ZEYTİN ZAMANIZEYTİN VE LİKYA / GÖKHAN KORKMAZGİL

Kapak fotoğrafı: © Faruk Akbaş

© Gökhan Korkmazgil

Zeytin ağacı Likya’nın yerlisidir, kökü bu topraklarda durur, soyu binyıllar evveline uzanır. Kadim ağaç zeytin Anadolu’da ezelden beridir vardı, eski uygarlıkların insanları tepeliklerde zeytin toplardı. Bundan beş bin yıl önce bu coğrafyada zeytin yetiştirildiği bilinir, bu da Anadolu’da Tunç Çağı’na denk gelir. Orta ve Geç Tunç çağlarında Suriye, Lübnan, Filistin, Kıbrıs ve Girit’in yanı sıra Anadolu’da zeytinyağı üretimi yaygınlaşmıştır. Yani bahsedilen, Anadolu’nun en eski halkı, Likyalıların öncülü Luvilerin zamanıdır. Anadolu’nun orta kesimlerinde kurulmuş Hitit uygarlığı ve Yunan anakarasında yer alan Miken uygarlığı arasında kalan bölgede, farklı lehçelerle de olsa ortak bir dili kullanan insanların yaşadığı bu coğrafya, Luvilerin yurdudur.

Luviler Anadolu’nun güneyinde ve batısında binlerce yerleşim kurdu, zaman ilerleyince en güneybatıdakiler önce Lukkalara, sonra Likyalılara döndü. Likyalılar da kendilerinden önceki Lukkalar ve daha önceki Luviler gibi zeytine değer verdi, kutsal bildi. Kome denen köy yerleşimlerinin çevresindeki işliklerde zeytinyağı elde etti. Zeytinler ağaçtan toplanıp, temizlenip yumuşatılıp, tahta sandaletli ayaklarla ezilirdi. Küçük dövme araçları, tokmaklar, basit zeytin değirmenleriyle parçalanırdı. Ortaya çıkan zeytin hamuru kollu, taş ağırlıklı preslerle ezilip sıkılır, yağı çıkarılırdı. Çıkan yağı süzüp dinlendirir, yere gömülü büyük pişmiş toprak küplerde biriktirirlerdi. Yağ şahane amforalara doldurulur, ağzı kapatılıp keçi derisinden sicimlerle sıkıca bağlanır, mühürlenirdi, karum denilen ticaret merkezlerine gönderilirdi.

© Gökhan Korkmazgil

Likyalıların limanları, haliyle, üretim yapılan yerleşimlere yakın kurulmuştu. Tarımsal üretimin yapıldığı, su kaynaklarının bol bulunduğu vadilerde kurulan bir ana kent, yakın kıyıda doğal korunaklı bir liman, yukarı kentle bağlantı kurulmasını sağlayan bir akarsu, Likya kentlerinin pek çoğunun planını genel hatlarıyla tanımlardı. Verimli vadilerindeki üretimle, mükemmel kapalı körfezinde deniz ticaretinin bağlantılı yürütüldüğü Telmessos ve liman alanı böyleydi. Sanat tarihçisi Lale Yılmaz “Akdeniz Ticaretinde Likya Bölgesinin Konumu” adlı çalışmasında şöyle yazıyor: “Likya’nın batısındaki Telmessos kenti, çevresindeki Köyceğiz Havzası (Kaunos), Dalaman Çayı’nın (Indos) aşağı havzası, Üzümlü (Kadyanda) havzası, Eşen Çayı’nın (Ksanthos) yukarı havzası (Sazak Ovası ve çevresi) ile orta havzası (Kabaağaç Ovası ve çevresi) gibi alanların merkezindeydi. Buralarda yetiştirilen başta tahıl, yüksek sahalardaki karaçam, sedir, ardıç ve servi ağaçlarından sağlanan kereste, lagünlerden elde edilen tuz, deri ve yünlü dokumalar, bal ve balmumu, zeytinyağı, şarap gibi çeşitli ürünlerin ticaretinin yapıldığı önemli bir limana sahipti.” Myra kenti ve limanı Andriake, Ksanthos ve limanı Patara, Limyra ve limanı Phoenicus aynı üretim – ticaret bağlantısını yansıtırdı. Eski Çağ gemileri Akdeniz ticaret rotalarında hiç durmadan dolanırdı. İçi zeytinyağı dolu amforalar Likya rıhtımlarında dizi dizi sıralanırdı.

