(Kapak fotoğrafı: Gökhan Korkmazgil)
Sokaklarda dolaşan, kimsesiz yaşayan bir kedi sizi insan saymış, kapınıza gelmişse onu arsız da yapabilirsiniz, hırsız da. Zaten gidecek daha iyi bir yeri varsa size gelmez, başka yerde karnı doyuyorsa sizden istemez. Yani durum böyleyse onu hiç görmezsiniz. Görüyorsanız bir eksiği var demektir, büyük olasılıkla açtır, derdi yemektir. Bakmayın siz sokaklarımızın çöpten geçilmez halde olduğuna, her gün yemek bulmak kolay olmaz. Üstelik kediler çok seçicidir, her bulduğunu yemez. Her gördüğünüzde bir şeyler verirseniz ar sınırı aşılır, o buna alışır. Artık vermeyince o istemeye başlar, arsızlaşır, miyav der, sırnaşır, gelir ayaklarınıza dolaşır.
© Elfe Yaz Korkmazgil
Hiç yiyecek vermezseniz bu sefer kedi zora düşer. Kedi küçüktür ama açlık büyüktür, o gelir, durur, bekler, midesinin sesini dinler. Yiyecek var da vermediyseniz, hele ortalıkta bıraktıysanız bakmadığınız bir anda alır, o zaman bir hırsız kedi olur. Ona hiç kızmayın, siz yaptınız; bir canlıyla yiyeceği paylaşmadınız. O hırsız olduğunu bilmez, “bu köfteler başkasının, ben yemeyeyim” demez. Zaten bir sokak kedisi olmanın birinci şartı da budur.
Arsızlarla hırsızları en çok Fethiye Balıkpazarı’nda görebilirsiniz. Ortadaki tezgâhlardan balığınızı seçersiniz, çevresindeki restoranlarda pişirirler, oturur yersiniz. Sakın üçe alıp on beşe verdiklerinden, balık satanlara arsız dediğimi düşünmeyin, onlar sadece işlerini yapıyorlar. Aman, bir gecede bir maaşın bırakıldığı masalara ancak hırsızların güç yetirebildiğini düşünüp balık yiyenlere hırsız dediğimi aklınıza getirmeyin, onlar sadece eğlenip karınlarını doyuruyorlar. Ben kedilerden bahsediyorum!
Balıkpazarı’nda restoranlar var, restoranlardan çok masalar var, hepsinden çok da kediler var. Sanırım her masanın üç kadrolu kedisi oluyor. Ortalıkta gündüzleri hırsızlar dolaşıyor, geceleri arsızlar ortaya çıkıyor. Her şey ortada yani. Yalnız burada durum biraz tersine işliyor: Hırsız dediğin gece gezer, buradakiler gündüz balık seçiyor. Gerçi hırsızlıkları da kalmamış, gelip tezgâhın önüne dikiliyor, balıkçı bir lopayı gözden çıkarıp kediye atıyor, çalmaya gerek kalmıyor. Gördünüz mü, yine siz yaptınız, hırsızı hırsızlıktan çıkardınız! Balıkçı strafor köpük sandıktan balıkları çıkarıp tezgâha dizerken, kedi onu süzüyor, irice bir sardalyaya göz dikiyor. Balıkçı aynı fikirde değil, sandığın dibindeki ezilmiş sardalyayı kuyruğundan tutup kediye atıyor. Kedi dert etmiyor, önüne düşen balığın üstüne patisini koyuyor, ağzına alıp bir kuytuya çekiliyor. Gözlerini yumarak, ağrının kenarından balık taşarak, başını sarsarak sardalyayı yiyor, yalanmaya başlıyor. Şimdi iki zıplayışta çatıya çıkacak, bir yerlerde uyuyacak. Çatılar çınarların yapraklarıyla gölgelenmiş, kedilerin ağırlığından olsa gerek, bel vermiş.
