NİKANDROS KEPESİS – 75 YIL SONRA DOĞDUĞUM YERDE 1998 – BÖLÜM: 7 / DÜZENLEYEN: TUNÇ TOKAY

Etnik köken, milliyet ne olursa olsun, savaş alanlarında şehit düşen, kamplarda ve esaret altında işkenceye uğrayan. Özgürlük, Demokrasi ve Barış için şiddete ve savaşa karşı mücadele eden herkese adanmıştır. Nikandros Kepesis

Bugün, Venizelos’un o dönemde söylediklerine ne kadar inandığını sorguluyoruz. Çünkü, Yunan halkının omuzlarına yüklenen ağır ekonomik yüklerin yanı sıra kan kaybıyla oluşan ciddi bir krizi fark edebilecek tüm yetilere sahipti. Bu kriz, zaman geçtikçe daha da derinleşiyordu. Sonuç olarak hükümetin baskıları arttı, muhalefet ve halk kitlelerinden gelen tepkiler yoğunlaştı.

Bu dönemde, 12 Ağustos 1920’de Lyon Tren İstasyonu’nda Eleftherios Venizelos’a iki Alman yanlısı subay tarafından bir suikast girişimi oldu. Aynı dönemde, ünlü yazar İon Dragoumis, Vasílissis Sofías Caddesi’nde öldürüldü. Cinayetin doğrudan faili Gyparis, azmettirici sorumlusu ise Emmanuel Benakis’ti.

İç gelişmelerle birlikte, dış gelişmeler de yaşanıyordu. Sürgündeki babası Kral Konstantin’in yerine tahtta bulunan Prens Alexandros’un Eylül 1920’nin sonunda tesadüfen ölümü, İtalya’nın Yunanistan’da seçim yapılması talebinde bulunmasına neden oldu. Bu talep, Alman yanlısı anti-Venizelos cephesinin işine yarıyordu. İtalya’nın bu talebini Fransa benimsedi, ardından İngiltere de kabul etti. Venizelos bu talebe karşı çıkmadı. Zira, kendi politikalarını sürdürebilmek için halk desteğiyle meşruiyet kazanma gereği duyuyordu.

Bu politikalar, Yunan halkı için yeni fedakârlıklar anlamına geliyordu: Kan ve para dökerek Sevr Antlaşması’nı uygulamaya koymak. Böylece, Meclis’in feshedilmesi ve seçimlerin 1 Kasım 1920’de (eski takvim) yapılması kararlaştırıldı.

Bu seçimlerde, iki farklı siyasi çizgi kıyasıya bir mücadele içindeydi. İlki, Liberal Parti’nin desteklediği, savaşın devam etmesi yönündeki politikaydı. Diğeri ise, savaşın derhal sona erdirilmesini savunan politikaydı.

İkinci çizgiyi, Yunanistan Komünist Partisi (SEKE/KKE), dönemin koşullarına göre oldukça büyük bir gösteri olan, 50.000 kişilik bir yürüyüş ve toplantılar düzenleyerek coşkuyla destekledi. Savaşın sona erdirilmesi talebinin yanı sıra SEKE, toprak ağalarının çiftliklerinin bölüştürülmesi, 8 saatlik çalışma günü ve kadınlara oy hakkı gibi talepler de öne sürdü.

Savaşı bitirme talebini, demagojik bir şekilde Alman yanlısı anti-Venizelos cephesi de dile getiriyordu. Bu cepheyi liderler olarak Gounaris, N. Stratos ve Rallis temsil ediyordu.

Seçimlerin sonucu, Venizelos yanlıları için yıkıcı oldu. Eleftherios Venizelos Yunanistan’dan ayrıldı. Bu yenilginin sonuçları, İngiliz sermayesiyle sıkı sıkıya bağlı olan ülkenin en önemli burjuva kesimi için ciddi oldu. Fransızlar ve özellikle İngilizler de bu durumdan memnun değildi; çünkü bu gelişmelerin çıkarlarına zarar verdiğini düşünüyorlardı.

Yirmi gün sonra bir referandum yapıldı ve 6 Aralık 1920’de Kral Konstantin büyük törenlerle ve kutlamalarla tahta çıktı. Ancak kralın tahta çıkışı, sağ kesim içindeki grupları birleştirmek yerine, Gounaris, Stratos ve Rallis arasında daha da şiddetli bir anlaşmazlık yarattı.

