NELER ÇEKTİM NELER / ANADOLU MÜHÜRLERİ GEZİSİ 2 / METİN DENİZMEN

01 EKİM 2022 / 3. GÜN   ( AKSARAY – KIZILKAYA / AŞIKLI HÖYÜK – SELİME KATEDRALİ – ÇANLI KİLİSE )

Aksaray Öğretmen Evi’ni sevdik, dinç olarak uyanıp yeni güne mükemmel bir kahvaltı ile başlıyoruz. Aksaray- Nevşehir yolundan ilerledikten sonra ayrılıp Güzelyurt yolundan, toplam 22 km. yol yaparak Aşıklı Höyük Kazı Alanı’nın önüne geliyoruz.

Anadolu’nun özellikle Orta Anadolu’nun kronolojik düzende Neolitik Çağı olmadığı tartışılır sürekli. Aşıklı Höyük, MÖ 9000 yıllarına tarihlenen var oluşu ile Neolitik Dönem’in tam göbeğinde olduğunu ispatlayarak bu tezleri çürütmüş.

Doğu Anadolu’dan başladığını varsaydığımız ilk uygarlıklardan son dönemlerin gözdesi Urfa Göbekli Tepe ile Konya Çatal Höyük arasında yer alan Aksaray Aşıklı Höyük belli ki, Anadolu Arkeolojisinde yepyeni ufuklar açacak.

Yaklaşık 40 dönüme yayılan alan, milim milim kazılıyor 60’lı yıllardan bu yana. Gülağaç ilçesinin Kızılkaya Köyü’nde bulunan bu kazı alanı da günümüzde oldukça popüler. Kapadokya Bölgesi’nin başlangıcında Melendiz Çayı’nın yanında bulunan Kızılkaya Köyü de adını volkanik bölgenin taş dokularından alıyor.

Aracımızı park ederek, kazı alanını ayıran tel örgü kapılarına yaklaşıyoruz. Aynı anda, nereden çıktığını anlayamadığımız bir köpek ordusu üzerimize koşmaya başlıyor. İleride çalışan adamlara sesleniyorum gülerek; “ yahu, şu köpekleri beslesenize, insan yiyecekler. “

Kazma saplarına dayanarak sesleniyorlar; “ beyim, bir kendi karnımızı zor doyuruyoruz. “ İçeri girip yanlarına yaklaşıyor ve sohbet ediyorum bir müddet, sonra Deneysel Arkeoloji adına düzenlenmiş 10000 ve 11000 yıllık evlerin içine girerken ürperiyor ve atalarımızın bugünlere ulaşım sürecini düşünüyorum.

İşçilerin tarif ettiği üzere höyüğün üst kısımlarına ulaşan patikaya sararak, devasa çadırın ağır kapısını kaldırıp içeri giriyoruz. Devasa alanda çalışmalar henüz bitmemiş. Yine de bir görevli olmadan ziyaretçilerin içeri alınmasını garipsiyorum.

Radyokarbon örneklerinin sonuçlarına göre, Aşıklı Höyük’te yerleşiklik MÖ 9. bin yılda başlar ve MÖ 8. bin yıl sonuna dek sürer. Yerleşme yaklaşık olarak MÖ 8200-7500 arasına tarihlenmektedir.

Aşıklı topluluğu, bu bin yıla yakın süreç boyunca yerleşimi hiç terk etmez. Bu kesintisiz iskân süreci, yerleşim düzeni ve mimaride radikal değişim ve dönüşümler ile ve aynı zamanda ekonomide ve teknolojide oldukça yavaş ve kademeli bir değişim ile birlikte takip edilebilmektedir.

Bu bağlamda Aşıklı’lılar, bölgede yerleşikliğe geçen ilk avcı-toplayıcılardan ve gerek ilk yerleşiklik süreçleri gerekse de bin yıllık iskân süreci içerisinde yerleşikliğe adaptasyon ile birlikte yaşam biçimleri teknik, sosyal kültürel boyutlarda tümüyle okunabilmektedir.

Kısaca diyebiliriz ki, insanlık tarihinin en önemli değişim ve dönüşüm süreçlerinden biri olarak avcı-toplayıcı ve göçer yaşamdan yerleşik yaşama geçiş süreci Orta Anadolu‘nun Volkanik Kapadokya Bölgesi’nde Aşıklı Höyük özelinde izlenebilmektedir. Aşıklı Höyük’te yaşamış halkların mimari ve kültürel mirası her geçen gün kazılarda daha detaylı olarak gün yüzüne çıkarılıyor.

Her köşesini dikkatle gezdiğim Aşıklı Höyük’te beni en çok etkileyen, cerrahi müdahale konusundaki başarıları oldu.

Yaklaşık 20-25 yaşlarında ölmüş olduğu saptanan bir Aşıklı kadınının kafatasında saptanan delik, bilinen ilk trepanasyon uygulaması, yani kafatasında açılan bir delikten girilerek beyindeki zararlı maddeleri temizleme operasyonudur.

Söz konusu müdahale esnasında kadının yaşamakta olduğu, operasyon sonrasında açılan deliğin çevresindeki hücrelerin kendini yenilemeye başladığı tespit edilmiş ve bu tespit kadının ameliyattan sonra bir hafta kadar daha yaşamış olabileceği şeklinde yorumlanmış.

