RADYO GÜNLERİ – MİKROFONDA TİYATRO / MÜSTEAR EFSUNOĞLU

Çocukluğumdaki radyo günlerini özlüyorum.

Birkaç kanaldan yayın yapan Türkiye Radyolarının yayınlara gösterdikleri özen, dinleyiciye gösterdikleri saygı, Türkçe dilinin kullanımındaki kurallar, spikerlerin ses tonları ve ifadelerdeki vurguları ve de en önemlisi eğitimden sanata, üretimden eğlenceye hemen her konuda yetkin uzmanların destekleriyle hazırlanan programların belirli bir döneme kadar koşulsuz bir güven duygusuyla yaşamımıza katkı verdiğini düşünüyorum.

Örneğin; eğer radyo başındaysam “tarım saati” ve “ köy saati” programlarını bile dikkatle dinler, Üniversitelerde görev yapan Ziraat Profesörlerinin tarımsal üretimin incelikleri hakkındaki düşüncelerini ve üreticilere tavsiyelerini kafamda oluşan hayallerle anlamaya çalışırdım. Memur ailesinin çocuğuyum, tarımdan hiç anlamazdım ama radyo bana tarımı ve tarımsal üretimin keyfini yaşatırdı.

Radyo günlerimin en unutulmaz anıları arasında tiyatro yayınları var.

Ailece tiyatro sevdalısıydık. Babam Devlet Tiyatrolarının yeni sahnelenecek oyunların programını öğrenir, mesai çıkışında uygun günler için biletlerimiz alıp, eve öyle gelirdi. Bazen de bu görevi (işin içinde bilet kuyruğunda beklemek de var!) ablama ya da abime tebliğ ederdi. Günü geldiğinde bir EGO (erken gelen oturur) otobüsü ile artık Büyük Sahne mi yoksa Küçük Sahne mi olur, oyun hangisinde ise o salona gidip yerlerimizi alırdık. Yılda birkaç kez yaşadığımız bu ritüelin dışında, uzun zaman radyoda yayınlanan tiyatro programları ile de tiyatro keyfini yaşadık.

Pazartesi günleri ajans bittikten sonra hep birlikte “Mikrofonda Tiyatro”, perşembe akşamları da “Radyo Tiyatrosu”nu ailece sessizliğe bürünerek dinlerdik. Diğer akşamlar ajans haberlerinden sonra babamın radyo ile ilgisi kesilirdi. Biz üç kardeş için bu keyfi yaşayabilmenin koşulu: derslerimize çalışmak ve ödevlerimizi tamamlamış olmaktı…

Mikrofonda Tiyatro ve Radyo Tiyatrosu, dönemin usta tiyatrocularının radyo için yazılmış mini tiyatro oyunlarını seslendirdiği programlardı. Özellikle Mikrofonda Tiyatro yayına başlarken programın isminin ve seslendiren sanatçılarla teknik ekibin tanıtıldığı; o davudi sesle yapılan anonstan çok etkilenirdim. Ezberlemiştim; sanatçıların isimlerinden sonra “Rejisör: Mahir Canova, efekt: Ertuğrul İmer ya da Korkmaz Çakar” anonsunu ise özellikle beklerdim.

Çocuktum. Rejisörün ve efektin ne olduğunu bilemiyordum. Mahir Canova’yı, Ertuğrul İmer’i ve Korkmaz Çakar’ı kafamda kocaman, sert bakışlı, asık suratlı ve otoriter adamlar olarak hayal ediyordum. Radyo Tiyatrosunun onlar olmadan olamayacağından adım gibi emindim. Hayal dünyamın can suyu olan o sesleri, yaşama dair özelliklerini bire bir yansıtarak, onlar çıkartıyorlardı. Bir kapının çalınışını, rüzgârın şiddetini, atların nal seslerini, patlayan bir silahın gürültüsünü yaşarcasına hissederdim.   

Bu iki radyo programının dışında, “Arkası Yarın” isimli bir sesli tiyatro oyunu dizisini de unutmadan anlatmalıyım.  Hafta sonları hariç, her gün sabahları saat 10.00 gibi (ben genellikle öğlenci bir ilköğrenim çağı yaşadım) annemle birlikte dinlediğimiz arkası yarın, eminim o yılarda hemen hemen bütün ev kadınlarının sabah neşesiydi. Biz annemle karşılıklı kahvelerimizi içerken -hatırladığım kadarıyla- bir yarım saat kadar bu molayı verirdik. Düşünebiliyor musunuz, o yıllarda gazetelerdeki tefrika romanlar gibi en heyecanlı yerinde program kesilip, “arkası yarın…” diye öyküye ara verilirdi. Sonra, bir günlük meraklı bekleyiş başlardı öykünün devamını dinlemek için. Kahve meselesi ise sizi şaşırtabilir. Henüz 6 – 7 yaşlarımda annemden özenip, cezvede kahve pişirmeyi becerebilmiştim. Tabi, höpürdeterek içmesini de! Bu keyfim hala sürüp gidiyor…

Bu radyo nostaljisi yazılarına biraz daha devam etmek istiyorum. Daha sırada “okul radyosu”, “yurttan sesler” ve “maç yayınları” var.

Arkası yarın…

Yorum, görüş ve önerileriniz