Özel Hastaneye Götürmeyi̇n, Param Yok!
Özel Hastaneye Götürmeyi̇n, Param Yok!

Başlıktaki cümle, tanımlaması, anlatması çok zor olan son deprem felaketinin yaşandığı bölgede kurtarılan bir yurttaşın sesiydi…

Bunu duyduğum an, yıllar önce Soma’daki kazada maden işçisinin sedyeye alınırken örtüyü kirletmemek için çok kirli dediği çizmelerini çıkarmak istemesi aklıma geldi…

Felaket anlarında insanın halen “nezaketi” düşünmeye çalışması ne büyük bir erdem… Beynimize nasıl işlediyse!

Bu aynı zamanda toplumun bir kesiminin, belki de aslında büyük bir kesiminin nasıl “kanaatkâr” yaşamaya çalıştığının da göstergesi olabilir mi? Yoksulluk ve “erdem”ler bir araya gelince iyi yürekli insanın ortaya çıkması zor değil…

İnsan yaşamında paranın kullanılmaya başlaması, alışverişlere, dahası ticarete olağanüstü bir kolaylık ve işlevsellik getirmiştir. Ondan önce kullanılan yöntemlerle bir standart ve koordinasyon sağlanamazdı elbette. Ne var ki paranın tüm bu kolaylaştırıcı etkisi, beraberinde ahlak değerlerinin aşınmasını da getirdi. Çünkü tüm güzellikler, insani bakış açıları, değer yargıları yerine para birimi ile ölçülür olmaya, birer emtia (ticaret malı) gibi görülmeye başladı… Kapitalizmin, gölgesinden yararlanamadığı ağacı kesmesi gibi…!

Sermayenin belli güçlerde toplanmaya başlamasıyla — tıpkı köy ağasının maddi gücü sayesinde köyü, köyleri içindeki insanlarla birlikte satın alması gibi — bir noktadan sonra hele devletler üstü bir yetkeye dönüştüğünde neden tüm “değerleri” satın almasın! Oysa insanlık, değerler sistemi üzerine kurulur, o değerler kültürel farklılıklar gösterse de vicdan, saygı, inanç, sevgi, korumacılık… gibi temel öğeler, insanı oluşturan, sinir sistemine sahip diğer canlılardan ayıran özelliklerdir. Bunlar çeşitli yasalarla korunur, bir bölümü de toplumsal / kültürel yargılarla yerleşir. Ama tıpkı tek tanrılı dinler gibi, insanlığın tarihi ile oluşan ve gelişen sistemler gibi, belli güçler bu yargıları elinde tutabilir ve insanlığa karşı silaha çevirebilir. Bu aşamadan sonra, ilk insandan bugüne kazanılan her şey bir yığına dönüşebilir.

Yığın, yani enkaz! Bir şeylerin üst üste gelişigüzel atılması, biriktirilmesi… Yaşadığımız son deprem afetinde gördük ki, insanlık barınma gereksiniminde mağara düzeyinden çok katlı yapılara kadar gelmiş ama bilimsel bilgiden yeterince yararlanamamış. Buna bir de devlet elinin aslında öyle çok büyük ve kapsayıcı olmadığı gerçeği eklenmiş! Yani sahipsizlik! Devlete karşı tüm görevlerini, sorumluluklarını yerine getirsen de bunun bireyin esenlik içinde yaşaması gibi en temel hakka dönüşmediği ortada. Oysa hep bilinir ya; devletler, içinde insan varsa, yurttaş varsa anlamlıdır. Diğer durumda soyut bir kavram ama yönetimi elinde tutanların en gelişmiş oyuncağıdır, ortada bir hukuk, bir adalet, bir bilimsellik, bir analitik düşünce, bir planlama, bir yaratıcılık… yoksa !

Daha kaç felaket yaşar insanlık bilinmez ama insanın insana ettiği aslında bu felaketlerden daha fazla! Aynı zamanda doğaya ve bir bütün olarak gezegene… Sanki bitmek bilmeyen bir savaş halinde insanlık hem kendisiyle hem çevresiyle. Hiçbir gelişmişliği olmayan bir virüsün yaptığı zarardan pek de farklı olmayarak! Onun çıkarı, kendi varlığını en ve tek bildiği yolla sürdürmek, oysa insanlığın çıkarı yok, yalnızca bir kesimin varlığını sürdürmek için verdiği hatalı ve bencilce kararlar var. Evrimsel açıdan açıklanabilir bir tarafı görünmüyor bunun!

Son yıllarda yurdumuz, tüm dünyada da yaşandığı gibi üç büyük “doğal” felaket yaşadı; önce pandemi ile sarsıldık, sonra dev boyutta orman yangınları sardı her yeri ve şimdi de bu çok sayıda yerleşim yerini etkileyen depremler… Ülkemiz açısından söylersek, hepsinde ortak nokta, bu olağanüstü durumların, yani krizlerin sağlıklı, doğru yönetilememesiydi. Elbette pratikte, her an kötü bir olay olacak gibi hazırda beklenmez ama bir planlama içinde olunur. Nasıl savaş olasılığı olmadığı halde sürekli tam donanımlı hazır bir ordu sistemi varsa, bu da bilimsel, istatistiksel, matematiksel hesaplarla ortaya çıkan olasılıklara göre planlama gerektirir. Yöneticiler halka deprem tatbikatları yaptırıp olası durumlar için alınması gereken önlemleri anlatıyorlar ama tüm kurum ve kuruluşlarıyla “devlet” tam bir hantallık içinde kalıyor! Bu da akılla açıklanabilir görünmüyor!

İstemeden; bizi bekleyen dördüncü felaket ne olabilir diye düşünmeden duramıyorum… İşin içine komplo teorilerini de katarsak epey senaryo geliyor aklıma! Ama en ilginci geçenlerde ABD’de düşürüldüğü rivayet edilen UFO konusundaki olası gelişmeler… Bu olay üzerine dünyaya baskına gelmesinler!

Yorum, görüş ve önerileriniz