© Şükrü Mehmet Ömür
Arsızlar geceleri ortaya çıkıyor, hava kararmaya başladığında Balıkpazarı bir başka âlem oluyor. Masalar dolu, iğne atsanız yere düşmez, hayat kısa, çok düşünmeye değmez. Çatal bıçak sesleri çalgıcıların müziğine karışıyor, garsonlar porselen tabakları yetiştirmek için yarışıyor. Arsız kediler sürüsü çatılardan inip masaların dibinde yerlerini almaya başlıyor. İşi iyice çözmüşler, masalara çıkmak yok, miyavlayıp istemek yok, gelip insanın seni görebileceği bir yere dikileceksin, dört pati bir kuyruk olup yere oturacaksın, gözlerini lokmaya dikeceksin. Tabaktan ağıza giden çataldan gözlerini ayırmayacaksın, başınla hareketi takip edeceksin. İnsan balığı çiğnerken yutkunacaksın. Hiç ses etmeden miyavlayabilirsin, o nasıl olacak, sanki fısıldar gibi bıyıklarını titretirsin. Balık istediğin ayan beyan belli olur. Masalardaki uğultu gürültü arttıkça biraz tedirgin olabilirsin. Dümbelekçinin her keskin vuruşunda gözlerini azıcık yumabilirsin. Klarnetçi sesi iyice saldığında tek kulağını o tarafa çevirebilirsin. Şarkıcının avazı nara halini aldığında tüylerini biraz kabartabilirsin. Masadakiler ıslıklarla alkışlarla coştuğunda iki adım geri çekilebilirsin. Ne yaparsan yap, gözlerini çataldaki balıktan ayırma. Biri ekmek koparıp atarsa yerde yuvarlanan parçanın peşinden git, kokla ama yeme. “Bak, bak, yemedi, aç değil bu” derler, dert etme. Peşinden balık gelecektir. Yalnız, ekmeği balığın yağına batırıp atanlar olabilir, o zaman kafan karışır, sen bilirsin, ister ye ister yeme. İlk başta insan milleti kendi midesinin derdine düşer, doyduk sıra gönlü bollaşır, sana da bir şeyler verir. Artık tabakta ne varsa şansına, levrek mi, çipura mı, hatta bazen karides bile gelir. Garsonun işi başından aşkın, arsıza “pisst” demeye bile vakti yok, elinde üst üste yığdığı tabaklarla koşuştururken ayaklarına dolanma yeter. Hiç telaş etmeden bekle, sabrı mutlaka arsızlık boyutuna ulaştır, semeresini görürüsün. Çocuklu masalar daha verimlidir, çocuklar balığın en iyi yerini kediye vermekte bir sakınca görmez, annesi görmesin yeter. Bazen masalardan birinden “ayyyhh” diye bir kadın sesi duyulur, o masanın arsızı, bir kedidenkorkana denk gelmiştir. Oradan hemen uzaklaş, kadından korkma, o korkmaktan başka bir şey yapmaz, ama adamı pek fena celallenir, kahraman olmak ister, ondan kork, maazallah tekme bile yiyebilirsin. Bazen de bir kedisevmezler masasına denk gelebilirsin, orada boşuna zaman yitirme, üstelik bir güzel ıslanabilirsin. Çünkü bir arsız kediyi bertaraf etmenin en garantili yolu üstüne su atmaktır. Yemeğin sonlarına doğru senin de karnın doymuştur, uzaklaş git, çatıya çık yat, bugünlük bu kadar. Tam doymadıysan da artık dikkatli ol, çünkü gece ilerledikçe kediye rakı vermeyi akıl eden bir mutlaka çıkar!
© Şükrü Mehmet Ömür
Kediler Balıkpazarı’nın çatılarında dolaşıyor, arsızlarla hırsızlar bir arada yaşıyor. Arsızla hırsız karşılaştığında birinin ar’ı az geliyor, ötekinin hır’ı fazla oluyor. Arsız ar edip geri duramıyor, hırsız düpedüz hır çıkarıyor. Bunlar çeşit çeşit, kimi ak, kimi kara, şu alacalı, bu tekir, bazısı sarman, az birazı azman toraman. Hangisi arlı, hangisi hırlı belli olmuyor, kedi milletine akıl sır ermiyor!