TURİZM TIKIRINDA (MI?) – NACİ DİNÇER

Fethiye’nin iki yüz bin dolayındaki resmi nüfusunun ve bir o kadar gayrı resmi nüfusunun büyük bölümünün ekonomik gelirleri turizm sektörü ve ondan beslenen diğer sektörlerden sağlanıyor.  Turizm gelirlerini salt ulaşım, konaklama, alışveriş, yeme-içme ve acentelerin tur gelirlerine endekslemeye çalışanların hesapları her zaman yanılıyor. Turizm ekonomisini bir ilişkiler yumağının sonucunda oluşan gelir ve giderler olarak tanımlamak ve yorumlarken de bu bütünsellik içinde davranmak gerekiyor. Yeter ki diyalektik düşünelim.

Turizm ile ilişki halindeki 30’dan fazla sektör bu ekonomik yapıya can veriyorlar. Turizm olmasa, Fethiye merkezinde ve konaklama tesislerinin yoğun olduğu alanlarda bu kadar markete, mağazaya, inşaat şirketine, mimarlık bürosuna, emlak bürosuna, restorana, bara, taşıma şirketine, gıda toptancısına, yabancı dil kursuna ve hatta yazın sayıları artan Ölüdeniz – Çalış dolmuşuna ihtiyaç mı var? Eğer Fethiye bir turizm kenti olmasaydı, diğer ülkelerden binlerce yabancı ve yurdun çeşitli illerinden binlerce yerli insanımız buraya gelip yerleşir miydi? Kentte sadece onların zevkine – kültürüne hitap edecek işletmeler açılır mıydı?

Fethiye halkının ekonomik olarak güçlenmesinin, gelişmesinin umudu tartışmasız turizmdir.

Turizm sektörünün öz gücüne dayanmaması halinde ayakta durması mümkün değil. Yaşadığımız ekonomik kriz nedeniyle; ülke nüfusunun %80’inin “turist” sıfatı ile tatil yapabilme şansı yok! 15.000 TL aylık alan emeklilerin ve 22.000 TL aylık alan asgari ücretlilerin nasıl bir yaşama mahkûm edildiklerini ve bu şartlarda nelerden mahrum kalacakları açıkça ortada. Günün gerçeği şu ki “yerli turist” kavramının ülkenin en fazla %20’lik “tatlı gelir sahibi” nüfusunu kast ettiği düşünülebilir. Turist olabilme şansına sahip olanların önemli bölümünün, tatillerini yurt dışında geçirmeyi tercih ettiklerini geçtiğimiz yaz Yunanistan’ın adalarındaki Türk turist yoğunluğundan biliyoruz. Bu yıl da farklı bir şey olmayacaktır. Uzun lafın kısası; yerli turistin bu sezon bölgemizi ihya edebilmesini zayıf bir olasılık olarak değerlendiriyorum.

Gelelim önümüzdeki süreçte dış pazarlardan ülkemize ve bölgemize yönelik turist hareketine:

Uzak doğu ve Çin pazarında pandemi öncesinde yaşanan yoğun ilgiyi özleyeceğimizi, halen tur operatörlerinin küçülttüğü ama verimlilik hesabı yaptıkları operasyonlardan anlayabiliyorum. Bölgemizde özellikle yamaç paraşütü etkinliğinin müdavimi durumundaki uzak doğulular, konaklama seçimleri ve diğer tüketimleri ile turizm ekonomimize göreceli olarak daha iyi katkı sağlıyorlar. Avrupa pazarlarındaki fuarlar sonrasında yine umutları yeşerten görüşlerle karşılaştık. Umarım büyük hayal kırıklığı ile karşılaşılmaz. Çünkü bir süredir kırılganlığı ile diğerlerinin önüne geçen turizm sektörünü olumsuz etkileyecek bir süreç yaşıyoruz.

Ülkemizde Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve üniversite diplomasının iptal edilmesiyle tetiklenen siyasal gerginlik ve bunun Avrupa ülkelerinde bulduğu tepki, ülkemizde turizmi olumsuz etkileyecektir. İstanbul’daki mitingler sırasında, bazı ülkelerin vatandaşlarına yapacakları turistik geziler için uyarılarda bulunmaları bunun bir kanıtıdır. Turizm pazarlarında bir destinasyon için ilk sorulan soru: güvenli olup olmadıklarıdır.  Gençlerin ve giderek yoksullaştırılan her yaştan insanların sokaklarda ve meydanlarda  “hak – hukuk – adalet” diye mevcut sistemi eleştirdikleri bir ülkenin “turistler için güvenli” olduğunu düşüneceklerini mi sanıyoruz?

