kocasının ideolojisine uygun olarak yeniden düzenledi. Nietzsche, antisemitizme ve milliyetçiliğe karşı çıkan biri olmasına rağmen bu görüşleriyle çelişen yazılarının yayınlanmasını kız kardeşi sağladı.

Eserleri:

Frengi nedeniyle ömrünün son 10 yılını zihni melekelerini yitirmiş şekilde geçiren Nietzsche, kısa sürede onlarca esere imza atmayı başardı. Eserlerinden bazıları:

  • Zamansız Düşünceler
  • Şen Bilim
  • Böyle Buyurdu Zerdüşt
  • İyinin ve Kötünün Ötesinde
  • Ahlâkın Soykütüğü Üzerine
  • Wagner Olayı
  • Putların Alacakaranlığı
  • Ecce Homo
  • Nietzsche Wagner’e Karşı
  • Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır.
  • Soren Aabye Kierkegaard (1813 – 1855):

Danimarkalı filozof ve teolog olan Kierkegaard, Hristiyanlığın yozlaşmış olduğunu ileri sürerek tamamen yenilenmesi gerekti fikrini savundu. Tanrıyı araştırıp konuşmak yerine felsefesinde bireyi merkeze aldı.

Kierkegaard

Varoluşçu ekolün öncülerinden sayılan Kierkegaard, Nietzsche gibi bağımsız ve düzeni reddeden bir filozoftu. Umutsuzluk, ironi ve kaygı onun ilgi alanındaki konular oldu.

Eserleri:

  • Ya ya da
  • Korku ve Titreme
  • Kahkaha
  • Benden yana
  • Bir Parça Felsefe

Edmund Gustav Albrecht Husserl (1859 –1938)

Husserl, günümüzde “kişiye özgü deneyimleri objektif olarak araştırmayı amaçlayan felsefi çalışma olarak” tanımlanan fenemolojinin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Mantıkta tarihselcilik türünden eleştirel çalışmalar yaptıktan sonra transandantal bilincin, tüm olası bilginin sınırlarını belirlediğini savundu. Fenomenolojiyi transandantal – idealist bir felsefe olarak yeniden tanımladı. Husserl düşüncesiyle günümüz felsefesini derinden etkiledi.

Leipzig üniversitesinde matematik, fizik ve asronomi öğrenimi görürken derslerini izlediği modern psikolojinin kurucularından olan Wund’tan etkilendi ve fenomenolojisinde bu etki kendini gösterdi.  

Eserleri:

Türkiye’de basılmış eserleri:

  • Fenomenoloji Üzerine Beş Ders,
  • Kesin Bilim Olarak Felsefe,
  • Avrupa İnsanlığının Krizi ve Felsefe.

Yorum, görüş ve önerileriniz