Seçim zaferlerini kazandıktan hemen ertesi gün, bu güçler Yunan halkına verdikleri savaşı sona erdirme sözlerini unuttular. Aynı zamanda dış politikalarında da tam anlamıyla bir U dönüşü yaptılar. Alman yanlısı olmaktan vazgeçip İngiliz yanlısı bir politika izlemeye başladılar. Bu dönüşümde en büyük rol, sağcı ittifakın en güçlü grubunun lideri olan Gounaris’e aitti.

Bu değişim, Şubat 1921’in başlarında Londra’da hem hükümete (Lloyd George) hem de muhalefete (muhafazakâr Lord Curzon) resmi olarak bildirildi. Gounaris hükümeti, Venizelos’un Anadolu’daki savaş politikasını sürdüreceğine dair net bir güvence verdi. Bu söz, hemen ardından yapılan uygulamalarla doğrulandı: üç yaş grubundan yedek birlikler askere çağrıldı.

Bu politika değişikliği bizim için anlaşılmaz değil. Almanya savaştan büyük ölçüde tükenmiş olarak çıkmıştı ve sağcı güçler ondan destek bekleyemezdi. Ayrıca, İngiliz sermayesiyle sıkı bağları olan Yunan burjuvazisi bu yönde yoğun bir baskı uyguluyordu. Yunan burjuvazisinin çıkarları, savaşı sürdürmekten yanaydı ve bunun halka neye mal olacağını umursamıyorlardı.

Sevr Antlaşması’nın şartlarının uygulanması, İtilaf Devletleri arasındaki çelişkileri daha da derinleştirdi. Bu özellikle, Kemal’in ulusal burjuva hareketine karşı nasıl bir tutum alınacağı konusunda belirginleşti. Bu çelişkiler, 3-15 Mayıs 1921 tarihleri arasında Londra’da düzenlenen İtilaf Konferansı’nda resmileşti. Konferansın gündemi “Anadolu’da Barışın Sağlanması” idi. Yunanistan, Sultan hükümeti ve Kemalist Türkiye de bu konferansa davet edildi.

Lloyd George, İngiltere’nin hareket özgürlüğünü koruyacak ve Kemal ile bir uzlaşıya varmayı, gerekirse Yunan çıkarlarını feda ederek sağlamayı ya da Kemal’i Yunan ordusunu kullanarak ezmeyi amaçlayan bir politika izledi. Bu yaklaşımı, hiçbir şekilde Yunanistan’a karşı bir yükümlülük üstlenmeden yürüttü. İngiliz başbakanı, Yunan temsilcilerle yaptığı özel görüşmelerde bir yandan onları Eskişehir ve Afyonkarahisar’a doğru ilerleme konusunda cesaretlendirirken, diğer yandan İzmir’in statüsünü yeniden düzenleyen, Sevr Antlaşması’nın kısmi revizyonunu kabul etmelerini tavsiye etti. “Bu aşamada İngiliz çıkarları, Yunanistan pahasına bir askeri çözümle en iyi şekilde korunabilecekti.” Bu plan, Atina’daki anti-Venizelist hükümetin rızasıyla uygulandı ve “Yunan ordusu ve halkı için korkunç sonuçlara” yol açtı.

17 Haziran 1921’de Yunan ordusu Kütahya’yı, üç gün sonra da Eskişehir’i ele geçirdi. Ancak burada durmadılar. Gounaris, ordunun Ankara’ya doğru bir saldırıya geçmesini planladı. Bu saldırı, Sakarya Nehri ve Armiros ovası üzerinden gerçekleşecekti. Bu girişim, ordunun kurmay heyetinden gelen itirazlara rağmen başlatıldı. Çünkü ciddi nesnel zorluklar vardı. Bunların başında, yüzlerce kilometrelik mesafelere uzanan harekât üssünden kopuş ve savaş malzemesi ile diğer ikmal ihtiyaçlarının karşılanamaması demekti. Dahası, daha önemli bir sorun da öznel faktörlerdi: Ordunun morali ciddi şekilde düşmüştü, oysa Kemal’in bozulmamış güçleri, karşı saldırıya geçmek için uygun anı bekliyordu.

Yiannis Kordatos, bu konuda Konstantin’in Savaş Konseyi’ndeki rolünün pasif olduğunu belirtir. Ayrıca, Konstantin’in Gounaris’in ısrarlı argümanlarıyla ikna olduğunu öne sürer: “Bu harekât, ne pahasına olursa olsun yapılmalıdır çünkü İngiltere bunu istiyor.” O dönemde İngiltere’nin isteği bir yasa gibiydi. Aynı durumun günümüzde de geçerli olduğunu vurgular. Özellikle 1944 Aralığından sonra, sağ kanat için NATO ve ABD’nin istekleri ulusal meselelerde yasa niteliği taşımaktadır.