Yıllardır dünya turizminde “ucuz ülke” olarak pazarlanan ülkemizde yıllardır uygulanan ekonomik politikaların ve döviz üzerindeki baskının sonucu “pahalı ülke” moduna geçtik. İlk somut gösterge, marina fiyatlarını pahalı bulan yatların Yunanistan’a gitmeleridir. Diğeri ise örneğin Fethiye’de yükselen maliyetleri karşı koyamayan orta ve küçük kapasiteli otellerin fiyatlarının, tatil köyleri ile her şey dahil sistemindeki dört – beş yıldızlı otellerin fiyat politikaları ile cazibelerini yitirmeleridir. Geçmişte Türkiye’yi ucuz olduğu için tercih eden düşük gelirli Avrupalı turistler için önümüzdeki sezonda rotanın başka destinasyonlar olması kaçınılmazdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde eş zamanlı olarak yaşanan ekonomik krizler de bir başka olumsuz etkendir.

Çevre ve kültür değerlerinin metalaştırılarak rant elde etmek amacıyla belirli çevrelerin kullanımına sunulması da bir başka olumsuz etken olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bu rant işgalleri engellenemezse, dışardan gelecek turistlerin Fethiye halkıyla aynı plajda güneşlenip, denize girmeleri hayal olacak. İzole bir tatil geçirmek isteyen turistler için bu fırsat “her şey dahil” sistemiyle çalışan tesislerde mevcut. Ama bir başka ülkeye gidip, kamusal alanlarda bile yerli halktan izole olmayı hiçbir turistin isteyeceğini sanmam. Niye başka ülkelere tatil amaçlı gideriz? O ülkenin tarihini, doğasını ve kültürünü tanımak için değil mi? Yaşadığı kentin doğal güzelliklerine özgürce ve ücretsiz olarak erişimi engellenen Fethiyelilerin sorununu çözmek yerine, kıyıları, adaları, koyları ranta teslim ederek turizmi güçlendirmek mümkün mü?

Geçtiğimiz yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla Fethiye Körfezi ve Göcek koylarının taşıma kapasitesi 1.100 yat olarak saptanmışken, üzerine 860 adet mapa – şamandıra ve karada sayısız iskele / “marinacık” inşasına “koruma projesi” adı altında izin vererek mi turizm güçlenecek? Bu gidişle erişimi mümkün olmayacak kıyılardan denizin mavisini bile görmek mümkün olamayacak. Turistler bunun için mi Fethiye’ye gelecekler?

Turistleri bu ülkeden ve bölgeden kaçırtacak olan betonlaşmanın ve diğer olumsuz uygulamaların, turizm sektörüyle ilişkili kaç sektörde, kaç işletmeyi ve ne kadar işgücünü yok olmaya mahkûm edeceğini hayal edebiliyor musunuz? Halkın yararına olmayan, sadece çıkar çevrelerinin cebini doldurmaya yarayan ve “göstermelik” istihdam sağladığı iddia edilen rant işgallerinin de yukarıda belirttiğim “güvenli ülke” imajına verdiği olumsuz katkıyı düşünmek gerekiyor. Yalnızca siyasal gerilimler değil, doğal ve kültürel varlıkların hoyratça ticari metaya dönüştürülmeleri ve yok edilmeleri de turizmin alt yapısının yok edilmesi anlamına gelecektir.

Çok değerimizi kaybettik. Gelecek kuşaklara neredeyse doğal / dokunulmamış bir kıyı – köşe ve yozlaştırılmamış bir kültürel miras bırakmadan göçüp gideceğiz. Buna sebep olanların da kazanamayacakları bilinmelidir. Çünkü, para hırsıyla zarar verdikleri doğal ve kültürel varlıkları gezip görmek isteyen kimse kalmayacak.

40 yıl turizmle uğraştım, durdum. Kendisini bir otel odasına hapsetmek için başka bir ülkede – şehirde tatil planı yapan birini görmedim. Tatilinde tarih – doğa – kültür üçgeninde dinlenmek, bilgilenerek merakını gidermek ve yeni deneyimler edinmek için planlar yapılır. Bir otel odası, rahat bir ulaşım ve kaliteli yiyecek ve içecekler ise bu planı gerçekleştirmek için araç olarak kullanılır.

Amacı ortadan kaldırdıktan sonra araçların pek önemi kalmıyor. Yani; doğayı, tarihi, kültürü yok ettikten sonra istediğiniz kadar büyük oteller yapın, marinalar inşa edin, turist bulmak mümkün olmayacak…

Yorum, görüş ve önerileriniz