OKURYAZAR GÜNCESİ –
TANRININ BİR GÜNÜ / UFUK SAKA – GÖKHAN KORKMAZGİL

Kapak fotoğrafı: © Engin Karaca

Kırk katır mı, kırk satır mı? Hayır hayır, kırk kitap! Nereden çıktı bu derseniz, okumaya başlamadan önce Ufuk Saka’nın son romanını elimde evirip çevirirken, önüne – arkasına bakarken aklıma giriverdi, çünkü yayınevinin adı 40 Kitap! Masalı bilirsiniz, berbat mı berbat bir suçluyu hükümdarın huzuruna çıkarmışlar. Hüküm verilmiş, adamı idam edecekler. Ona sormuşlar, “kırk katır mı istersin, kırk satır mı?” Adam, “kırk satır” derse, kendisini satırlarla parça pinçik edeceklerini düşünmüş. “Kırk katır” derse, ona kırk tane katır verip salacaklarını ummuş. Bir heves, “kırk katır” demiş. Adamı bedeninin her yerinden kırk ayrı katıra bir güzel bağlamışlar, kırbacı şaklatmışlar, adam yine parça pinçik olmuş. Masaldan dilimize bir deyim gelip yerleşmiş: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” “Ölümlerden ölüm beğen” gibi bir anlama varıyor. Bence laftan anlamayana, söz ile uslanmayana kırk kitap okuma cezası verilmeli. Az bir şey de değil ha, Ufuk Saka’nın romanı 641 sayfa, bir sayfada 35 satır var, toplayınca 22.435 satır ediyor! Hem, “ben kitap okuyamam, benim vaktim yok” diyene de okkalı bir ceza olur, maazallah adamı bayıltır. Kim bilir, belki de okuya okuya sonunda ayıltır! Her neyse, kimsenin bir şey okumadığı bu zamanlarda, oturup da kitap yazmak, kalkıp “ben bunu yazdım” demek büyük iş. Bu arada, yayınevinin adı nereden geliyor bilmiyorum ama, 40 Kitap iyidir. Hatta ne kadar çok kitap, o kadar iyidir.

© Kamil Sinan Arat

Ufuk Saka altı yüz kırk bir sayfalık romanı on bölüme ayırmış, her birini de konu başlıklarıyla ayrıca bölümlemiş. Ben romanı dört ana bölüm olarak okudum: “Başlangıç” adlı ilk bölüm, sizi her şeyin başlangıcı olan o ilk an’a götürüyor, koca evrende dünyamızın bir toz zerresi kadar bile önemi olmadığını düşündürüyor. Sonsuz zaman içinde, ne denli kısa bir süre boyunca var olduğumuzu hissettiriyor. Bana göre ikinci bölümde, gerçekçi bir mübadele hikâyesi anlatılıyor, bitirdiğimde içimde derin bir sızı ile kalakalıyorum. Metnin ana akışını oluşturan üçüncü bölüm, roman kahramanı Ömer’in eksiksiz yaşam öyküsü. Ülkede ve dünyada olup bitenler, gerçeklere yaslanan tanıklıklarla romanın tarihsel arka planını oluşturuyor. Dördüncü bölüm ise bilim kurgu sınırlarına girmiş, dünyamızın yok oluşunu anlatıyor. Bir de, bölümlerden bağımsız olarak ara ara karşımıza çıkan “Tertul” ile hayali diyaloglar var, okuru felsefi zeminde düşündürmeye yönlendiriyor.

© Şükrü Mehmet Ömür

Bir şey anlatacaksanız konuyu zamansal olarak en fazla ne kadar genişletebilirsiniz? Bir metni en erken nereden başlatabilirsiniz? Evet, bildiniz, ezelden. Ezel, başlangıcı olmayan geçmiş zamandır, öncesizliktir. “Onun da öncesinde ne vardı?” diye sorulamaz, sorulsa da yanıtlanamaz. “Güney Kutbu’nun güneyinde ne var?” diye sorup da bir döngünün içinde yanıtsız kalmak gibi. Roman, insan aklının kabul edebildiği ilk an’da başlıyor. Karanlık, yokluk, hiçlik, aniden büyük patlama, ışık, kaos, evrenin genişleyerek oluşması. “Ve Tanrı ‘ol’ dedi, ve her şey oldu” gibi bir şey yani. “Büyük Patlama uzayın ve zamanın başlangıcı ise, ondan önce ne vardı” diye bir soruyu aklınıza bile getirmeyin. Ya da “Güney Kutbu’nun güneyinde ne var?” sorusunu aklınıza getirin, yeterli. Yetmezse, Güney Kutbu’nun güneyinde duran bir adam yüzünü kuzeye dönünce nereye bakar, bir de bu soruyla cebelleşin o zaman. Ezelde başlayan roman, ebediyete gidecekmiş gibi yol alırken, dünyanın yok oluşu ile bitiyor. “Büyük Patlama” ile dünyanın patlaması arasındaki belki de sonsuz uzunluktaki zaman içinde, zannettiğimiz kadar önemli olmadığımızı anlıyoruz.

© Şükrü Mehmet Ömür

Dünya beş milyar yaşındaymış, Samanyolu on beş, ötesini sormayın bile. İnsanoğlu üç yüz bin yıldan beri bu dünyada dolanıyormuş, harala gürele. Evrende minik bir kum tanesi bile değiliz, zamanda kim bilir neyiz. Geçen zaman belki de Tanrı’nın bir gününe denk geliyordur, onu hiç bilemeyiz. Başlangıç bölümünü geçtiğimizde, yani daha tanıdık sulara girdiğimizde, zamansal olarak daha sağlam temellere ayak batığımızda, metin artık bir roman biçimine bürünüyor. Hikâye aklınızın aldığı, anlamlandırabildiğiniz zaman birimlerine oturunca, tadını çıkarmaya başlayabilirsiniz.

© Şükrü Mehmet Ömür

Bu arada, Fethiye’de geçen bir roman okuma isteğinde olanlarımız, sayfa 459’a kadar beklemek durumunda kalıyor. Ben bekledim, romanda mekân Fethiye olunca, her şeyi gözünüzde canlandırmanız daha keyifli oluyor!

Tanrının Bir Günü, Ufuk Saka, 40 Kitap, Ankara, Mayıs 2024, 641 sayfa

Yorum, görüş ve önerileriniz