Kordatos’un savunduğu başka bir şey de Savaş Konseyi’nde konuşulan her şeyin, Kemal tarafından öğrenilmiş olmasıdır!

Ankara’ya karşı harekât 9 Ağustos 1921’de başladı ve Yunan ordusunun Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki ağır yenilgisi ve dramatik geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bu yenilgi, seferin gidişatında ve genel çerçevede kesin bir dönüm noktası oldu.

Bu yenilgiden Fransa, kendi çıkarları doğrultusunda faydalandı ve İngiltere’ye karşı olan tutumunu açıkça değiştirdi. 1921 baharından itibaren Kemal’e maddi ve manevi destek sağlamaya başlayan Fransa, 20 Ekim’de Kemal’le bir anlaşma imzalayarak Ankara hükümetini “de facto” olarak tanıdı. Bu anlaşmanın karşılığında Kemal, Fransız sermayedarlarına Türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirme imkânı sağladı.

İngiliz ve Fransız emperyalistleri, çıkarları uğruna bizi iyice sömürdükten sonra nihayet Kemalist orduların ve çetelerden oluşan düzensiz grupların insafına bıraktılar. Ülkenin oligarşisinin ve siyasi temsilcilerinin maceracı, şovenist ve Megali İdea temelli politikası bizi bu duruma sürükledi.Oysa bu yıkıcı gidişten çıkış yolu vardı. Ve bu çıkış yolu Sovyet hükümeti tarafından önerilmişti. Ancak bu öneri, hükümetin gönüllü olarak emperyalist İngiliz ve Fransızlara bağlı kalmak istemesi ve mevcut bağımlılığı nedeniyle reddedildi. Bu bağlamda şu önemli olay gerçekleşti:

1922 yılının başlarında, Sovyet hükümetinin Dışişleri Bakanlığı ve Üçüncü Enternasyonal’in bir temsilcisi Atina’ya geldi. Bu temsilci, o dönemde Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi’nin (SEKE) Genel Sekreteri olan Yannis Kordatos ile temasa geçti ve Sovyet hükümetinin şu önerisini Yunan hükümetine (N. Stratos) iletti:

“Sovyet hükümeti, Yunanistan’ın Anadolu seferinin çıkmazından kurtulmasına yardımcı olmaya hazırdır. Öncelikle, Kemal’i manevi ve maddi olarak desteklemeyi bırakacak, ardından kendi etkisini kullanarak Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı Anadolu’nun kıyı bölgesinin özerk hale gelmesini sağlayacaktır. Bu bölgenin özerkliğini sağlamak için İsviçreli, İsveçli ve Norveçli askerlerden oluşan bir kuvvet gönderilecektir. Bu öneriyi desteklemek karşılığında Sovyet hükümeti yalnızca kendi egemenliğinin tanınmasını – fiili olarak – istemiştir.

Yannis Kordatos, N. Stratos ile üç kez temas kurmasına rağmen bir sonuç alamamıştır.

Dikkat çeken ve burada belirtilmesi gereken şey, N. Stratos’un bu öneriyi kabul etmeyi baştan itibaren İngiliz ve Fransızların tutumuna bağlamış olmasıdır. Yani, bizi felakete sürükleyenlerin iradesine bırakmıştır. Bugün Kıbrıs meselesinde de aynı durum yaşanmıyor mu? BM çerçevesinde uluslararası bir konferans yerine NATO merkezli bir çözüm yolu izlenmiyor mu?

Buna rağmen Sovyet hükümeti arabuluculuk çabalarından vazgeçmedi. Bu amaçla İngiltere hükümetine üç kez başvurdu.

Bu çabalar hakkında Yunan kamuoyu, o yıllarda Rizospastis gazetesinde yayımlanan Sovyet hükümetinin bir bildirisinden haberdar oldu. Bildiride şöyle deniyordu:

“Rus hükümeti, Yunanistan’ı ve Yunan halkını kınamaya hiç niyetli değildir… Çünkü Yunanistan, Avrupa adına savaş yükünü üstlenmiş ve umutsuzluğa düşmüştür.” Bildiri, uzun bir gerekçelendirme sürecinin ardından şu şekilde sona eriyordu:”Sovyet Rusya, her iki millet için de yıkıcı olan bu savaşın sona erdirilmesine yardımcı olmaya hazırdır.”

Rusya’nın bu yöndeki diğer çabaları ise Büyük Britanya tarafından kesin bir şekilde reddedildi. Rusya’nın uzlaşma girişimleri sonuçsuz kaldı ve Yunan-Türk savaşı devam ettirildi!

