KEDİ MİLLETİ – PÜSKÜL – GÖKHAN KORKMAZGİL
Kapak fotoğrafı: © Barış İncesu
Püskül bütün kediler gibi kendi halinde bir kedi. Dünyada kapladığı azıcık yer kadar bile kimseye dert yaratmaz, doğaya birkaç damla çişle birazcık kakadan başka bir şey bırakmaz. Bir beyaz Şahin’in direksiyonuna geçip gaza sonuna kadar basmaz, çöpünü sokağa, sahile, gittiği her yere atmaz. Kendi payına düşenden fazlasını yemez, önüne kovayla su koysanız birkaç yudumdan başka içmez. Sessizce yürür gider, sahilde sabahlara kadar müzik adı altında gürültü etmez.
Biz Püskül’ü göremiyoruz, çünkü o Ufuk Saka’nın son romanı Tanrı’nın Bir Günü’nün içinde yaşıyor. Romanın kahramanı Ömer, Püskül’ü üç aylıkken sahiplenmiş. Bu her zaman tartışmalı bir konudur, bilirsiniz, insan mı kedinin sahibidir, kedi mi insanın, onu bilemezsiniz. Ömer emekli olup İstanbul’dan Fethiye’ye göçerken Püskül’ü bir süreliğine geride bırakıyor. Araya zaman ve hasretlik giriyor, Püskül Ömer’in aklından çıkmıyor. Ömer evini barkını hale yola koyduğunda, İstanbul’dan gelen bir arkadaşı Püskül’ü arabasıyla Fethiye’ye getiriyor. Arka koltukta iki kocaman göz! Püskül “babasının” kucağına atlıyor, Ömer “kızını” bağrına basıyor, yumuşak tüylerini karıştırıp okşuyor. Ömer kedi kızına kavuşuyor, içi içine sığmıyor, becerebilse miyavlayacak, gözlerinden iki damla yaş aktı akacak. Püskül, bu sevgi süreçlerini pek öyle uzatan biri değil, bilemiyoruz ne düşünüyor, ne hissediyor? Ayrılığı da kavuşmayı da, kedice ve kendince, öylece kabul ediyor. Adam kedinin arkadaşı, kedi adamın can yoldaşı, yaşayıp gidiyorlar.
Ömer bir gün bisikletiyle eve döndüğünde bahçe kapısı önünde, kaldırımda Püskül’ü görüyor.
Giderken içeride bıraktığı kedisi camdan dışarı çıkmış, sundurmanın üzerinden günlük ağacına ulaşmış ve oradan yere inmiş olmalı. Kedisine doğru yaklaşırken, Püskül de onu görüyor, babasına doğru hızla koşmaya başlıyor. O esnada ana caddeden Ömer’in evinin bulunduğu sokağa hızla dönen bir beyaz Şahin, onun bisikletiyle yolu yarıladığını görünce, sola kırdığı direksiyonu çarpmamak için daha da sola çeviriyor. Ön lastiği Püskül’ün üzerinden geçtikten sonra yolu ikiye ayıran banketin üzerine çıkıyor, trafik levhasına çarpıyor ve duruyor. Ömer bisikleti bir tarafa atıp Püskül’e doğru koşuyor. Kediyi ezip bankete çıkan arabanın sürücüsü, üzerine doğru yürüyen Ömer’in kendisine saldıracağını düşünerek “Dayı, dur hele! Sana bir şey olmadı, olan benim arabaya oldu!” diyor. Can çekişen kediyi zerrece umursamıyor. Püskül’ün boynu kırık, kemikleri kırık, ağzından kan geliyor, oracıkta can veriyor. Kimseye zararı olmayan bir can yitiyor, Ömer’in acısı kendi canına yetiyor, tarifi mümkün değil, anlatmaya kelimeler yetmiyor.
Yaşar Kemal “bu ülkede dört şey olmayacaksın:” demiş, “kadın, çocuk, ağaç ve sokak hayvanı” diye eklemiş. Birine kötülük eden diğerlerini de rahat bırakmaz, kötülük içindeyse insanın, can çıkmayınca huy çıkmaz. Püskül sokak kedisi değildi belki, hem evde hem sokakta yaşardı. Sevdiği insanı gördüğünde fırlayıp kucağına koşardı. Hem, sokak hayvanı olsaydı ne olacak, hiç fark etmezdi, insan diye dolaşan yaratığın, canına kast edeceğini bilemezdi. Püskül, romanın içinde yaşadı, orada öldü. Kim demiş ki romanlar uydurmadır, gerçek hayata benzemez? Her gün onlarca başka Püskül bu şekilde ölüp gidiyor, kimse duymaz, kimse söylemez. Yıl 2024, Eylülün biri, yer İstanbul’un Kadıköy’ü. Kimliği belirsiz kişi veya kişiler sokak hayvanlarını zehirliyor. Üç köpek, yirmi iki kedi hayatını kaybediyor. Ne söyleyeyim, kime diyeyim bilemedim. Eğer “kedi cenneti” diye bir yer varsa müthiş kalabalık olmalı; çünkü daha ben cennetlik olmayan bir kedi görmedim.