BEN BU DÜNYADA BAMBAŞKA BİR HAYAT YAŞAYABİLİRDİM… – ARİF TECAHÜL

Muhterem okurlarım,

Üzerinize afiyet, bir müddettir pek düçar vaziyetteyim. Memleketin hali bendenizi de bir çoklarınızla hem-hal etti. Mütekaitlerin dertleriyle alakalı makalelerimize de ara vermek mecburiyeti hasıl oldu. Her hafta nümayişler yapan, avaz avaz “sadaka değil, hakkımızı isteriz” diye çığıran mütekait kardeşlerime de “Fethiye’deyiz” mecmuamızın zatıma lütfedilen köşesinden hokkamın mürekkebinden müsebbip destek veremedim. Mamafih, sıhhatim de pek vücuden destek vermeye de müsait değildi, affola…

Ahir ömrümde bir nefes saadet göreyim isterim. Heyhat! Güzide memleketimin her köşesinden feryatlar yükselirken, bize saadet ne mümkün?

Düşünüyorum da bu saadet fukaralığının müsebbibi bir başıma ben değilim. İradem dışındaki amil sebepler olmasaydı, bu dünyada bambaşka bir hayat yasayabilirdim. Fevkalade güzel yerlerde geçti ömrüm. Büyük şehirlerde, küçük kasabalarda yaşadım. Çocukluğumda ve ilk gençliğimde dağı, taşı, gölü, ormanı, ırmağı, denizi, havayı, suyu henüz el değmemiş ve ranta teslim edilmemişken bütün tabiiliğiyle gördüm, bu sebepten bahtiyarım.

Daha ilk mektepte nasıl faziletli bir insan olacağımızı, tabiat anaya nasıl hürmet edeceğimizi, onu nasıl müdafaa edeceğimizi, ormanı suyu, havayı mukaddes kılarak öğrenmiştik. Bir gün bu kıymetlerin “birilerinin cebine çok para girsin diye” tarumar edileceği hiç aklıma gelir miydi? Hepimizin büyüyünce faziletli – adil insanlar olacağını, memleketçe bu kıymetlerimizi ilanihaye koruyup, kollayacağımızı hayal ediyordum.

O zamanlar sanayide ve tarımda üretimin olabildiğince sürdüğü, reel ekonomi unsurlarının ve milli sermayenin kendince kuvvetlenmeye başladığı yıllardı. Canım memleketim, uygulanan siyasi kararların neticesinde zamanla reel ekonomi unsurlarından ve üretimden vazgeçerek rant ekonomisinin girdabına kapıldı. Ne adalet ne de güvenli, mutlu ve huzurlu bir hayat kaldı geriye. Buğday yetiştirip diğer memleketlere satarken, onlardan alır olduk. Sanayi ürünlerimiz ya çağdışı ve pahalı kaldı ya da kifayetsiz. Okullarda gururla kutladığımız “yerli malları haftası” nın da bir manası ve kıymeti kalmadı. Artık her şeyi hariçten temin eder olduk. Devletin ekonomisi üretime dayalı olmayınca, halka ait ne varsa satıp, savmaya başladılar. Ormanlar, kıyılar, nehirler, tarım alanları türlü bahanelerle halktan kopartıldı. Birilerinin menfaati ve para kazanması için tabii özellikleri değiştirildi, her yer betonla kaplandı. Oraların bu halkın hayat hakkı olduğunu hiçe saydılar. Üretimsizliğin getirdiği ekonomik yükten böyle kurtulmaya çalıştılar. Nasıl olsa ormanımız, sahilimiz, ırmağımız, dağımız, ovamız boldu. Yerli – yabancı gözetmeden sattılar satabildikleri kadar, hala da satmaya devam ediyorlar…

Çocukluğumda 60, ilk gençliğim ve akabinde önce 68 sonra 78 kuşağının başına gelenleri idrak ettim, münhasıran izledim ve yaşadım. O zamanlar hürriyet, istiklal ve adalet için mücadele edenlerin yarattığı umutla, ekonomik – sosyal ve siyasal hakların kazanılacağını düşünüyor, kafamda adaletli, mutlu ve huzurlu bir hayat ve memleket resmi çiziyordum. Bu hayal, çocukluğumdan gelen hasletin aksisedasıydı. Olmadı, hayallerim gerçekleşmedi. Hayallerimdeki dünyada yaşayamadım.

Gençliğimde, üniversite yıllarımda tatlı hayallerden ayılıverdim. Benim hayalimdeki hayatı yaşayabilmem için o veciz sözün hakikatini tecrübe etmek gerekiyordu: “ekonomik güç kimdeyse, siyasi güç ondadır!”. Ekonomik gücün sermayenin hakimiyetinden üretenlerin hakimiyetine el değiştirmesi için mevcut düzenden başka bir düzene geçmek gerekiyordu. Bu düzen değişikliğinin en mühim hususiyeti bir cümlenin muhteviyatındaydı; “her ne yapılmak isteniyorsa, kişilerin, zümrelerin menfaati için değil, halkın menfaati için yapılmalıdır!”

Yıllardır memleketin bütün tabiat kıymetleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, havası, suyu, nesi varsa bedel karşılığı sermayenin emrine tahsis edildi. Halk kıyılara ulaşamaz, tarlasını ırmaklardan gelen suyla sulayamaz oldu. Ormanlar yakılıp, tatil köylerine, çimento fabrikalarına, krom madenlerine çevrildi. Gelecek nesillere, tabii bir hayata dair bir şey kalmadı.

Artık kuşlar da gelmez oldular.

Sözün özü: Çözümü üretimde değil tüketimde gören zihniyet, bu güzelim memleketi tüketti…

Kendimi bildim bileli tabiat ananın halka sunduğu kıymetleri ve hukuk devletinin, demokrasinin kâğıt üzerinde sunduğu kıymetleri ve hakları korumak için verilen bitmez tükenmez mücadelenin içinde, bir köşesindeyim. Mücadelenin bir tarafında bu haklara, kıymetlere gözünü para bürümüş şekilde saldıran rant çevreleri ve onlara bu hakkı tanıyanlar, diğer tarafında ise emeklisiyle, emekçisiyle, işsiziyle bu memleketin mazlum ve giderek yoksullaşan insanları var. Bu bitmeyen mücadele hayattan tat almaya mâni oluyor. Toplumu kültürel değerlerinden uzaklaştırıp, farklı bir kültürün tesiri altında bırakıyor. Öyle ki, bir ağızdan türküler bile söyleyemez olduk artık…

Ben bu dünyada bambaşka bir hayat yaşayabilirdim.

Eğer bugüne kadar her yapılan belirli bir kişi ve zümrenin menfaati için değil, halkın menfaati için yapılmış olsaydı…

Yorum, görüş ve önerileriniz