© Gökhan Korkmazgil

Dodurga’nın eski köy meydanında bir çınar var; eski zamanlardan kalmış, dallarını meydanın üstüne salmış. Çınarın altında bir tahta sıra buluyorum, gidip ucuna oturuyorum. Ne bir ayak sesi, ne bir insan nefesi, ortalıkta kimsecikler yok. Köyde gençlere iş yok, şehirde yaşlılara yer yok. Dodurga neredeyse terk edilmiş, yarı unutulmuş, yapayalnız bir köy olmuş. Köyde yaşlılarla, daha yaşlı evler ve hepsinden daha eski zeytin ağaçları kalmış.

Burası aynı zamanda Sidyma, Likya Birliği’nin kurucu kentlerinden birisi. Çevrenize bakın; ayırt edemezsiniz, Dodurga neresi, Sidyma neresi? İnternete sorarsanız Sidyma, Dodurga Köyü’nün sınırları içinde kalır. Aslına bakarsanız Dodurga, Sidyma’nın üstüne kurulmuştur. Köy evleri ağaçların arasında, eski kent evlerin altında. Antik zaman yapılarının taşları köy evlerine temel olmuş, avlu duvarlarında yer bulmuş. Sonra hep beraber eskimeye devam etmiş, Sidyma mı daha yıkıntı, Dodurga Köyü mü, artık belirsiz hale gelmiş.

© Gökhan Korkmazgil

Mutlak sessizliği hafif tıkırtılar örseliyor, meraklanıp bakıyorum, sesleri dinliyorum. Yıkıntıların arasında yetişmiş büyük meşe ağacının dallarında bir sincap seğirtiyor. Meşe olan yerde sincap olur, sincap kadar ürkek canlı zor bulunur. Onu kendi haline bırakıyorum, sakinleşsin, palamut peşinde dolaşsın. Derken, eksikliğini hissettiğim ayak sesleri, sıklaşmış insan nefesleri duyuluyor. Tepeden, çalıların arasından, toprak keçi yolundan bir grup genç görünüyor. Likya Yolu’nda, Alınca – Sidyma – Bel etabını yürüyorlar. Gelip selam veriyorlar, meydandaki kurumuş eski su kuyusunun yanında toplanıyorlar. İçlerinden biri rehber olmalı, Likya’yı anlatıyor. Sonra meydandaki zeytin taşını fark ediyorlar.

En eski zeytinyağı amforası milattan önce 3500’lü yıllara tarihlenirmiş. Tasarlanmış bir mekanizma yolu ile yağ etmenin dört bin beş yüz yıl önce gerçekleştiğine dair arkeolojik bulgular varmış. İnsanların başlangıçta kendi ihtiyaçlarına yetecek kadar yağı ürettikleri, bu nedenle yağ işliklerinin her evde kurulu bulunduğu ve her aile tarafından üretim yapılabildiği bilinirmiş. Sadece ezme ve havan düzeneği olan küçük ölçekli, evsel üretimlerin yapıldığı yerler olduğu gibi büyük işlikler de bulunurmuş.

© Gökhan Korkmazgil

Dodurga’da her evin avlusunda bir zeytin taşı var. Kayadan oyulmuş bir ezme teknesi, teknenin ortasına sabitlenmiş bir direk ve direğe bağlı olan silindirik bir değirmen taşından ibaret basit düzenek, ailenin zeytinyağı ihtiyacını karşılarmış. Zeytin taşının direği zamana direnememiş, değirmen taşı kim bilir nereye gitmiş, geriye sadece teknesi kalmış. Görünen o ki zeytinyağı üretimi Likyalılardan beri hiç değişmemiş.

Gençler bana soruyorlar, “bu zeytin tekneleri Likyalılardan mı kalmış?” diyorlar. “Hayır, Likyalılardan kalmadı, bizzat Dodurgalılar Likyalılardan kaldı” diyorum. Anlamamış gözlerle bakıyorlar, sanırım içlerinden, “köyün delisine denk geldik” diyorlar.

© Gökhan Korkmazgil

Sidyma’da hiç kazı yapılmadı, o yüzden ortalıkta bir yazıt aramayın, olup biteni, gelip geçeni anlamak için aklınızı ve hayal gücünüzü kullanın. Her şeyi hemen anlamak kolay değil, ben sincabı nasıl bıraktıysam, siz de beni kendi halime bırakın.

İnsanlar doğar, yaşar ve ölür, uygarlıklar kurulur, bir zaman var olur ve yıkılır, zeytin ağacı hep baki kalır. İncir, üzüm ve nar, ardıç, çam ve köknar, hepsi ayrı ayrıdır, zeytin ise düpedüz bayrıdır. Bayrı, kadim demektir, tam da zeytini bilmektir.

Yorum, görüş ve önerileriniz