Olayların nasıl geliştiğini biliyoruz. Bunun üzerinde kısaca daha sonra duracağız. Ancak bundan önce, Sovyet Hükümeti’nin Kemal ile olan ilişkileri ve Türkiye’nin ulusal ve sosyal devrimi konusundaki tutumu hakkında birkaç şey söylemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Kemal, 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan hükümetinin talimatıyla hemen (26 Nisan) Sovyet Hükümeti’ne başvurdu ve diplomatik ilişkiler kurmayı teklif etti. Sovyet Hükümeti, başkanlığını V. İ. Lenin’in yaptığı dönemde bu teklife olumlu yanıt verdi.

“Sovyet Hükümeti, dünya halklarının hepsine dostluk elini uzatır ve her halkın kendi kaderini tayin hakkını tanıma ilkesine sadık kalır” ifadesi, Sovyet Rusya Dışişleri Komiserliği’nin ilgili bildirgesinde yer aldı.

Sovyet-Türk ilişkileri, Türk ordularının General Karabekir komutasında Ermenistan’a saldırdığı dönemde önemli bir gerilim gösterdi. Türkler, Ermenistan’ın bazı bölgelerini işgal etti ve Menşeviklerin hoşgörüsüyle Gürcistan’ın topraklarını da ele geçirdi (1920 sonları, 1921 başları). Ancak Sovyet Hükümeti’nin tutarlı barış yanlısı politikası ve Sovyet iktidarının Ermenistan ve Gürcistan’daki zaferi sayesinde emperyalistlerin planları bozuldu.

Kemalistlerin lider kadrosu, başta Kemal olmak üzere, Sovyet Rusya ile yakınlaşma gerekliliğini tamamen kabul etti. 16 Mart 1921’de RSFSC (Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti) ile Türkiye arasında Moskova’da bir dostluk ve kardeşlik anlaşması imzalandı.

(SSCB Bilimler Akademisi Dünya Tarihi, Cilt III-IV, s. 642-643)

Benzer bir anlaşma, 1922 yılının Ocak ayında Kemal tarafından Transkafkasya Sovyet Cumhuriyetleri (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan) ile de imzalandı. Tam da bu önemli olayın gerçekleştiği dönemde, Sovyet Hükümeti’nin Yunan-Türk savaşını onurlu ve gerçekçi bir temelde sona erdirmek için arabuluculuk yapma çabaları kapsamında Sovyet temsilcisi Atina’ya ulaştı.

Burjuvazi partilerinin – Venizelos’un ve Konstantin yanlılarının – İngilizlerin ve diğer emperyalistlerin politikalarını desteklemesine karşılık, SEKE (Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi) başından beri bu politikaya karşı çıktı. Küçük Asya Seferi’ni maceracı bir girişim olarak nitelendirdi ve bu hareketin işçi sınıfının, köylülüğün ve şehirlerin orta sınıflarının hayati çıkarlarına aykırı olduğunu belirtti. Bu hareketin, Yunan halkının çıkarlarına da tamamen ters düştüğünü vurguladı.

SEKE (daha sonra KKE – Yunanistan Komünist Partisi), işçi sınıfının mücadelelerini örgütleme ve yönlendirme konusunda ön saflarda yer aldı ve bu mücadeleler oldukça önemliydi. Daha Temmuz 1919’da, siyasi taleplerle ilk genel grev ilan edildi. Bu talepler arasında terörün sona erdirilmesi ve sürgün edilmiş sendikacıların serbest bırakılması yer alıyordu. Aynı yılın Aralık ayında, Kavala ve Drama’daki tütün işçileri, ekonomik ve sektörel taleplerle grevlere başladı.

Grev dalgası, 1921 yılında daha da geniş bir kapsam ve kararlılık kazandı. Bu dönemde öne çıkan grev mücadeleleri şunlardı: Demiryolu işçilerinin ülke çapındaki grevi, Selanik’teki 1 Mayıs etkinlikleri ve Elektrik ve Elektrikli Taşıma Federasyonu’nun grevi. Grev hareketi 1922 yılında da aynı yoğunlukla devam etti.

Burjuvazi, Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nın imzalanmasını kutlarken, SEKE (KKE), bu anlaşmanın halkımız için gelecekteki olumsuz sonuçlarını öngörebildi. 10 Eylül’de yayınladığı bir bildiride, oligarşinin, “sözde kalıcı bir barış, ‘anavatanın genişlemesi’ ve ‘esaret altındaki kardeşlerin kurtuluşu’ gerekçeleriyle ülkenin emekçi sınıflarını bir kez daha kandırmaya çalıştığını” belirtti. Bildiri şu çağrıyla sona eriyordu: Yaşasın halklar arasında barış… Savaşlara ve halkların birbirini katletmesine son… Yeni savaşlar için seferberliğe ve halkın her türlü baskıya maruz kalmasına son!”

