FETHİYE; YAZ MEVSİMİNDE ADALARA DOĞRU YAPILAN BİR MAVİ YOLCULUKTUR – NACİ DİNÇER
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat ve diğer aydınların 1960’lı yıllarda hem tatil yapıp hem de Ege ve Akdeniz Kıyılarındaki doğa ve kültür mirasını denizden keşfetmek amacıyla başlattıkları “Mavi Yolculuk” bütün heyecanı ile günümüzde de sürüyor.
“Daha yirmi dört saat olmadı mavi yolculuktan döneli. Bakır tepsinin üstünde serili duruyor getirdiklerim. Odada bir deniz, bir yosun kokusu. Gökova’nın yellerine karışınca açıklık, sağlık soluyan bu koku apartman odasının dört duvarı arasında can çekişiyor, ağlardan güverteye sıçrayan balıklar gibi keskin fırlayışlarla çevresini arıyor sanki…”
Azra Erhat, yukarıdaki satırlarında bu özel tatil etkinliğini ne güzel tanımlamış değil mi?
Akdeniz’in mavi sularında yelken açıp, doğanın tarihle kucaklaştığı şirin koyları ve adaları yelkenli tekne ya da bir geleneksel Guletle keşfetmek, kuşkusuz son yılların en gözde tatili. Yapmanız gerekenler ise şunlar: önce arkadaş grubunuzu belirleyeceksiniz. Sonra grubunuzun kişi sayısına uygun kapasitede ve bütçenize uygun bir tekne kiralayacaksınız. Yanınıza almanız gerekenlerse; yolculuk süresince mürettebatla birlikte tüketeceğiniz kumanya, yolculuğa ve mevsime uygun giysiler ve daha önce okumaya fırsat bulamadığınız kitaplarınız. Teknolojiden ne kadar uzak kalırsanız o kadar dinlenecek ve yeni şeyler keşfedeceksiniz. Şimdi sıra yolculuk rotanızı kaptanınızla birlikte belirlemekte…
Fethiye ya da Göcek Limanlarından ayrıldıktan sonra bir hafta boyunca Fethiye Körfezindeki ve çevresindeki adalar ve koylar artık sizin! Yassıca Adaları, Domuz Adası, Tersane Adasının Yaz Limanı ve Kış Limanı, Bedri Rahmi Koyu, Taşyaka, Boynuzbükü, Ağ Limanı. Derken, Kurtoğlu Burnundan Ölüdeniz’e doğru pupa yelken… Karacaören, Gemiler Koyu ve St. Nicholas Adası, Beştaşlar, Soğuksu Koyu, Ölüdeniz ve Kelebek Vadisi…
Bir haftanın nasıl geçtiği anlamayacaksınız bile… Mavi yolculuğunuz, önce bir yaşam tarzına sonra da mavinin her tonuyla bezenen bir düşe dönüşecek. Dostluklar pekişecek, doğanın ve tarihin bilinmeyenlerine ışık tutulacak ve yaşamın keyfi biraz daha çıkartılacak…
Buraya kadar okuduklarınız, Fethiye’nin tanıtımı için yıllar önce çeşitli ortamlarda düşüncelerimi aktardığım sözcüklerden oluşuyor. İşin bir de dramatik bir tarafı var; mavi yolculuk, satın alma gücü olan herkesin keyif alabileceği bir etkinlik değil. “Mavi yolcu” olabilmek için deniz kültürünü bilmek ve onun kuralarına uygun davranmak gerekiyor. Bir kere, iflah olmaz bir çevreci olmalısınız. Ekolojik sistemin her bir üyesinin yaşam hakkını savunacaksınız. Öyle çeri çöpü denize, kıyıya savurup atmak mavi yolcuların lügatinde yazmaz.
Tutumlu olmak gerek, teknenizdeki her şeyi son damlasına kadar iyi kullanmalısınız. Savurganlık yaparsanız aç susuz kalabilirsiniz. Denize, rüzgâra, dalgaya, teknedeki yolcuya, kaptana, mürettebata ve de kıyıdakilere saygılı olmalısınız; hiç şakaya gelmez “eğleneyim” derken o tatili zehir ediverirsiniz. Teknedeki kaptan ve denizcilerin tek görevi sizi doyurup, gezdirmek değil, onların önceliği: sizin can güvenliğinizi sağlamak. Üstelik, tadına doyulmaz bir doğa deneyimi yaşamanız için de çabalıyorlar. Kim bilir, siz günbatımı keyfi için kendinize bir aperatif hayali kurarken onlar bir saat sonra patlayacağını hissettikleri fırtınayı sağ salim atlatmanın planını yapıyorlardır.
Aklıma gelmişken söyleyeyim, öyle istediğiniz yerde demir attırmayı, istediğiniz ağaca tekne bağlatmayı, istediğiniz zaman demir aldırıp gitmeyi unutun. Bırakın ona kaptan karar versin. O hem sizi mutlu etmek hem de doğaya zarar vermeden tekneyi güvence altında yönetmek için elinden geleni yapıyor. Nerede ne zaman ne yapılacağını yıllarca denizin kendisine öğrettiklerinden edindiği deneyimle en iyi o biliyor. Güvenin ona…
Keşfetmeyi, öğrenmeyi sevmelisiniz. Doğanın, tarihin ve kültürün size sunduğu nimetlere şükranla yaklaşmalısınız. Gezip gördükleriniz, kitaplarda yazılanlardan daha akılda kalıcıdır. Tekne üzerindeki yaşamın inceliklerinden dayanışmanın keyfine, teknik konulardan sınırlı koşullarda gastronomik harikalar yaratmaya, kıyıların yeşil zenginliklerinden mavi derinliklerin gizemli varlıklarına kadar keyifle öğreneceğiniz ve kendinizi geliştireceğiniz o kadar çok ders var ki. Ve en önemlisi bütün bunlara sahip olmak için teknenizin büyüklüğü, küçüklüğü, standardının yüksekliği, düşüklüğü ve cinsi hiç mi hiç önemli değil. Yeter ki, o teknenin üzerinde “mavi yolcu” gibi yaşayın…
Sözüm meclisten dışarı ama, çevreye zarar veren, denizin kuralarına uymayan, keşfetmeyen, öğrenmeyen, üstelik kıyıdakileri ve komşu teknedekileri davranışlarıyla rahatsız edenleri de “mavi yolcu” olarak kabul edemeyeceğiz. Kent yaşamının stresinden uzaklaşarak ruhunu ve bedenini özgürce dinlendirmek ve tazelenmek için mavi dünyanın sükûnetli ve sessiz güzelliğine gelenleri “davranış kirliliği” ile mutsuz edenleri hoş görmüyor ve affetmiyoruz…
Aslında “mavi yolcu” olmak: denizin kurallarıyla uyumlu hareket etmek, ayırımcılık yapmadan varlığı paylaşmak, tekne üzerindeki görevleri yapmaya yardımcı olmak, atalardan kalan doğal, kültürel ve tarihsel mirasa zarar vermeden hayatı öğrenmeye çalışmak ve sorgulamak demektir. Yani demem o ki, bunun için iyi bir insan olmak yeterli.
Hepimizin içinde o iyilik var. Cesaretle ortaya çıkartınca “mavi yolcu” olmamak mümkün değil…
Haydi, öyleyse;
Vira demir!
Yelkenler Fora!