GERÇEKMİŞ GİBİ KURMACA ÖYKÜLER 2 – LAF SALATASI – MÜSTEAR EFSUNOĞLU

Yaradılış gereği beynim biraz farklı çalışıyor. Yanlış anlamayın; geri zekalı ya da üstün zekalı falan değilim. Laflara, kelimelere, sloganlara, vecizlere derin anlamlar yükleyerek irdeliyorum. Algılarım ve yorumlarım, bazen geçmek bilmeyen “çözümlenmesi gereken sorun” gibi kafama yerleşiyor. Çözümlersem rahatlıyorum. Çözümleyemezsem durum feci: şarkının iki dizesi gibi oluyorum:

“Uykusuz her gece bu soğuk kahvede
Sabahlarım bazen günlerce…”

**

Benim kafamda “laf salatası” gibi çağrışımlara yol açan diyaloglar, beynimin köşelerinde kurulu bulunan seminer – panel gurupları, konferansçılar, müzisyenler ve sanatçılar tarafından derin tartışmalarla biçimlendiriliyor. Elbette sonra beni bir gülme alıyor ama, yapacak bir şey yok!

Bazen bir şarkı gelip, beynimdeki orkestraya icra için start veriyor. Orkestra şarkıya başlıyor, gün boyu bıkıp usanmadan o şarkıyı çalıp söylüyorlar. Sözlerini bilmiyorsam, uyduruk söz bile yazıyorlar güzelim şarkıya. Ta ki, yeni bir şarkı gelip, beynimdeki nöro ağlara takılana kadar o şarkının konseri devam ediyor… Bir tarafta şarkı dönüyor, diğer tarafta panelistler memleket meselelerini tartışıyor, başka bir tarafta da laf salatalarına karşı müdafaa-i gırgır cephesi malzeme hazırlıyor…”

Düşünün ki, birisi benden masada tuzluk istiyor. Diyalog ben farkına varmadan şöyle gelişiyor:

  • Rica etsem, şu tuzluğu bana uzatır mısınız?
  • Rica et o zaman kardeşim! Double check yapar gibi, rica edip edemeyeceğini sormana gerek var mı?
  • Rica ederim.
  • Estağfurullah!

Ya da bu rica söylemi şöyle yürür gider:

  • Tuzluğu uzatmanızı rica edebilir miyim?
  • Edebilirsiniz. Buyurun rica edin!
  • Tuzluğu uzatmanızı rica ediyorum.
  • Hay hay, buyurun tuzluğu…

Yolda yürürken birisi yolumu kesiyor:

  • Pardon! Bakar mısınız?
  • Baktım size! İşlem tamam, hadi bana müsaade…

Bakar mısınız? İle ilgili başka bir versiyon:

  • Garson bakar mısınız?
  • Buyurun efendim, nasıl yardımcı olayım?
  • Çok güzel bakıyorsunuz. Sadece bunu söylemek istedim.
  • ???????????
  • Ne bileyim? Belki daha önce kimse size bunu söylememiştir. İçimden geldi, söyledim.
  • ???????????

Yine bir istek parçası:

  • Size zahmet olmazsa, şunu oraya bırakabilir misiniz?
  • Zahmet olur elbette, benden talep ettiğin eylem günlük programımım dışında. Yani ekstra zaman, sorumluluk, enerji ve emek gerektiriyor. Üstelik bunların maddi bir karşılığı yok. Sözleşmemiz yok. Sigortası yok. Ya yolda giderken elimden düşürür, kırarsam? Hesap soracak mısınız bana?
  • Bu ne ya? Bir şey sorduğuma pişman ettin beni. Aman, tamam! Kalsın orada, bırak!
  • Hayrola? Niye atar yapıyorsun? Babanın uşağı mı var burada; her dediğini yapacak? Söylediklerimi bir an bile düşünmemiş olmanın zavallılığının acısını benden değil, kendinden çıkar!

 Bazen de nezaket için sahip olma duyguları depreşir:

  • Kardeş, ben şunu alabilir miyim?
  • Ben nerden bileyim kapasiteni birader?
  • Ne diyon sen kardeş?
  • Soruyu “şunu ben alabilir miyim” diye sorsaydın, sen alabilirsin derdim. “Ben şunu alabilir miyim“ diye sorunca, verdiğim yanıtı hakkettin. Ne diye öfkeleniyorsun birader?
  • Lan! De get işine!
  • İşim burada ya zaten! Birader???

Daha onlarca örnek var. Doğru ifadeler için ne yaparsak yapalım, toplumun dili böyle bir evrim geçirdi. Türkçe dilinin kuralları kâğıt üzerinde yaşamaya devam ediyor ama, toplum laf salatası dilini hızla benimsedi. Ne de olsa laf salatasının kuralı yok. Bir halt ettiğinde “beni yanlış anladın” diye savunması bile hazır…

Yorum, görüş ve önerileriniz