Partimiz, savaşı durdurmak, iki halkın bağımsızlığını ve barış içinde bir arada yaşamasını sağlamak için elinden gelen her şeyi yaptı.

Cephedeki komünist askerlerin Merkez Yürütme Komitesi, burjuva siyasetçilerinin askerlerin oylarını alabilmek için başvurdukları vatanseverlik maskesini düşürmek amacıyla birçok girişimde bulundu. Bir bildirisinde şöyle diyordu: “Sizin ne bir vatanı ne de idealleri olabilir… Bu vatanı sahte bir ışık halesiyle çevreleyen sizlersiniz, ama aslında bu bizim vatanımızdır… Ve gerçek vatanseverler biziz… Dünyanın tüm ezilen insanlarına olan sevgimizle, özgürlük, kalıcı barış ve kardeşlik için mücadele eden biziz. İşte uğruna en üstün irade ve güçle savaşabileceğimiz vatan budur ve biz bunun için savaşacağız.”

O zamandan bu yana geçen on yıllar, komünistlerin özverisiyle, böyle bir vatana olan arzumuzu doğruladı. Yeni Sosyalist Yunanistan için… Özellikle faşist işgal döneminde, ulusal direnişimizin şanlı tarihinde. Ve o zamandan bugüne dek devam eden mücadelelerle…

Ekim 1920’de, seçim dönemi sırasında, SEKE (KKE), Atina sokaklarında bir gösteri çağrısı yapan ilk parti oldu. 50 binden fazla insan, “Savaşa hayır!” sloganıyla sokaklara döküldü.

Parti, Kral Konstantin’in geri dönüşüne karşı çıktı. 14 Kasım 1920’de SEKE (KKE) Merkez Komitesi, anti-Venizelos hükümetinin, liberallerin maceracı politikasını sürdürmesini açıkça kınayan bir bildiri yayınladı. Bildiride şu ifadeler yer aldı: “Bu politika, ulusun üretici sınıflarının arzularına ve çıkarlarına kesinlikle karşıdır.”

Komünistler, 3 Mayıs 1922’de Gounaris’in yerine geçen Protopapadakis hükümetinin başlattığı terör dalgasının bedelini ağır ödedi. Bu hükümet, halkımızın geçirdiği kritik dönemi anlamak, Sovyetler’in onurlu bir barış için sunduğu gerçekçi öneriyi değerlendirmek yerine, “köklü çözüm” adı altında bir politika izlemeye karar verdi. Devlet terörü ve şiddet konusunda tüm önceki uygulamaları aştı. Gazeteci Kavafakis ve yargıç Fatseas öldürüldü. Amiral Pavlos Kountouriotis’e karşı bir suikast girişiminde bulunuldu. Kotzias ve diğerlerinin yazdığı ateşli makalelerle güçlü bir anti-komünist kampanya başlatıldı. 2 Temmuz’da “Rizospastis” gazetesinin yöneticisi Yannis Petsopulos tutuklanarak Singru Hapishanesi’ne kapatıldı. Üç gün sonra, SEKE (KKE) Merkez Komitesi ve Genel İşçi Konfederasyonu (GSEE) yönetimi, savaş karşıtı faaliyetleri nedeniyle tutuklanarak cezaevine kondu.

Ordudaki durum da aynı derecede kötü, hatta daha kötüydü. Askerler arasında giysi, ayakkabı ve gıda eksikliği nedeniyle artan öfke vardı. Genelkurmay Başkanı Papulas’ın yerine atanan General Hacianestis, disiplin önlemleri alıyor ve genel olarak yenilgiyi yol açacak bir politika izliyordu. Bu nedenle firarların sayısı arttı ve savaş boyunca toplamda yaklaşık 100.000’e ulaştı.

Bu koşullar altında, Fransız emperyalistleri tarafından modern silahlar ve hava kuvvetleriyle donatılan ve iyi organize edilmiş olan Kemal’in ordusunun bu kadar hızlı bir başarı elde etmesi tesadüf değildi. 13 Ağustos 1922’de karşı saldırısını başlattı ve sadece 14 gün içinde, 27 Ağustos’ta İzmir’e ulaştı10. Eski takvimle 30 Ağustos’ta, Küçük Asya’nın en güzel ve en büyük Yunan şehri, alevler içinde kaldı ve bir ateş yığınına dönüştü.

Yorum, görüş ve önerileriniz