Binlerce yıl boyunca küçük gruplar halinde, doğal kaynakların peşinde, göçebe yaşam tarzını benimseyen avcı-toplayıcı insan toplulukları yaklaşık 12 bin yıl önce, son Buzul Çağı’nın ardından yaşama elverişli iklim şartlarının oluşmasıyla, yaşam biçimlerini değiştirerek yerleşik hayata geçmişler.

Bir süre sonra hayvanları evcilleştirip bitkileri ekip biçmeye yani tarım yapmaya başlamışlar. Sosyal, kültürel, teknolojik alanlarda önemli değişimler yaşayarak günümüz tüketim toplumunun temellerini atmışlar. Bu yeni yaşam biçiminin gerçekleştiği zaman aralığı Neolitik Dönem olarak adlandırılıyor.

Sonraki uğrak yerimiz, Gülağaç Saratlı Kırkgözler Yeraltı şehri ve Aziz Mercurius Yeraltı Kilisesi. Özellikle Roma Dönemi’nde yoğunlaşan yerleşimle birlikte yeraltında kat kat açılan tesisler hayret uyandırıcı.

Bu iki yeraltı şehrinde ve Kapadokya’da tüflerin oyularak açıldığı mekânlarda ve kiliselerde insan hayatında dînî inancın ne denli önemli olduğunu, bir o kadar da insanların dîni inançları yüzünden ne denli istismar edildiğini bir kez daha anlıyorum.

Artık, Selime Manastırı’na gidebiliriz. Saratlı ile Selime arası 25 kilometre. Selime, 1162 metre yükseklikte dik bir yamaç üzerinde kurulu, peri bacalarıyla süslü. Selime beldesinin, Ihlara Vadisi’nin başlangıç noktası olması, yanı başından akan Melendiz Çayı ve onun getirdiği doğal güzellikler ile bölgenin en büyük turizm merkezleri arasında yer almasını sağlamış. Vadilere ve termal kaplıcalar yakın olması ise bölgeye artı özellikler kazandırıyor.

Selime; Hitit, Asur, Pers, Roma, Bizans, Danişment, Selçuklu, Karaman ve Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalmış. Bu uygarlıkların her birinden izler taşımaktadır. Özellikle Moğolların Anadolu’daki baskılarını arttırdıkları dönemde Selçuklular bu bölgeyi kale olarak kullanmışlar.

Moğollara karşı yapılan en uzun direniş Selime Katedrali’nde gerçekleştirilmiş. Bölgede yaşayan Ortodokslar, Selime Katedrali’nde alınan kararlara itirazsız uymuşlar. Katedralde günümüze kadar gelen kale sur ve mevzileri dikkatimizi çekiyor.

Aksaray Akhisar, Çanlı Kilise

Selime Katedral ve Manastırı’na çıkarken, önce yüksek bir koridor çıkıyor karşımıza. Bu koridor, Selime’de kurulan pazara gelen kervanların güvenliklerinin sağlanması için katedralin orta yerine çıkarılması amacını taşımakta.

Bu yolun üstüne dinlenmek ve ibadet etmek isteyenler için katedral ve manastır inşa edilmiştir. Kayaların oyulması ve çoğu kilise olarak inşa edilmiş yapılar Bizans sanatının izlerin taşımakta. Manastırın, 8. ve 9. yüzyıllar arasına tarihleniyor. Kilisedeki freskler ise 10. yüzyıl sonu ile 11. yüzyıl başlarına ait.  

Selime Katedrali birbirine dehliz ve tünellerle bağlı odalardan oluşuyor. Ziyaretçilerin tünellerde kaybolma ihtimali nedeniyle girişleri kapatılmış. Buralarda birçok kilise, tapınak, mabet, inziva odaları, kaçış yolları, su soyları, şaraphaneler, tahıl ve yiyecek depolama odaları ve seyir yerleri bulunuyor.

Dünden beri Sarışın Rahibeyi taktım kafama. Yarın, Niğde Müzesi’nde Sarışın Rahibe, kedi ve çocuk mumyalarını göreceğim. Bunların bulunduğu Çanlı Kiliseye gitmek istiyoruz Selime’den sonra. Yine araç navigasyonunun azizliğine uğruyor, neden sonra bizi beyhûde köy yollarına soktuğunu anlıyoruz, sezgilerimizle Çanlı Kilise’yi buluyoruz.

25’ten fazla yaşam ünitesi, 30’dan fazla şapel ve kilise, birkaç adet küçük yeraltı şehri, 7 mezarlık, birçok fresk ve duvar resmi, mimari heykeller ve seramiklerle dolu geniş bir alandayız. Uzaklarda sisler içindeki Hasan Dağı bir görünüp bir kayboluyor.

Sarışın Rahibe’nin izinde Güzelyurt yollarında kelimenin tam anlamıyla harman dövüyoruz eşimle. Hattâ bir ara eşim, ‘ ne var bu Sarışın Rahibede ‘ diyerek söyleniyor.

Çanlı Kilise’nin tabanındaki mezarında bulamadığım Sarışın Rahibe’nin nârin vücudu, Niğde Müzesi’nde karşıma çıkıyor sonunda.

22 yaşında, 1.65 m. boyundaki Niğde Müzesi’nde karşıma çıkan Sarışın Rahibe’yi ve Güzelyurt ilçesinin eşsiz güzelliklerini ( Kilise Camii, Analapsis Tepesi v.s ) gelecek yazımda anlatayım.

Yorum, görüş ve önerileriniz